Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Temmuz '08

 
Kategori
Güncel
 

Hüzünlü bir veda

Hüzünlü bir veda
 

Hoşcakal Atam


Kaç yaşındaydı o zamanlar anımsamıyor ki. Belki dört, belki de beş. Bir sabah babası onu elinden tutup çalıştığı yere götürdü. Adliyede çalışıyordu babası. Bunu çok zaman geçtikten sonra anlayacaktı.

Büyük bir kapıdan içeriye girdiler. Kafasını okşayan elleri gördü. Gülen yüzle ona bakan insanları gördü. Biraz sonra babasının çalıştığı odaya girdiler. Babası büyük bir masaya oturdu. O da onun karşısındaki sandalyeye. Babasının oturduğu koltuğun arkasında şık çerçeve içinde resim vardı. O, babasına sordu "Kim bu?". Babası arkasını döndü, duvardaki resme baktı. "O" dedi "Türkiye'yi kuran Atatürk'tür oğlum".

Çocuğun gözleri resme takılmıştı. Resimde sarışın, mavi gözlü ve olağanüstü güzel bir insan vardı. Çocuğun içi kaynadı ona. O tarihten sonra da hep merak etti Atatürk'ü. Kimdi bu insan?

Birgün bir şair tanıdı. Nazım Hikmet. O şair ki Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşı'nı en güzel anlatıyordu. Ve şöyle anlatıyordu Mustafa Kemal'i:

"Daglarda tek
tek
atesler yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: "Üç" dediler,
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı."

Artık delikanlılık çağını yaşayan o çocuğa tokat gibi vurdu bu dizeler. Şimdi, babasının koltuğunun arkasındaki duvarda asılı resimdeki insanı gittikçe iyi tanıyordu. Onun hakkında kitaplar okudu, fotoğraflara baktı. O Mustafa Kemal ki, yıkılan bir imparatorluğun teslim olmayan tek subayı idi. "Ya istiklâl ya ölüm" diye ordusuna sesleniyordu. Sevr Anlaşması ile esir edilen bir ülkeyi, Lozan Anlaşması ile bağımsızlığına kavuşturan büyük devlet adamı. Yaptığı devrimlerle yepyeni bir toplum yaratıyordu. Amacı belliydi: Çağdaş, lâik bir hukuk devleti kurmak. Kurmuştu da nitekim.

O, bir toplumu tepeden tırnağa değiştirmişti. Başı dik, özgür, bağımsız bir ülke kurmuştu. Ülkenin temelini bilim ve sanat oluşturuyordu. Din, asla bu devletin harcında olmayacaktı. Bu nedenle "Lâik" düzen kuruldu. Herkes dini ibadetinde özgürdü. Ama, devlet asla dine dayanamazdı ve din işlerine karışamazdı.

Mustafa Kemal'i bir duvarda asılı resminden tanıyan ve onu araştırdıkça sevmeye, sevmeye ve giderek tapmaya başlayan çocuk büyüdü. Bir zaman sonra o çok sevdiği Mustafa Kemal'ini elinden almaya çalışanlar çıktı. O, inandığı kurumlara güvendi. Halka güvendi. Gençliğe güvendi.

Olmadı. Güvendiği dağlara karlar yağmıştı. Onun, Mustafa Kemal'ini elinden alırlarken kimsenin sesi çıkmıyordu. Fakat, aslında elden giden Mustafa Kemal değildi. O'nun düşünceleriydi. Bir ülkenin bağımsızlığıydı. Bir ülkenin çağdaşlığıydı. Aydın insanların yerine ulemaların gelmesiydi. Yobazların her yana dağılmasıydı.

Şimdi o çocuk parmaklarının arasından kayıp giden bir Mustafa Kemal'e veda ettirilmek zorunda kaldı. Ve oturdu bir akşam saatinde sessizce ağladı. Çünkü bundan sonrası karanlık, zifiri karanlık...

Artık, hüzünlü bir veda zamanı... Hoşcakal, bize seksenbeş yıldır bütün güzellikleri yaşatan büyük insan... Hoşcakal Mustafa Kemal...

Fakat, hiç kimsenin olmasa bile, o çocuk ölene kadar onun yüreğinde hep yaşayacaksın.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..