Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Kasım '11

 
Kategori
Bayramlar
 

Hüznün adı mühür gözlüm

Hüznün adı mühür gözlüm
 

Her  Kurban  Bayramı  sabahı  hala  içimde  korkunç  bir  boşlukla  uyanır içim  üşür adeta  yıllar  önce  yaşadığım  bir  anı  beni  sarar  sarmalar... Yaklaşık  yarım  asır  önce; İç  BatıAnadolu  eşiğinde  beyliklere  yurt  olmuş  bu taşra  şehrinde  geçti  çocukluğum, ilk  gençliğim.  Hayatın  yaşanmışlıkları  içinde  hep  güzel anılar  olacak  değil  ya  beni  üzen,  paramparça  edenlerde  var  elbet. Şehre  2-3  km  uzaklıkta  ki  çiftlik  evimizin  etrafı  çitlerle  çevrilmiş  çok  geniş  bahçesinde  beni  ve  kardeşimi  her  zaman  meşgul  eden;  bize  sevgilerin  en  yücesi  olan  hayvan  sevgisini  fazlasıyla  tattıran  bir  sürü  dostlarımız  vardı. İlk oyuncaklarımız   belki de  onlardı  diyebilirim. Bizi  havaların  güzel  olduğu  zamanlarda  kimse  evde  tutamaz,  ilk  fırsatta  onlarla  hemhal  olurduk.

Yumurtadan  yeni  çıkmış  sapsarı,  titrek,  telaşlı   civcivler cezbederdi  en  çok  bizi.  Ağızları  hep  açık ayakta  durmakta  zorlanan  sarı , minik  yün  yumakları... Elimize  alır  mıncıklardık  adeta.   Büyüklerimiz   arada  bir  göstermelik  olarak  paylar,  onların  büyümesine  sevgimizi  kattığımızı  görünce  pek  ses  çıkarmazlardı. Hemen  büyürler,  etrafa  caka  satan  babalarından  pek  yüz  bulamadıkları  için  analarının  merhametine  sığınırlardı. Hele  ördek  yavruları  nasılda  koşarlardı  analarının  arkalarından  paytak  paytak  ip  gibi  sıralanır,  sabah  banyosu  almak  için  gölete  doğru...Ne  kadar  kızdırırdık  sevgiyle    hindileri :

-Kabaramazsın  kel  Fatma  diyerek. Tüylerini  kabartır,  gövde  gösterisinde  bulunur  gibi  kardeşimle  ikimize  başlarlardı  gulu  gulu  sesleri  eşliğinde  şova...

Dünyanın  en  güzel  gözlüsü  minik  sıpam;  hala  aklıma  geldikçe  gözlerim  sevgiyle  parlar  bir  kat  daha.Biz  mi  onun  peşinden  koşardık, o  mu  bizim  peşimizden  şimdi hafızam  bana  çok  ketum  davranıyor  anımsayamıyorum. Ama  o  gözler  ve  minik  sıpam  gözlerimin  önünde  dans  ediyor  hala... Kardeşimle  ikimizin  devamlı  üzerinde  olmaktan  mutluluk  duyduğumuz  midillimizde  ayrı  hikaye. Boyumuza  göre  munis  iteatkar,  iyi  terbiye  edilmiş  midillimizle  seyisin  nezaretinde  bahçede  dolaşırken,  kendimi  çocuk  değil de büyümüş,  olgunlaşmış  hisseder  yardımcılara  babacığımdan  örnek  alıp  emirler  yağdırırdım  elime  küçük  oyuncak  kırbacımı  alıp ...

Dostlarımın  birer  ismi  vardı. Sarı  buzağı  Benekli  Damalı  Çilli  Ay  parçası  Minik  Fıstık  Mıstık  Nazlım Tosun  Yosun Çapkın  Duman  Gülcemal  Gülnihal Nevbahar... Büyüklerimizden  isim  konusunda yardım  alır,  dünyanın  en  ciddi  işini  yapıyor  gibi  büyük  bir  vakarla söyledikleri  isimleri  beğenmezdik.Türkmen  Dağı'nın  kekik  kokulu başı  dumanlı  bol  çayırlı  sık  çam  ağaçlı  envai  renkte  çiçek  açan  sulak  yaylalarında  yaylayan  sürülerimizin  olduğu  yere  götürmesi  için  babacığıma yalvarırdık.  Havaların  elverişli  olduğu  zamanlarda  maaile  yayla  evine  çıkılır,  biz  hemen  sürülerin  içinde  kaybolurduk.  O  güzelim  gözünü  yeni  açmış  minicik  kuzuların,  oğlakların  peşinden  koşar  çobanları  ve  köpekleri  epey  uğraştırırdık.

O  sevgili  mühür  gözlümü  işte  orada  görüverdim... Adeta  mıknatıslanmış  gibi  kalakaldım,  gözlerimiz  aynı  anda  birbirine  kilitlenmişti   o da  beni  sevmişti  galiba  kaçmadı  veya  kaçamadı. Kucakladım  öptüm  öptüm  yüzüm  yumuşacık,  kısacık  tüylerinin  içinde  kayboldu.  Annesi  etrafımızda  pervane  gibi  dönüyor  meliyordu. Bebeğinin  karnı  acıkmıştı  emzirecekti  ya da  mahremine  yad elller  uzanmıştı  analık  içgüdüsüyle  çırpınıyordu. İkimiz  bir  bütün  olmuştuk.  Kucağımdan  kimse  alamıyor, kundaktaki   bebek  gibi taşıyarak sendeleye  sendeleye  kaçmaya  çalışıyordum.  Onlar  çabaladıkça  avazım  çıktığı  kadar  feryat  ediyor  gözlerimden  sicim  gibi  yaşlar  dökülüyordu.  O  benim  bebeğimdi  artık...Dönüş  vakti  yaklaşınca  inatla  bebeğimi de  çiftliğe  götürmek  istedim  şımarıkça,  her  zaman  iteatkar  olan  beni  ikna  etmek  ne  mümkün.  Anasından  ayıramayacakları  için  onu  da götürmek  mecburiyetinde  kaldılar.

Gözümü  açar  açmaz  hemen  ağıla  mühür  gözlümün yanına  koşuyordum.Artık  kucaklıyamıyordum  ama  uzun  tüylerinin  içinde  hapsoluyordum  ekseriya.Neredeyse  ağılda  yatacaktım üstüm  başım  koyun  kuzu  kokuyordu...

İlk  yaz  geçmiş  güneş  o  güzelim  yüzünü  daha  fazla  göstermeye  başlamıştı.
Büyüklerden  duyduğuma göre   Kurban  Bayramı  yaklaşmıştı.Bayramlık  esvaplar  eve  çağrılan  yatılı  terzi  kadınlar tarafından  4-5  günde  bitirilmişti.Rugan  papuçlar şekerlemeler  fıstıklı   güllü  lokumlar  sipariş  verildi.  Kazanlarla  helvalar  gelincik  şurupları  karanfilli  limonatalar  sinilerle  baklavalar  börekler  açıldı  yapıldı. Konuklara  ayrılan odaların temizliği  bitirilip  havalandırıldı maltızlarla iyice ısıtıldı.Dolaplarda  ki  Bavyera  yemek  takımları  kristal  bardaklar  çıkartıldı. Gümüşler  bakırlar  oğuldu aynalar  parlatıldı. Hamam  yakılıp  ev  halkı  sırayla  banyosunu  aldı. Nihayet  hazırlıklar  tamamlanmış herkezin  üzerine  tatlı  bir  rehavet  çökmüştü.Evin  en  küçük  beyi  Fikret  amcam  bayram  nedeniyle eve  dönmüştü.  Beni  kızdırmaktan  çok  hoşlanır, küsünce  de  bol  bol  hediyelerle  kendini  affettirirdi. İstanbul'da  hukuk   tahsili  yapıyordu.  Neşeli  gamsız  birazda  yaşının gereği  hercaiydi.  Yaptığı  şakalara  bizlerden  fazla  yüksek  sesle  gülerdi,  evden kahkahalar  yükselirdi  daima.

Kardeşimle  ikimize  değil  ağıla  gitmek,  bahçeye  bile  çıkmak  yasaklanmıştı  o  gün  nedense...Evet  o  gün  Kurban  Bayramı'y dı .   Sabah  ezanından  önce  kalkılmış,  evin  tüm  erkekleri  şehirde  bayram  namazını  kılıp  gelince  ailece  geleneksel  sabah  kahvaltısı  yapılıp  el,  etek  öpünce  yüklüce  bahşişlerimizi  almıştık. Haminnem  etrafı  iğne  oyalı,  üzerinde  ismimin  baş  harfleri  işlemeli   ipek  mendil  hediye etmişti  ilk  kez içine reşat altını iğnelemişti artık kocaman  bir  kız  olduğumu  hatırlatarak... 

Müştemelatın   bahçesinde  erkekler  toplanmış  ne  yapıyorlardı  acaba?. Pencereden  ne  kadar  uzanırsam  uzanayım  göremiyordum,  sorularımızı  habire geçiştirip  bizi oyalıyorlardı.Ben  6  kardeşim   5  yaşındaydık  cevapları  hiç  aklıma  yatmıyordu     ya  hadi  neyse...

Bahçede ocaklar  kurulmuş, kazanlarda    kavurmalar  pişiyordu galiba  kokusu  hemen  burnuma  geldi  sevinçle  el  çırpmaya   başladık.  Bir  yandan  masalar  kuruluyor bembeyaz  kolalı  masa  örtüleri  seriliyor  pürtelaş  içinde  hizmetliler  yemek  takımlarını  ve  yiyecekleri  bahçeye  taşıyorlardı  hazırlıkları  pencerenin  önünde  heyecanla  temaşa  ediyorduk.

Konuklar  arabalarıyla  yavaş  yavaş  geliyorlar  kahya  onları  büyük  bir  nezaketle  bahçeye  buyur  ediyordu.  Nihayet  bize de  müsade  ettiler  bahçeye  çıkmamıza  ama  sadece  yemek  için.Hep  birlikte  masaya  oturulup  dualarla  yemeğe  başlandı.Sıcacık  içilen  çorbadan  sonra  kavurmalar  ve  ateşte  çevrilmiş  bütün  kuzular  kondu  masaya.Rahmetli  babacığım  herzaman  ki  nüktedanlığıyla etrafı  gülmekten  kırıp  geçiriyordu.Fikret  amcamda  ondan  aşağı  kalmıyor kahkaları  kulaklarda  çınlıyordu.Bir  ara  bana  bir  bakış  atıp  müstehzi  bir  şekilde  gülümseyerek:

-Sevgili  ağabeyciğim;  bu  kuzulardan  birisi  sevgili  küçüğümün  mühür  gözlüsüymüş  doğru  mu?  Der  demez  sadağından  kurtulmuş  tüm  oklar  kalbime  ciğerime  saplandı  gözlerimden  iki  ejderha  alevler  püskürttü. Her  zaman  şimal  limanına  bağlı duran  yıldızlar  ufalanıp  konfetiler  gibi  tepemden  aşağıya  savruldu. Elim  ayağım  zemheride  kalmış  gibi  soğudu  titredi. Başım  topaç  gibi  dönmeye  başladı  dişlerim  birbirine  vurup  takırdadı. Kelimeler  heceler  ağzımın  içinde  kayboldu  gözlerimin  önüne   kapkara  bir  perde  çekildi. Uçaktan  paraşütle  atlayan  havacılar  gibi  kendimi  boşluğa  karanlığa ayaza  bıraktım.Kendimi  bilmez  halde  3  gün  ateşler  içinde  yatmış  masada  bulunan  aile  doktorumuz  Agop  Efendi' nin ilaçları  bile  kendime  gelmemi  sağlayamamıştı.  Haminnem  en  sevdiği  küçük  oğlunu hiç  affetmedi  ölümünden  birkaç  gün  öncesine  kadar...

-Böyle  şaka  mı  yapılırmış  el  kadar  kızcağıza ? Diyerek  amcamın  özürlerini  reddetmişti. Halbu  ki  amcacığım  ne  çok  severdi  latifeyi,  kişiliğinin  bir  parçasıydı  nüktedan  oluşu. O  da  tövbe  etmiş  bir  daha  bilhassa  benim  ve  haminnemin  yanında  sarfınazar  ediyordu  değil  latife  yapmaktan  konuşmaya  bile...

-  Mühür  gözlüm  beni  ölünceye  kadar  hiç  yalnız  bırakmamıştı  o ve  ben  ikiz  eşi  gibiydik.  Ama  o  beni  mahzun  bırakıp  göçtü  erkenden...

 
Toplam blog
: 64
: 325
Kayıt tarihi
: 25.11.11
 
 

Öğretmenin, öğrenmenin yaşı yoktur felsefesine inanan öğretmenim. Yıllarca okuyarak belleğimde ol..