Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mayıs '14

 
Kategori
Anılar
 

Hüseyin Altunya 2

Sevgili Hüseyin,

Sen çok şanslı bir öğrenci idin. Gönen İlköğretim Okulu’nda Hüseyin Seçmen, Aziz Üstün, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde Emin Özdemir, Adnan Binyazar gibi öğretmenlerin öğrencisi olman ve sınırsız çaban sayesinde dil ve edebiyat alanında çok başarılı oldun. Gazi’de olaylı yıllarda okumuş olmana karşın çalışkanlığınla kalan açığı fazlasıyla kapattın. Otuz yıl aradan sonra aftan yararlanıp her hafta bir gün Ankara’ya gelerek tamamladığın Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü ‘Güzel Sanatlar Yüksek Lisansı’ onun üzerine bal-kaymak oldu.

Orada, benim de dostlarım olan Prof. Dr. Cahit Kavcar, Prof. Dr. Sedat Sever, Prof. Dr. Yahya Akyüz gibi hocalardan ders alma, onların danışmanlıklarından yararlanma şansın oldu. bu şansın hakkını verdin. Bunun en güzel kanıtı; bir ödevinin ‘Türkiye’de Çocuk Kitapları Kaynakçası’ adıyla Ankara Üniversitesi; tezinin de ‘Türk Romanında Öğretmen’ adıyla Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği yayını olarak çıkmasıdır. Yüksek lisans, ayrıca birçok yeni makalene de olanak ve ortam hazırladı.

 

Sevgili Kardeşim,

Çilelerini unutmuş değilim. Bunların en kötüsü, hiç kuşkusuz 12 Eylül 1980 darbesinden sonra gözetim altına alınmandır. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde sana bir hiç yüzünden otuz gün işkence ettiler. Zaten bir şey yoktu; arkadaşlarına zarar gelmesin diye ne acılara katlandığını biliyorum. O süre içerisinde seni bir kez görmek için vicdansızlara ne diller döküp yalvardığımı bugün acıyla anımsıyorum.

 

Hiç kuşkum yok ki, seni kaybetmemize neden olan kanserin altyapısı orada atıldı. Vücudunda o günlerden kalan yara izleri bunun kanıtıdır. En büyük korkum seni sakat bırakmaları idi. Evlenmenizin üzerinden daha bir yıl geçmişti. Eşin, sevgili Şükran’a inanmayacağını bile bile ne yalanlar uyduruyordum. Sonuç, hiç. Seni yargılamaya bile gerek görmeden sıkıyönetimin kapısından bırakıverdiler. Hiç beklemezken sürpriz biçimde bırakılışını, seni Emniyetin zindanında ararken bir akşam Ankara’daki evimize gelişini ve Şükran’a sarılışını hiç unutmuyorum.

Senin yiğit yüreğin, sağlam vücudun bu acıları tam otuz üç yıl gizleyebildi. Asla hayata, ülkene, çevrene küsmedin. Örnek bir öğretmen ve düşün adamı olmayı sürdürdün. Şimdi, acaba sana bu eziyeti yapan insan suratı yaratıklar çevrelerine hangi yüzle bakıyorlardır. Ya onları maşa olarak kullananlar!...

Üstüne üstlük çok sevdiğin mesleğini kaybettin. Hem de kendini demokrat sanan bir iktidarın çıkarcı, alçak bürokratları; sekiz yıl zorunlu hizmetini görmeze gelip seni göreve atamadılar. Atansaydın belki darbe döneminde başına bunlar gelmeyecekti. Geçinmek, çoluğunu çocuğunu geçindirmek için yedi yıl çer-çöp, zerzevat satmak zorunda kalmayacaktın. Çocukların daha erken yetişip iş güç sahibi olacaklardı.

 Biliyorum, senin üstün yeteneğin, enerjin, çalışkanlığın sayesinde özel dershanelerdeki meslek yaşamın da çok çok başarılı geçti. Yirmi beş yılını geçirdiğin bu kurumların sahipleri meslektaşlarımız İbrahim Arıkan ve Nazmi Arıkan’a yeni bir meslek yaşamına başlamanda, senin gibi ‘zanlı’ birisine ‘kefil’ olan arkadaşlarım, can dostlarım Yılmaz Mızrak, Nihat Özer (rahmetli) ve Ayhan Kalebek’e ailemiz adına teşekkür borçluyum.

 

Canım Kardeşim,

Bu dünyada artık senin 44 numara ayak izlerin yok. Ama çok şey bıraktın. Bunların en değerlileri kuşkusuz ailemize kattığın eşin (yeşil zeytin gözlün) Şükran (Şükriye) oğulların Rıfat Emrah ve Can. Bu dünyayı; Şükran’ın kolları arasında terk etmek gibi büyük bir şansın varmış. Ve çevrende pervane gibi dönen iki oğlunun sevgisi…

Bizler; ablaların, kardeşlerin ve ben senin daha çok yaşaman için neler vermezdik. Bizim umutlarımızı boşa çıkarmamak için yaralı yiğit gövden ve mangal yüreğinle, kanser denilen lanet hastalıkla tam dokuz yıl boğuştun. Oysa biz, dokuz yıl önce akciğerinin yüzde kırkı alındığında ne kadar umutsuzduk.

Seni bir saniye daha yaşatmak için; Yeditepe Hastanesi’nden Prof. Dr. Erdoğan Çetinkaya, Doç. Dr. M.Ali Bedirhanoğlu, Doç.Dr. Yaşar Sönmezoğlu, Doç. Dr. Celalettin Kocatürk ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nden Prof. Dr. Fuat Hulusi Demirelli, Doç. Dr. Hande Turna, Dr. Atakan Demir, Dr. Helin Maison, Dr. Berna Yurttaş, hemşireler Leylifer,Aysun, Lale ve Emine her türlü özveriyi gösterdiler. Kendilerine şükran borçluyuz. Neyleyelim ki  bu kadarmış!...

Senin bu dünyada o kadar çok sevenin var ki Hüseyin!... sadece eşin ve çocukların, biz ve kardeşlerin değil; akrabaların, öğretmenlerin, meslektaşların, öğrencilerin… sen kimseye borçlu kalmadın. Seninle benim ilişkimi ise en iyi ikimiz biliriz. Kimi zaman kardeş, kimi zaman baba oğul, kimi zaman arkadaş, kimi zaman sırdaş. Neyse, ayrıntısı aramızda kalsın.

 

Canım Kardeşim,

Sen; biz büyüklerini bir kerecik atlattın ve ölümünde beş kardeşinin sırasını kaptın. Senden 5,6,9,15,20 yaş büyüğün beş kardeşin var. Senin gidişinle bu dünyadaki kardeşlerle öbür dünyadakiler eşitlendik: 7+7=14. Orada annemiz, babamız, iki ablan, dört ağabeyinle berabersiniz. Siz çoğunluktasınız. Huzur ve mutluluk içinde olun. Biz artık sizlerin bıraktığı anılarla bir süre daha oyalanacağız. Zamanı gelince biz de geleceğiz.

Hoşça kal canım kardeşim!...

Ağabeyin     

 
Toplam blog
: 81
: 702
Kayıt tarihi
: 21.11.08
 
 

Nazmi Öner 1946 yılında Burdur’un Bucak İlçesine bağlı Seydiköy’de doğdu. Seydiköy İlkokulu v..