Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mayıs '16

 
Kategori
İnançlar
 

Hz. Ali ve On Bir Evladının İmametini ispatlayan deliller

Hz. Ali ve On Bir Evladının İmametini ispatlayan deliller
 

on iki imam


Hiçbir zaman ve mekânda hiçbir toplum önderi olmadan yaşamını sürdüremez. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Halk için, iyi veya kötü bir önder gereklidir. Yırtıcı aslan zalim padişahtan iyidir. Zalim padişah da, sürekli kargaşa ve fitneden iyidir.”[1]

Bir topluma hükümet eden kimse, o toplumun bekasını ve saadete ermesini gönülden isterse, onu korumak için çaba göstermeye mecburdur. Sahip olduğu kudret, sorumluluk ve bilgi dâhilinde, toplumun kaderini daima ideal bir saadet alanına yaklaştırmak için toplumun şimdiki zamanını ve geleceğini düşünmeli, bunu temin için, bir metot ve planı olmalıdır.

İslam ümmetinin önderlik konusuna gelelim. Hz. Resulullah (s.a.a)’In önderler arasında toplumuna karşı her önderden daha şefkatli, daha hayırsever ve daha akıbetken diş olduğunda hiçbir kimsenin bir kuşkusu olamaz.

Allah Teâlâ İslam’ın aziz Peygamberi’nin bu özelliğine işaretle şöyle buyuruyor: “Andolsun! Sizden olan öyle bir elçi size gelmiştir ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir, üzerinize düşkün, mü’minler için şefkat ve rahmetle doludur.”[2]

Durum böyle olunca, ümmeti üzerinde bu kadar hassas olan bir peygamberin, ümmeti için hayati bir mesele olan hilafet konusunu beyan etmemiş olmasını akıl kabul etmemektedir.

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) İslam’ın evrensel olduğunu, onun ebediyete kadar korunması gerektiğini ve öndersiz bir saat bile ayakta duramayacağını herkesten daha iyi biliyordu. Dolayısıyla o şefkatli ve akıbet düşünür Peygamber’in, İslam’ın geleceğini (halife tayin etmemekle) ihmal etmesi nasıl tasavvur olunabilir? Oysa o Hazret, İslam nurunun yansıdığı her grubu idare etmek için, her ne kadar küçük olsaydı dahi, bir önder seçmeyi ihmal etmezdi.

Hatta Medine’den çıkıp kısa bir yolculuğa gittiğinde, Medine öndersiz kalmasın diye, mutlaka kendi yerine birini tayin ederdi. Bu durumda, böyle bir ilahi önderin ümmetini ebedi olarak terk edip gideceği, Cenab-ı Hak tarafından kendisine bildirildiği halde, ümmetini kendi başına terk edip gider miydi? Böyle bir şey söylemek Kur’an-ı Kerim ve Hazret’in yaşantı tarzıyla çelişkiye düşmek değil midir? O halde Hazret’in ümmetini en hayati konuda ihmal etmesi imkânsızdır.

Zaten biz Ehl-i Beyt dostlarının da sözü bundan başka bir şey değildir. Biz, Hz. Resulullah’ın İslam ümmetinin önderliği konusuna ilgisiz kalmadığına ve çeşitli münasebetlerle onu belirlediğine inanıyoruz. Biz, hem Kur’an-ı Kerim, hem de Hz. Resulullah’ın sünnetinde İslam ümmetinin önderliğinin açıklanmış olduğuna inanıyoruz.

Gerçi, Kur’an-ı Kerim’de on iki imamın isimleri anılarak imam oldukları açıkça belirtilmemiştir. Ama Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinin, Peygamber-i Ekrem’in hadisleriyle imamet makamıyla ilgili olduğu açıklanmıştır. Bu konu, ister Ehl-i Beyt, ister Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kaynaklarından nakledilen hadislerle kesin olarak sabittir.

Ayrıca imamet meselesi, Hz. Resulullah’ın hadislerinde net bir şekilde ortaya konulmuştur. Taassuptan uzak, her insaflı araştırmacı bunları inkâr edemez.

Fakat Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz tarafından; “bunlar sizin kendi yorumunuz ve kendi kaynaklarınızda bulunan hadislerdir, bizim tarafımızdan kabul edilemezler” denilmesin diye, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kendi tefsir ve hadis kitaplarını kaynak alacağız.

 Elbette bizim inancımız, Hz. Resulullah (s.a.a)’tan sonra Allah’ın hüccetinin, Hz. Ali ve ondan sonra da, onun on bir evladı olduğudur. Dolayısıyla işaret edeceğimiz delillerin bazısı Hz. Ali (a.s)’ın imametini ispatlayıcı nitelikte olup, bazısı da on iki imamın tamamının imametini ispatlar niteliktedir.

BİRİNCİ DELİL

İnzar Ayeti

İnzar ayeti nazil olduğunda tahakkuk bulan olay, Hz. Ali (a.s)’ın imametini açıkça ispat etmektedir. Olay kısaca şundan ibarettir: Hz. Resulullah (s.a.a)’a “En yakın aşiretini uyar” [3]ayeti nazil olmuş ve Allah Teâlâ Hz. Resulullah’ı kendi akrabalarını uyarmakla görevlendirmiştir.

Bunun üzerine, Hz. Resulullah, Hz. Ali (a.s)’ı yemek hazırlayarak, yakın akrabalarını yemeğe davet etmekle görevlendirmiştir. O gün Hazret’in daveti üzerine, aralarında Ebu Talip, Hamza, Abbas ve Ebu Leheb’in de bulunduğu yaklaşık kırk kişi Hz. Ebu Talib’in evinde toplanmıştır.

Hz. Resulullah (s.a.a), yemek yendikten sonra, kendisinin Allah tarafından peygamberlikle görevlendirildiğini onlara şöyle açıklamıştır: “Ey Abdülmuttalip oğulları! Andolsun Allah’a ki; ben Arap gençleri arasında kendi kabilesine benim getirdiğim şeyden daha hayırlı bir şey getiren bir genci tanımıyorum. Ben sizin için dünya ve ahiret hayrını getirmişim. Allah beni, sizleri O’na davet etmekle görevlendirmiştir. Sizlerden kim benim bu görevimde bana yardım etmeye hazırdır ki, benim kardeşim, vasim ve sizin aranızda halifem olsun?”[4]

“Orada hazır bulunanların hiçbirinden bir ses çıkmaz ve yalnızca Hz. Ali (a.s) kalkıp “Ey Allah’ın Peygamberi! Sana yardım etmeye ben hazırım” der.

Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali’ye: “Ey Ali! Sen otur” der ve bu sahne üç defa tekrarlanır. Her üçünde de o Hazret’e icabet eden yalnızca Hz. İmam Ali (a.s) olur.

Bunun üzerine, Hz. Resulullah (s.a.a) mübarek elini Hz. Ali (a.s)’ın omzuna koyarak: “Bu benim kardeşim, vasim ve sizin aranızdaki halifemdir, onu dinleyin ve ona itaat edin” [5] buyurur.

Bunun üzerine, orada bulunanlar gülerek kalkıp Ebu Talib’e: “Sana kendi çocuğunu dinleyip, onun emrine uymanı farz kıldı!”diyerek dağılıp giderler.”[6]

Bu hadisi şerif, Hz. Emir-ül Mü’minin Ali (a.s)’ın Hz. Resulullah’tan sonra onun halifesi, vasisi ve Allah’ın hücceti olduğunu açıkça belirtmektedir. Bu hadisi ayrı manalara yorumlamak açıkça bir inatçılıktan başka bir şey değildir.

Bu hadis, biz Ehl-i Beyt dostlarına ait kaynaklarda mütevatir olarak nakledilmiştir. Dolayısıyla bizim onun sıhhatinde hiçbir kuşkumuz yoktur.

Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz için de, şu kadarını belirtelim ki; bu hadisi, bir çok büyük Ehl-i Sünnet alim ve hadis yazarları kendi kitaplarında benzeri tabirlerle nakletmişlerdir. Bunlara örnek olarak, Ahmet bin Hanbel’i, İbn-i İshak’ı, İbn-i Cerir-i Taberi’yi, İbn-i Ebu Hatem’i, İbn-i Mürdeveyh’i, Ebu Naim’i, Beyhaki’yi, Salebi’yi, İbn-i Esir’i, İbn-i Kesir’i, Ebu-l Feda’yı, Ebu Cafer İskafi’yi, Tahavi’yi, Ziya Mukaddesi’yi, Said bin Mensur’u, Nesai’yi, Hakim’i, Zehebi’yi ve İbn-i Ebu-l Hadid’i zikredebiliriz.

Ehl-i Sünnet ulemasının mezkur hadise değindikleri eserlerinden bazılarını örnekler;

Salebi ve Taberi  “El-Kebir” adlı tefsirlerinde. Yine, İbn-i Kesir kendi tefsirinin Şuarâ Sûresi’nin tefsirinde, Taberi “Tarih-ül Ümem ve Müluk” adlı tarih kitabının 217. sayfasında, İbn-i Esir “El-Kamil” adlı tarih kitabının 2. cildinin 22. sayfasında, Ebu-l Feda kendi tarihinin 1. cüz’ünün 116. sayfasında, İbn-i Ebu-l Hadid “Şerh-i Nehc-ül Belağa” adlı kitabının 3. cildinin 257. sayfasından 281. sayfasına kadar olan bölümünde, Halebi “Es-Siret-ül Halebiyye” adlı kitabının 1. cüz’ünün 381. sayfasında, Ahmet bin Hanbel “El-Müsned” adlı kitabının 1. cüz’ünün 111, 159 ve 331. sayfasında, [21] Nesai “Hasais-ül Aleviyye” adlı kitabının 6. sayfasında, Hakim “Müstedrek-üs Sahiheyn” adlı kitabının 3. cüz’ünün 123. sayfasında ve bilahare “Kenz-ül Ümmal” kitabının 392, 396, 397, 408. sayfalarında, Ahmet bin Hanbel’in Müsned’inin haşiyesinde basılmış olan “Müntehab-ül Kenz-ül Ümmal” kitabının 5. cildinin 41. sayfasından 43. sayfasına kadar olan bölümlerinde bu hadisin çeşitli tariklerden nakledilmiş olduğunu ve bir çok alimin onun sahih hadis olduğunu açıkça belirtmiş olduğunu görebilirsiniz.

Zira, onun fazla kanaldan ulaşması, onun doğruluğunu zaten kanıtlamaktadır. Oysa ki, bu hadisin sahih bir hadis olduğu, bizzat Ehl-i Sünnet’in bir çok büyük âlimi tarafından da tasdik edilmiştir. Buna örnek olarak, “Kenz-ül Ümmal” kitabının 6. cildinin 396. sayfasında nakledilen 6045 numaralı hadisine bakınız. Orada bu hadisin İbn-i Cerir tarafından doğrulandığını görebilirsiniz.

Yine İbn-i Hadid’in yazdığı “Şerh-i Nehc-ül Belağa” kitabının 3. cildinin 263. sayfasına bakınız. Orada Ebu Cafer İskafi’nin “Nakz-ül Osmaniye” adlı kitabında bu hadisin sahih olduğunda hiçbir şüphenin olmadığını yazdığını bulabilirsiniz.

Bütün bunlara ilaveten, ben aziz okurlara bu hadisin sahih senetle bize ulaştığını kanıtlamak için, örnek olarak Ahmet bin Hanbel’in naklinde vaki olan senet silsilesini zikrediyorum.

Ahmet bin Hanbel, bu hadisi, Esved bin Amir’den, o da Şerik’ten, o da A’meş’ten, o da Minhal’dan, o da İbad bin Abdullah el Esedi’den, o da merfu olarak Hz. Ali (a.s) den nakletmiştir. Bu senet zincirinde vaki olan zatların hepsi hem Buhari’nin, hem de Müslim’in kendi kitaplarında itimat edip hadis naklettikleri zatlardır. Bunların sigâ insanlar olduğunda hiçbir Ehl-i Sünnet alimi şüphe etmemiştir. O halde bu hadisin sahih hadis olduğundan şüphe edilemez.

Buhari ve Müslim’in bu hadisi kendi kitaplarında nakletmemelerine gelince, onların bu ve benzeri hadisleri nakletmemelerinin mezhebi taassuplarından kaynaklandığı malumdur. Özellikle de Buhari’nin elinden geldiği kadar Ehl-i Beyt mezhebini ispatlayan hadisleri, nakletmekten sakındığı herkesçe bilinmektedir. Onların bu tavırlarını Hafız bin Hacer “Feth-ül Bari” adlı kitabında beyan etmiştir. O halde onların bu konuya ait bir hadisi nakletmemeleri o hadisin zayıf oluşuna bir delil olamaz.

Burada bazıları da şu şekilde bir itirazda bulunuyorlar: “Faraza, bu hadis sahih bir hadis olsun, fakat siz imamet konusunda bu hadise istinat edemezsiniz.

Zira imamet konusu size göre usul-i dindendir. Usul-i dine ait olan konularda da ancak Kur’an-ı Kerim ve mütevatir olan bir hadis delil olabilir. Oysaki bu hadis sahih bile olsa, ahad türünden bir hadistir. Böyle bir hadisin de usul-i dine ait konularda delil teşkil edemeyeceği malumdur.

Sonra bu hadisin anlamı sizin iddia ettiğiniz ümmetin genel imameti değil, aksine bu hadisten ancak şu anlaşılıyor ki, Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali’yi yalnızca kendi Ehl-i Beyti (a.s) içerisinde kendine halife ve vasi kılmıştır, bütün ümmete değil.

Zira Ahmet bin Hanbel’in rivayetinde de olduğu üzere, bu hadisin bazı nakillerinde hilafet konusu mutlak değildir ve “Siz Ehl-i Beyt’im arasındaki halifemdir” tabiri geçmektedir. O halde bu hadisten Hz. Ali’nin yalnızca Ehl-i Beyt (a.s) içerisinde Peygamber’in halifesi olduğu ortaya çıkıyor, bütün ümmet içerisinde değil. Oysa sizin iddianız, Hz. Ali (a.s)’ın bütün ümmet içerisinde halife olduğudur. O halde bu hadis sizin için bir delil olamaz.

Bundan öte, bu hadis doğru olsa bile, sonradan Hz. Resulullah (s.a.a)’in onun mefadından iraz ettiği ve onu feshettiği anlaşılmaktadır.

Zira, bu hadis olduğu halde, ashap diğer halifelere biat etmişlerdir. Eğer bu hadis feshedilmiş olmasaydı, ashap diğer halifelere biat etmezlerdi.”

Bunlara da cevabımız şudur ki; evet bize göre, imamet konusu usul-i dindendir ve bu konuda delil olarak yalnızca Kur’an-ı Kerim ve mütevatir hadislere istinat ediyoruz. Bizim bu hadis ve benzeri hadislere istinat etmemiz de onların kendi kaynaklarımızda mütevatir olarak nakledildiği içindir.

Ama Ehl-i Sünnet’e gelince, onlara göre hilafet ve imamet konusu usul-i dinden olmadığından, ister mütevatir olsun, ister olmasın, onlar için sahih olan her hadis bu konuda delil teşkil eder.

Zaten bizim burada delil olarak onların kendi kaynaklarında sahih senetle gelen bu hadise istinat etmemiz, onların kendilerince muteber olan bir delil ile onlara delil getirmek maksadını gütmektedir.

Hz. İmam Ali (a.s)’ın yalnızca Hz. Resulullah (s.a.a)’in kendi Ehl-i Beyt’i içerisindeki özel halifesi olduğu iddiasına gelince, bu, İslam ümmetinin icmasına aykırıdır.

Zira Hz. Ali’nin Hz. Resulullah’ın Ehl-i Beyt’i içerisinde halifesi olduğuna kail olan her şahıs, onun bütün ümmete de halife olduğunu kabul etmektedir, kim de Hz. Ali (a.s)’ın özel hilafetini reddediyorsa, genel hilafetini de reddetmektedir. Bu ikisini birbirinden ayıran yoktur.

Bundan başka, bizim kendi kaynaklarımızdaki naklinde bu hadisin tabirinin genel olmasıyla birlikte, yukarıda da görüldüğü üzere, Ehl-i Sünnet tarikinden gelen nakillerin bazısındaki tabir de geneldir.

Hz. Resulullah (s.a.a)’in bu hadisin mefadından iraz ettiği ve onu feshettiği iddiasına gelince, bu iddianın gerçeği yansıtmadığı açıktır.

Zira bu iddiayı kanıtlayacak hiçbir delil bulunmamaktadır. Aksine, ileride göreceğimiz üzere, bir çok Kur’an-ı Kerim ayetleri ve Hz. Resulullah (s.a.a)’dan bize ulaşan mütevatir naslar, bu hadisin mefadına uygun olarak, Hz. Ali’nin imamet ve hilafetini ispatlamaktadır. O halde Hz. Resulullah (s.a.a)’in onun mefadından iraz ettiği iddia edilemez.

Ashabın diğer halifelere biatine gelince, bu kadar nasların bulunduğu bir durumda, onların nassa aykırı olan amelleri bir hüccet teşkil edemez.

Bundan gayri, halifelere biat olayının başında gelen ashabın kendi itirafları gereğince, biat olayı, kendi tabirleriyle felteten (düşünülmeden aceleyle yapılan)[7]  olarak vaki olan bir olaydır, dolayısıyla ona itibar etmek mümkün değildir.

 



[1] Bihar-ül Envar c.75 s.358

[2] Tevbe: 128

[3] Şuarâ: 214

[4] El-Müracaat: s. 123

[5] Taberi Tefsiri c.19 s. 68, Dürr-ül Mensur c.5 s.97, El-Mizan c.15 s.335

[6] El-Müracaat: s. 124

[7] Sahih-i Buhari 6328 numaralı hadis ve Müsned-i Ahmet bin Hanbel 268 numaralı hadis

 
Toplam blog
: 447
: 1524
Kayıt tarihi
: 20.09.13
 
 

06 Mayıs 1974 Çorum Sungurlu'da doğdu. Yaşamının büyükçe bir bölümünü Mamak'ın gecekondu mahalleler..