Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Haziran '13

 
Kategori
İnançlar
 

İbn-i Arabi'yi anlamak.

İbn-i Arabi'yi anlamak.
 

Arabi, düşünce yapısını Kuran'ın özü mahiyetindeki bilgiler üzerinde yoğunlaştırarak Vahdet-i Vücut kuramının temel taşlarından biri oldu. .........................


1165 yılında İspanya'nın Murcia kentinde dünyaya gelen büyük İslam âlimi İbn-i Arabi yazdığı yüksek düzeyli 500'e yakın eserinde, İslam'da gaye olarak bilinen "TEK"lik konusuna Vahdet-i Vücut teorisi ile çığır açmıştır.

İbn-i Arabi öğrenimini Sevilla'da tamamlamıştır. Hayatının büyük bir bölümünü yalnız olarak geçirmiş, dış dünyanın gelgitlerinin ortasında  kendine bir iç kale inşa etmeyi başarmış nadir insanlardan biridir.

Arabi, düşünce yapısını Kuran'ın özü mahiyetindeki bilgiler üzerinde yoğunlaştırarak Vahdet-i Vücut kuramının temel taşlarından biri oldu. Dış dünyadaki dalgalanmalar, karşısında savunmasız kalanların aksine , o olup bitenleri, evrensel aklın süzgecinden geçirerek kaos ortamlarının anaforlarından kendi kurtarmış, insanlık basamağında belirli bir noktaya gelmiştir.

Arabi ilk etapta Ebu Medyen'in görüşlerinden faydalandı. Sırasıyla Tunus'a, Fas'a tekrar Tunus'a ve Hac amacı ile Hicaz'a uğradı. Hac farizasını yerine getirdikten sonra iki yıl Mekke'de kaldı. Mekke’den Anadolu'ya geçti, Kudüs yolu ile Mısır'a gitti.

Mısır'da düşüncelerinden ötürü büyük bir tepki ile karşılaştı, şeriatla bağdaşmayan fikirlerinden dolayı başına gelmeyen kalmadı. Kendi duruşunu şekillendirdi. Son nefesinde söylediği bir söz Şam'da öldürülmesine neden oldu.

Muhiddin-i Arabi'nin açıklaması şuydu; "Sizin taptığınız tanrı benim ayaklarımın altındadır". Yani Beninin kölesi olan, tanrıya dayalı bir inanca sahiptir demek istiyordu. Koyu bir Arabi hayranı olan Sultan Selim, Mısır seferi dönüşünde Arabi'nin öldürüldüğü yeri kazdırdı, neticede küpler dolusu altın ve ziynet eşyası bulundu. Sözün hikmeti buydu.

Daha sonra Kasiyun Dağı’nın eteğinde türbesine gömüldü.

Onun 560 bölümden oluşan Futuhat-ı Mekkiye isimli eserinin yanı sıra Hz. Adem ile Hz. Muhammed as. arasındaki Nebilerin temsil ettikleri görüşlerin anlatıldığı Fususu'l Hikem isimli eseri en belirginleridir.

Arabi'ye göre kainat ve özü, Allah'tan başlayıp Allah'ta sona eren bir seyirdir. "O"ndan yola çıkıldıktan sonra, bir yetiştiricinin yol göstericiliğiyle Batın'ı Velayet mertebesi yani Velilik olan Hz.Muhammed (s.a.s.) efendimizin gerçeğine ulaşılır.

O yüzden insan, fıtrat diye tabir edilen biçimde belirli bir şekilde programlanmıştır, bu sistematiğin değişikliği ve birimin olgunlaşması neticesinde birimin birimliliği kalkar. Esasen birimselliği izafidir. Çünkü birim yoktur. Bu tasavvufun gerçek amacına ulaşılması demektir. Özetlemek gerekirse Fenaya ermek adı ile de bilinen bahsi geçen yaşam türü Vahdet-i Vücud'dur.

Vahdet-i Vücudile batıl bir görüş perspektifini yansıtan panteizm arasında kesinlikle bir bağlantı bulunmamaktadır. Şöyle ki; yenilenmenin mucidi gözüyle tanımladığım Üstad Ahmed Hulûsi’nin tarif ettiği bubakış açısına göre Allah her an ilminde, ilmiyle kendi manalarını seyreder, bu seyrin tabii sonucu-açığa çıkışı- ile aslı olmayan, esasen hayal olan mevcudat oluşur. Bu alem yoktan gelmiştir yok olacaktır. Anlatılan “her an yeni bir şanda oluşunun” açık ifadesidir.

Dolayısı ile Kainat Allah'tır görüşü yanlıştır, hayal mahsulü bir varlık veya 5 duyuya göre var olan varlıklar orijin olamaz, ancak varlığını da Allah'tan alır.

Başta da belirttiğimiz üzere Panteizm bakışı ise, dar bir skala ile "mevcudat Allah'tır" kavramını oluşturur. Birimlerin oluşturduğu tüm veya küll görüşü realiteyi yansıtmaktan oldukça uzaktır.

Belirtmek istediğim bir husus daha var. Vahdet-i Vücud görüşünü ortaya atan sadece Muhiddin Arabi değildir. İmam-ı Gazali de özellikle Mişkatül Envar (nurlar feneri) isimli eserinde bu konuya yoğun bir şekilde değinmiştir. BırakınızMuhiddin Arabi veya İmam-ı Gazali'yi bugün maalesef zahir ehlinin büyük bir ayıpla inkar ettiği veliler ve tüm Rasûller Risalet yoluyla Allah'ın "Tek" oluşunu ve Tek'ten başka hiç bir şeyin mevcudiyetinin olmadığını ifade etmişlerdir.

Bunu en iyi şekilde Kuran ve Hadis'lerde bulabilirsiniz. Hz.Muhammed'in (as), Vahdet-i Vücud ve Vahdet-i Şuhud görüşünün üstünde Şuhud-u Zat YAŞAMINA sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Bu boyut Muhammedilere aittir.

Muhiddin Arabizamanın dörtlerinden bir Veli idi. Yazdığı eserleri zevk alarak okumak ve yaşamak için oldukça geniş kapasiteli Kur’an bilgisine, tasavvuf ilmine ihtiyaç vardır. Bu ilimde kullanılan mecazi isimler, Allah'a ulaştıran idrak basamaklarını yakalamaya vesiledir. Ancak değişim süresince bu ifadeler yerini farklı kavramlara bırakabilir.

Ne varki; bu ilimden nasibi olan veya olmayan Arapça, Farsça dillerini bilmekten ötürü, belki hatır, belki ticari amaç için, biraz da çeviririm ümidiyle orijininde olmadığı halde, Arabi'nin eserlerini yanlış yorumlamak zorunda kaldılar.

Bunlardan bir tanesini size örneklemek istiyorum;

Muhiddin Arabidiyor ki "İlim Maluma tabidir"

İlim Maluma tabidir ne demek önce bu konuyu irdeleyelim. Malum ilmi kendinden Allah'a vermiştir ve Allah malum olan şeylerden aldığı ilme göre onların kaderlerini yazmıştır şeklindeki görüş neticesinde cüz-i iradeyi var kabul etmektedir.

"Malum" var olan sonsuz şeyler anlamındadır. Bütün mevcudatta var olan her nesne, malum kelimesinin içine girer, İlim Allah'ın ilmidir ve Allah ilmiyle olmuş ve olabilecek her şeyi gördü ve onların neler getirebileceğini bildi ve o biliş neticesinde onların kaderlerini yazdı. Yani o nesneler kendi istidat ve kabiliyetlerinin gereği olarak neleri oluşturabileceği hakkında Allah'a bilgi verdi. Allah'ta bu ilme göre onların kaderlerini yazdı. İşte bu görüş "İlim Maluma" tabidir şeklinde anlatılır. Kısaca kainat var olmazdan önce ezelden ebede var olacak şeylerin neler yapabileceği konusundaki kabiliyet ve istidatlarını Allah'ın ezelde bilmesi ve ona göre takdirde bulunması İlmin Maluma tabi olmasıdır.

İkinci görüş ise Malum ilme tabidir. Buna göre Allah var olan manalara göre varlıkları meydana getirmemiştir. Yani Allah ilmi bilinen şeylere, yani maluma, malumun çıkış kaynağı olarak bilinen isimlerin manalarına tabi olarak meydana gelmemiştir. Allah ilmi sayısız manaları ilminde meydana getirmesi dolayısıyladır ki malumdan bir ilim sahibi olmamış ve malum ilme tabi olmuştur.

Bütün bu bilgilerin ışığında önce şunu kesin olarak belirtmek gerekir ki Vahdet (Teklik) ilmi'ne sahip olan bir Veli'nin, hele hele bu noktaya çalışma ile gelmemiş bir evliyanın kati surette ilim maluma tabidir demesi yukarıda belirttiğimiz gibi irade-i cüziyyeyi kabul etmesi mümkün değildir.

Zira Velayet-i Kübra'da mevcut olan Nübüvvet ilminde Hakk'ın Halk'a tenezzülü geçerlidir. Yani bir iniş söz konusudur, çıkış değil. Mertebe Vahidiyet, Sıfat mertebesi olduğundan, Esma'ya tabi olmak gibi bir zorunluluk yoktur. Dolayısı ile bu mertebedeki ilim de, malum ilme tabi olmuş olur.

Bütün bu hususları değerlendirdiğimizde İnsan-ı Kamil isimli eserin yazarı olan ve İnsan-ı Kamil mertebesinde bulunan Abdulkerim Ceyli hazretlerinin Muhiddin Arabi hakkında söylediği "Vahdet ve diğer bir çok konularda isabet kaydetmesine karşın, ilmin maluma tabi oluşu hakkındaki fikri yanlıştır" sözünün altında pek çok hikmetin varlığı yatar.

Evet İbn-i Arabi'ye göre İlim Maluma değil Malum İlme tabidir. Ayanı sabite “vücud kokusu almamıştır” diyerek bu açıklğı ifade eden birinin, ilim maluma tabidir demesi için başka bir sebebleri vardır.

Bu özel konumu sizlerin derin düşüncelerine bırakıyorum.

Diğer yandan kökeni Hz. İdris Nebi'nin ilmine dayanan burçlar konusunda da Muhiddin Arabi'nin orijinal görüşleri vardır. O;

"Dünya Yengeç burcunun etkisi altındadır, Berzah alemi ise Başak burcunun hükmündedir. Ayrıca bir de Dünyanın ateşe dönmesi durumunda sahibi Yengeç burcu olmaktan çıkar ve Terazi burcunun hükmüne girer... Cehennem ateşine düşenlerin azabı sona erdiğinde ise İkizler burcu Dünyayı teslim almış olur. Cennet ve Cehennem ehline nezaret hakkı da 12 burca verilmiştir. Cennetteki hükümler hep bu 12 burçtan çıkar"demektedir.

İlginç olanı İbn-i Arabi'ye bazı tasavvuf ehlinin dahi aşırı tepki göstermesi ve tenkid etmesidir. İslam Anayasasını anlamada bize yardımcı olan İbn-i Arabi'ye yapılan saldırı - eleştirileri seyrediyoruz.

Ancak unutulmamalı ki Galile'yi "dünya dönüyor" dediği için Engizisyon mahkemelerinde süründüren zihniyet, benzer bir akım Arabi'yi de mahkum ediyor. Kuşkusuz düşüncelerini akıl süzgecinden geçirmeyenler zamanla çok daha derinleşen bir uçuruma düşecektir.

 

Bizden söylemesi!

 

Ahmed F. YÜKSEL

 

 
Toplam blog
: 636
: 9957
Kayıt tarihi
: 14.12.11
 
 

Araştırmacı Yazar.. ..