Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '13

 
Kategori
Felsefe
 

İç çatışması ve şiddet

"İlim İlim Bilmektir İlim Kendin Bilmektir". - Yunus Emre

Her insanoğlu binlerce yıllık insanlık geçmişinin belleğini taşır.

Biz ne kadar fiziksel özelliklerimizle, rengimizle, cinsiyetimizle, ayrı karakterlerimizle, ayrı yeteneklerimizle farklı görünüp, farklı bireyler olduğumuzu iddia etsek de binlerce yılın korkularını, koşullanmalarını, birikimini, deneyimini, geleneklerini, kültürünü, alışkanlıklarını ve bağımlılıklarını taşırız. İçinde yaşadığımız toplumun bütün değerlerine uygunluk göstermeye çalışırız. Toplumda kabul gören inançlara, yetkelere, ideolojilere, fikirlere, ilkelere, yaşam biçimine uyumlu davranarak bu toplum içinde güvende olacağımızı düşünürüz. Toplum içinde varlığımızı sürdürebilmek için genellikle boyun eğmeyi yeğleriz. Çünkü dışlanmaktan, yalnız kalmaktan korkarız.

Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmez, hep toplumun istediği, onayladığı, ödüllendirdiği, beğendiği, takdir ettiği biri gibi olmaya çalışırız. Başarılı, hırslı, zengin, güçlü ve yarışmacı olmaya özendiriliriz. Aksi takdirde ayakta kalamayacağımızdan korkarız.

Sürekli biri gibi olmaya çalışmak ve geçerli değer yargılarına göre bir hiç olarak yaşama korkusu içimizde büyük çatışmalara neden olur. Çatışma ve kaos içindeki insan bu iç çatışmasını daha büyük çatışma ve şiddet olarak dışa yansıtır.

İnsanın arka tasarında ne kadar yetke, ideoloji, inanç, fikir, koşullanma, ilke, ideal, bağımlılık, gelenek, doğma, töre varsa o kadar da iç çatışması vardır. Bazen bunlardan birine veya birkaçına meydan okunduğunda kişi bu saldırının kendine yapıldığını ve bu uğurda şiddet uygularken veya şiddete maruz kalırken haklı olduğunu düşünür.

Kendinin bilgisinden yoksun, içindeki şiddettin farkında olmayan insan şiddetin doğuşunu ve izlediği yolu, giderek daha da artan bir öfkeye dönüşünü ve yıkıma varan sonuçlarını da göremez.

Karların aniden erimesiyle dağların eteklerinde başlayan su akıntısının önce ince dereleri doldurması ve ince derelerin giderek daha büyüyen ve kabaran sularla sele dönüşmesi gibi öfkemiz de sonu yıkıma varan şiddete dönüşür.

Bizim bağlandığımız şeylere, özdeşleştiğimiz değerlere, koşullanmalarımıza, dinimize, bayrağımıza, milliyetimize, mezhebimize, töremize, yetkemize, ideolojimize, tuttuğumuz futbol takımına kadar daha onlarca, yüzlerce şeyimize bir saldırı olduğunda veya biz öyle algıladığımızda önce zihnimizde bir tepki olarak başlayan ve buna karşı kendimizi savunma düşüncesi, bağımlılığımızın derecesine göre öfkeye ve kendimize başka yandaşlar bulduğumuzda da toplu eyleme ve şiddete dönüşür. Düşüncenin  izlediği bu yolu, geçtiği aşamaları bilmeden, bunların farkında olmadan şiddet sona ermez.

İnsan, bağlandığı, özdeşleştiği, onlarsız kendini bir hiç olarak gördüğü, yalnız ve dışlanmış hissettiği değerleri saldırılara karşı korumak için şiddete başvurmaktan kaçınmaz. Çünkü bağlandığı şeylerde kendine sürekli ve kalıcı bir güvenlik arar.

Belki de insanoğlunun en büyük yanılsaması budur. Bu dünyada kalıcı ve sürekli bir güvenlik yoktur. Fakat insanın bu arayıştaki ısrarı insanlık tarihinin başlangıcından bugüne kadarki şiddetinin de nedenidir.

Bu uğurda insanlık önce topraklarını bölmüş, sınırlarını kilometrelerce devasa kalelerle, surlarla düşman gördüklerinden ayırmıştır. Coğrafi sınırlarla başlayan bölünmeleri başka bölünmeler izlemiş ve insanlığın her bölünmesi büyük çatışmalara, büyük savaşlara neden olmuş, kan, gözyaşı, acı ve ölüm getirmiştir.

Dilini ve kültürünü o sınırlar içinde geliştirmiş, kendine özgü, inançlar, ritüeller, yetkeler, gurular, simgeler, bayraklar ve koşullanmalar yaratmıştır. Sahip olduğu bu değerleri başkalarına da bazen şiddet kullanarak, bazen gücünü göstererek kabul ettirmeye zorlamış veya canı pahasına korumaya çalışmıştır.

Oysa uğruna savaşlar verilen, milyonlarca insanın ölümüne neden olan bu değerler sadece insan düşüncesinin ürünüdür. Hava, toprak, su gibi yaşamsal bir gerçekliği yoktur.

Düşünce Ben Merkezlidir

İnsan yaşamı boyunca yarattığı imgesine sıkı sıkıya bağlanır. İmgesi olmadan bir hiç olduğunu varsayar. İnsan için kendi imgesi ne kadar önemli ise toplumlar için de yarattığı medeniyetler ve kültürler o kadar önemlidir. Bunların hepsi de insan düşüncesinin ürünüdür.

İnsanlık tarihi klan, ırk, din, milliyet, ideoloji, siyaset, medeniyet savaşları ile doludur. Binlerce yıl süren bu savaşlarda büyük acılar, ıstıraplar çekmesine rağmen ne bir ders almıştır ne de bir sonuç.

İnsanlığın, nedeni ne olursa olsun ister coğrafi, ister ırk, dil ve kültür, ister din, mezhep, ideoloji, fikir, parti, ister şimdiden öngörülemeyen başka bölünmeleri de, günümüzde sahip olduğu modern teknoloji ve ölüm kusan makineleri ile giderek büyüyen bir şiddet, acı ,ıstırap, ölüm ve yıkım getirecektir.

İnsanın kendisinde bir farkındalık gelişmedikçe ülkelerin idare biçimleri, rejimleri, ideolojileri, fikirleri değişse bile insanın arka tasarında bağlılık ve bağımlılıklar olduğu sürece iç çatışması, korkuları dolayısıyla şiddeti de olacaktır.

İnsan düşüncesinin bir ürünü olan kendi kültürü  ve medeniyeti aynı zamanda kendi bağımlılığının ve kendi korkularının, kendi şiddetinin de nedenidir.

Dünyada şu gün  birçok yerde yaşanan terörün, kargaşanın, çatışmanın, savaşın ve yıkımın özünde, belleğimizde kök salmış bu bağımlılığın ve bölünmenin, bizler ve onlar ayrımının, giderek düşüncelerimizde yarattığımız korkuların, düşmanlıkların izlerini kolaylıkla görebiliriz.

Yarattığımız korkular ve düşmanlıklar her geçen gün hem içsel hem dışsal özgürlüğümüzü kısıtlıyor. Enerjimizin çoğunu hiçbir gerçekliği olmayan, sadece düşüncelerimizle, fikirlerimizle beslediğimiz düşmanı yok etme, sindirme, boyun eğdirme isteğimiz ve öfkemiz için harcıyoruz.

Daha büyük ordularımız, daha gelişmiş silahlarımız, daha hırslı siyasetçilerimizle her an savaşa hazırız. Eğer sınırlarımız, ırkımız, dinimiz, milliyetimiz, bayrağımız ya da koşullanmalarımız, kültürümüz, ideolojimiz, simgemiz, gurumuz, önderimiz, kurtarıcımız bizim için vazgeçilmezler ise ve biz onlara derinden bağlanmış isek ordumuzla, silahımızla, bütün gücümüz ve enerjimizle bu uğurda savaşıyoruz.

Sonuç genellikle kocaman bir hiç oluyor.

Geride sayısız ölümler, acılar ve yıkım kalıyor.

İnsanoğlunun geçmişi bu tür acılar ve yıkımlarla doludur.

Şimdiye kadar hiçbir devrim, hiçbir din, hiçbir ideoloji, hiçbir felsefe, hiçbir fikir, hiçbir akım, hiçbir savaş bu durumu değiştirememiştir. Asıl devrim, asıl değişiklik insan zihninde olur. Dıştan gelen bu rüzgarlar suyun yüzeyini dalgalandırmaktan öteye gidemez. Dalgalar durulduğunda, suyun derinliklerinde her şey eskiden olduğu gibi devam eder.

Sahip olduğumuz enerjiyi, bilgiyi, gücü, teknolojiyi bu Dünyadaki açlığa, susuzluğa, yoksulluğa, cehalete, doğanın korunmasına çare olarak kullanacağımıza savaşlar ve yıkımlar için kullanıyoruz.

Dünya savaş yangınlarıyla kirleniyor, zihnimiz acılarla.

Her savaştan sonra kinimiz, nefretimiz biraz daha artıyor.

İnsanlığın ve doğanın geleceğine dair endişemiz büyüyor, umudumuz azalıyor. İntikam, kin duyguları, sindirme, yok etme isteği, güç ve nüfuz sahibi olma isteğiyle şiddet bütün topluma yayılıyor.

Sağlıklı, soğuk kanlı düşünen insanlar azalıyor ya da seslerini duyuramıyor, dışlanıp, suçlanıyorlar. Hatta hain ilan ediliyorlar.

Bitti gibi görünen her savaş başka savaşlar doğuruyor.

İçimizdeki şiddet  eğilimi o kadar baskın ki savaşların acı ve yıkımdan başka bir sonuç getirmediğini bir türlü göremiyor, ya da zaman içinde unutuyoruz.

Biz geçmişin ürünüyüz. Genlerimizde bütün insanlığın bilgisini taşıyoruz. Şiddet yüklüyüz. Ters elektrikle yüklü bulutlar gibi bizim bağlı olduğumuz değerlere ters bir elektriklenme sezdiğimizde bütün şimşeklerimizi üstüne salıyor, yani sahip olduğumuz enerjiyi bu uğurda harcıyoruz.

İçimizdeki şiddetin dışa vurumu olan çatışma ve savaş için sayısız bahanemiz, bir o kadar da fikrimiz var. Olmasa da yaratıyoruz.  Toplumu oluşturan insanların bağımlılıklarının sayısı kadar korkumuz ve şiddet için nedenimiz var.

Bu bazen bir bayrak, bazen bir ideoloji, bazen bir inanç veya tarikat, bazen bir renk, bazen bir simge, bazen bir madde, bazen de bir hiç olabilir.

İçimizdeki şiddetin varlığını bilmek ve hareketini gözlemlemek, izlediği aşamaların farkında olmak, şiddetimizden kurtulmaya çalışarak veya şiddete karşı savaşarak başka şiddetler yaratmaktan daha gerçekçi bir yoldur.

Şiddet bizden ayrı bir  şey değildir.

Biz şiddetiz, şiddet biziz. Şiddetimizin, hırsımızın, açgözlülüğümüzün, kinimizin, nefretimizin, öfke-mizin, kıskançlığımızın farkında olmak ancak ‘kendinin bilgisiyle’ yani kendini bilmekle olur. Kendinin bilgisinden yoksun kişi korkularından, iç çatışmalarından kurtulamaz ve bunları  şiddet olarak dışa yansıtır.

İçsel ve dışsal bir düzen kuramaz. İç çatışmalarıyla, kaos içinde yaşarken, nasıl dışsal bir düzen kurabilir, nasıl kaos yaratmadan yaşayabilir?

İç, daima dışa yansır ve daima dıştan daha güçlüdür.

Zihnimizin en önemli etkinliği düşüncedir. Düşünce hızlı ve kurnazdır.

Düşüncenin zihnimizdeki her hareketini gözlemlemek ve her an büyük bir dikkatle farkında olmak ancak kendinin bilgisi yani kendini bilmekle olur. Kendinin Bilgisi insanın en büyük devrimidir.

RIFAT KAYIN

16-02-2010


 

 
Toplam blog
: 36
: 2563
Kayıt tarihi
: 13.09.11
 
 

Eczacı, Optisyen Fizik, özellikle optik fizik konusuna ve genel olarak görüntü ve ses teknolo..