Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ekim '08

 
Kategori
Tarih
 

I. Uluslararası Akdeniz ticareti ve liman kentleri sempozyumunun ardından - I

I. Uluslararası Akdeniz ticareti ve liman kentleri sempozyumunun ardından - I
 

UYGARLIKLAR BEŞİĞİ AKDENİZ'de TÜRKLER


İzmir Ticaret Odası Başkanı Sayın Ekrem Demirtaş’ın girişimiyle, (İZTO) tarafından organize edilen "I. Uluslararası Akdeniz Ticareti ve Liman Kentleri: Geçmiş ve Gelecek" konulu sempozyum, 25-26 Eylül’de Swissotel Grand Efes İzmir Kongre Merkezi'nde yapıldı. Bu konuyla ilgili saptamalarımı iki bölüm halinde yayınlayacağım.

*GEÇMİŞ

Akdeniz… Adını anmak bile insana neler neler hatırlatmaz. Bir musıki nağmesi gibi insanın içinde ılık ılık rüzgârlar estirir Mediterranean Sea… Uygarlıklar Beşiği, Suda Yeşeren Hayat, Barbaros Hayrettin Paşa, İlhan Koman’ın ünlü heykeli ve elbette ki ömrünü Akdeniz araştırmalarına adayan, II.Dünya Savaşı’nda Alman Esir Kamplarında eserlerini yazan Fernand Braudel, Akdeniz denince aklımıza ilk gelenler…

*Akdeniz Mekân ve Tarih,

*Akdeniz İnsanlar ve Miras, Ç: Aykut Derman

*2.Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, Ç:M.Ali Kılıçbay

*Bellek ve Akdeniz: Tarihöncesi ve Antikçağ, Ç:Ali Berktay

Adlı eserlerinde, Akdeniz’i ölümsüzleştiren Braudel, bir Coğrafyacı olmasına rağmen, Tarih biliminde neredeyse devrim yaratmış bir ekolün, en ünlü temsilcilerinden biridir. Esir tutulduğu kampta yazdığı ve ülkemizde genellikle kısaca Akdeniz olarak bilinen kitap, tarihin öznesinin ne olduğuna dair tartışmalarda önemli bir dönüm noktasıdır. Annales ekolünün zaten tarihi küçük insanların tarihine dönüştürme çabasına ek olarak; Braudel, coğrafi yapıları, iklimi, gündelik hayatta kullanılan her türlü araç gereci de tarihin öznesi haline getirmiş ve aynı zamanda gerek zaman gerekse mekan algısını kökünden sarsmıştır. Tarihçilerin o devirde kullandığı Newton zamanını dışlamış ve kitabın anlatımını göreceli zaman üzerine kurmuştur. Zamanın hızı gerek mekandan mekana gerekse hangi zaman türünden bahsedildiğiyle ilgili olarak farklılık gösterir. Mekan algısı ise, Akdeniz'in sınırlarının konudan konuya göre değişiyor olmasıdır, yani anlatılan sabit bir Akdeniz bölgesi yoktur.(1)

*

Atlas Okyanusu'na Cebelitarık(Septe) Boğazı ile dar bir geçitle bağlı olan bu iç denizin; kuzeyinde Avrupa, güneyinde Afrika, doğusunda Asya kıtaları bulunur. Akdeniz 2.5 milyon km² bir alanı kaplar ve çevresiyle “Eski Dünya” adıyla anılır. Ta İlkçağdan beri düşünüldüğü halde, ancak 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla Kızıldeniz yoluyla Hint Okyanusu’na bağlanan Akdeniz, her dönemde istilacıların iştahını kabartmıştır.

İnsanlığın yaşamında su ve toprak her zaman önemli bir rol oynamıştır. Yaşlı Dünyamızın ilk dönemlerinden itibaren Akdeniz, bir mıknatıs gibi çok uzak kıyılarda bile yaşayan insanları çekmiş, büyük uygarlıklara beşik olmuştur. Akdeniz’e tümüyle sahip olan tek millet Romalılar olmuş ki, buraya Mare Nostrum(Bizim Deniz) derlerdi. Latince’de Mediterraneustan (Medi: Orta + terra: Toprak, yer), Yunanca'da Mesogeios, Arapça'da Bahre-l Mutavassit (ortada yer alan deniz), Farsça'da kullanılan Bahr-i Sefid adı Osmanlı dönemi haritalarında da gözükmektedir. İngilizce’de ise Mediterranean Sea denilmekte olup, bugün yaygın olarak kullanılır.

Akdeniz içindeki serpili adalar, kıtalar arasında ulaşımı kolaylaştırmış, böylece uygarlıklar arasında kültürden ekonomiye yoğun bir alış veriş ortamı oluşmuştur. Kıyılarda dizilen limanlar, ara denizlerle bağlantı sağlayan boğazlar tüm denizciler ve cihangirlerin rüyasını süslemiştir. Anayurtları dışında başka ülkelerde koloni kuran İonyalılar, Yunanlılar ve Fenikeliler Akdeniz ticaretinde önemli bir rol oynamıştır. Fenikeliler, Septe Boğazını aşıp kıyı kıyı Orta Afrika’ya kadar gidip, zenginliklerle dönerken, diğer ulusları hileyle o kıyılardan uzak tutmuşlardır. Orta Afrika kıyılarından getirdikleri iri yarı birkaç zenciyi, limanlardaki denizcilere gösterip; “Septe Boğazın’dan çıktıkları için karardılar ve dillerini kaybettiler, sakın Akdeniz’in dışına çıkmayın, siz de öyle olursunuz!” deyip, korkuttular. Efsane haline gelen bu olay uzun süre denizcileri Akdeniz’e hapsetti…(2) Akdeniz ticaretini ellerinde kurnazlıkla tutan Fenikeliler, ünlü kolonileri Kartaca yıkılıncaya kadar Romalıları parmaklarında oynattılar.

Akdeniz’i tümüyle denetim altına alan Romalılar’dan sonra, Bizanslılar Balkan Yarımadasından itibaren doğu ve güneydeki tüm kıyılarına egemen oldular. Emeviler’le başlayan İslâm fütûhatı, Anadolu’dan İspanya’ya dek uzandı ve sonuçta doğu ve güney kıyıları Müslüman oldu.

Türkler 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra dalga dalga Anadolu’ya yayılırken, kısa sürede Akdeniz’in kuzey kıyılarına(Ege) eriştiler. Akınlar sırasında Bizans’lılara tutsak düşen ve kişiliğiyle imparatorun güvenini kazanan Çavuldur Boyundan Çaka Bey, üç yıl sonra Aleksios Komnenos’un başa geçmesiyle, kaçıp Efes’te tersane kuran yakınlarına katıldı ve 1081’de İzmir’de, İlk Türk Derya Beyliğini kurdu. Daha sonra cihangir olmak isteyen B.Selçuklu Sultanı Melikşah, hanedan arasında çıkan kavgaları çözümlemek için yaptığı Suriye Seferi’nde Akdeniz’e ulaşınca, kılıcını kıyıdan epey uzaklaşarak suya sapladı ve Uygarlıklar Beşiğine ulaştıran Allaha şükretti.

Türkler’in Akdeniz kıyıları ve kutsal yerlere yerleşmeleri, Haçlı Seferleri’ni tetikledi. Bu durum Çaka Beyliği’nin sonu ve Türk ilerleyişini bir asırdan çok durdurduysa da, Alâeddin Keykubat Döneminde kurulan Alaiye limanı ile hem Akdeniz’de, hem de Karadeniz’de Türk Donanması ve tüccar denizcileri boy göstermeye başladı.

Moğol İstilasından sonra Batı’ya kaçan Türkmenler; İzmir’de Aydınoğulları, Balıkesir’de Karesioğulları, Muğla(Beçin)’de Menteşeoğulları, Antalya’da Tekeoğulları Beyliklerini kurarak, Anadolu’daki kavgalara karışmamak için yüzlerini Akdeniz’e çevirdiler. Kısa sürede Adalar Denizini (Ege) ele geçirerek, Mora Yarımadasına akınlar yaptılar. Bu dönemde İzmir’i üs edinen Gazi Umur Bey, hem körfezde bir hançer gibi duran Sen Piyer kalesindeki şövalyelerle savaştı, hemde adaları alarak, Mora Yarımadasını kuşattı. Hatta Fatih’ten önce, gemilerini kızaktan kaydırarak Korint Kıstağının batısına indirdi.

Osmanlı Beyliği güçlenip, Denizci beylikleri egemenlik altına alınca, tüm ilgisini İstanbul’a kaydırdığı için Akdeniz hakimiyeti Venedikliler ve Cenevizlilere kaldı. İstanbul’un Fethinden sonra Akdeniz’e açılan Osmanlı Donanması kısa sürede İtalya’nın güneyinde boy gösterdi. Fatih’in ölümünden sonra ilgi Doğu’ya kaydıysa da, ünlü denizciler İspanya kıyılarına kadar ulaştı. Engizisyon tehdidi altında inleyen Yahudileri ve Müslümanları kurtaran Kemal Reis’in adı bir efsane oldu.

Kanunî Döneminde Barbaros Hayrettin Paşa, Turgut Reis, Murat Reis, Salih Reis ve Piri Reis’in’in komutasındaki Osmanlı Donanması, İspanya, İtalya, Girit ve Batı’daki adalar dışında Akdeniz’i bir Türk Gölü haline getirdiler. Preveze Zaferi ve İnebahtı yenilgisi gibi olaylar Denizcilik Tarihi’mizde iz bıraktılar. İpek Yolunun yanı sıra Baharat Yolu’nun da denetimi Türklerin eline geçti. Bu durum karşısında Coğrafî Keşiflere başlayan Avrupalılar, siyasi kavgalarını Uzak Doğu ve Amerika kıtasına taşıdılar.

Duraklama Dönemi’nde Girit’in 24 yılda alınması, Osmanlı deniz gücünün Avrupalıların gerisinde kaldığını göz önüne serdi. Bu olay Batılıların gözünü yeniden Akdeniz’e çevirdi.

XVIII. Yüzyıldan itibaren İngiltere ve Fransa’nın Akdeniz egemenliği yarışlarına, Akdeniz’e ve oradan sıcak denizlere inmeyi amaçlayan Rusya’da katıldı. Osmanlı ticaretini denetimlerinde bulunduran Rumlar, Fransız İhtilâlinin ilkelerini Yunanistan’da yayarak, Batılıların desteğiyle bağımsızlık için ayaklandılar. 1827’de Navarin önlerinde Osmanlı-Mısır Donanması yakıldı. Bu olay Akdeniz egemenliğinde Türk Donanması için alarm zillerini çaldırdı. İlk buharlı
gemi 1827 yılında İstanbul'a getirilen ve halkın BUG adı ile andığı "Swift" gemisidir. II. Mahmud bu gemiye çok ilgi duyduğundan tersane için alınmasını emretmiştir.

Ruslar’ın 1870’te Baltık Denizi-Atlas Okyanusu ve Cebelitarık Boğazı yoluyla Akdeniz’e girip, Çeşme önlerindeki donanmayı yakması sonun başlangıcı oldu. Bu dönemde yanında aslanıyla dolaşan Cezayirli Gazi Hasan Paşa son büyük denizcimiz sayılır.

Aynı yıl içinde Akdeniz’de yeni bir güç, egemenlik yarışına katıldı; siyasi birliğini sağlayan İtalya…. Bir yıl sonra siyasi birliğini sağlayan Almanya da bu yarışta yer aldı, ama dolaylı yoldan. İngiltere’nin hayat damarı sayılan Hindistan’la bağlantısını engellemek için, Osmanlı Devleti’ne yanaştı ve Bağdat Demiryolu hattını inşa etmeye başladı. Birer sırtlan gibi Osmanlı topraklarını teker teker yutmaya başlayan Avrupalılar, XX. yüzyıla savaş tamtamları arasında girdi.

II.Abdülhamit Dönemin’de denizde ayaklanma çıkmasın diye donanma Haliç’e çektirilip, çürümeye bırakıldı. Böylece Türkler, Akdeniz’i tamamen Batılı Devletlerin güdümüne bıraktı. Trablusgarp ve Balkan Savaşlarının yarasını saramadan, imparatorluk kendini Dünya savaşı’nın içinde buldu.

Bu dönemlerde Osmanlı İmp’luğunun en işlek limanı Batıya açılan penceresi konumundaki İzmir’di. İzmir tapınakları, deniz ticaretine elverişli ortam hazırlayan limanı ve savunma tesisleriyle her dönemde önemini korudu. Çeşitli uygarlıkları tanıdı, Roma dünyasının seçkin kentlerinden birisi olarak anıldı. Bizans İmparatorluğu’nun dinsel merkezlerinden birisi ve onun başkenti seviyesinde kabul edilen ayrıcalıklarla donatıldı. Nihayet Türk Beylikleri döneminden sonra, dönemin dünya devleti Osmanlı İmparatorluğu’nun bir kıyı kenti haline geldi. Küçük bir kasaba iken dönemin koşulları ve bulunduğu yerin sağladığı olanaklar sonucu, Akdeniz dünyasının en önemli liman kentleri arasına katıldı. XVII. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun dünyaya açılan kapısı olma özelliğini kazandı. Sadece ticari yapıları ve hanlarının yayıldığı bölge bile, sıradan bir kentin tamamına denk gelecek genişlikteki bir alanı kaplıyordu.(3)

Gizli Antlaşmalarla İzmir’i bağlaşığı Yunanistan’a bırakan İngiltere, işgal için uygun zamanı kolladı. 15 Mayıs 1919’da İzmir’e Yunanlıların girmesi Türkler arasında bir infial yarattı. İzmir Türkler’in gözünde bir kadın şehirdi ve namus gibiydi. Aynı olayın Doğu’nunda başına geleceği düşüncesi(Ermenilere verilebilirdi), Türk halkının silaha sarılmasına yol açtı. 19 Mayıs 1919’da başlayan mücadeleyle, şehirden yaslı giden Türkler, 9 Eylül 1922 de Büyük Taarruz’la şen geldi… Cumhuriyet Döneminde yangın yerine kurulan FUAR ile İzmir eskisinden daha canlı bir liman kenti oldu.

DİP NOTLAR:

1-www.antoloji.com

2-Olayı anlatan İzmir sevdalısı Değerli Hocam Cevat Korkut’u rahmet ve saygıyla anıyorum.

3-www.izmirbüyükşehirbelediyesi.com

NOT: İkinci bölümde Sempozyum’dan alıntılar, İzmir’in geleceği ve “Akdeniz Yıldızı İzmir” şiiri yer alacak.

 
Toplam blog
: 214
: 5488
Kayıt tarihi
: 03.08.08
 
 

Emekli eğitimci, araştırmacı yazar, şairim. Ülkemin cennet ile cehennemi bir arada yaşadığı bir zama..