Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '16

 
Kategori
Deneme
 

İç güveysinden hallice

İç güveysinden hallice
 

Dünya gittikçe yaşanması mümkünken, yaşanması mümkün olmayan bir yere doğru hızla değişiyor.

 İyi insanların kaybolduğu ya da kendi yalnızlıklarına çekildiği bir dünyada kötüler hüküm sürüyor.  Teknoloji geliştikçe insan kendi yalnızlığı ile buluşuyor. Bu yalnızlığın içinde kendi sesimizi bile duymuyoruz. Hep başkalarının özel hayatı ya da sosyal medyaya yüklediği fotoğrafların peşindeyiz. Bak o bunu yapmış, bu bunu almış diye yaratılan sahte dünyanın, sahte insanlarına dönüşüyoruz. Kendimize bir dünya çiziyoruz ve onun dışına çıkmadan her yeri, her şeyi belgeleriyle ölümsüzleştiriyoruz.

Bu durumda insan kendi sesini bile duyamazken başka bir insanın sesini nasıl duyar ki?

Duyamıyor da.

Yıllarca bize anlatılan tüm masalların sonunun mutlu bitmesi gibi bekliyordum yaşamı. Yıllarca izlediğimiz, yine olsa yine izleriz dediğimiz o eski Türk filmlerinde ki gibi iyiliğin, aşkın, sevginin,  dostluğun kazandığı filmleri izleyerek büyüdüğüm bir dünyaya olan inancım gittikçe kayboluyor. Daha güzeli, daha iyiyi bulacağımı zannederken hep daha çirkin ve daha kötü insanların, betonla örülmüş yalnızların arasında yaşamaya mecbur bırakılıyoruz. Burada ki çirkin ifadesi yanlış anlaşılmasın yüreğinin kötülüğü, içinin fesatlığı, yüzüne yansımış ikiyüzlü nankör insanlardan bahsediyorum. Sahte gülüşleri görüyorum, samimiyetsiz ifadeleri duyuyorum. Ve tüm bunları duydukça, gördükçe ben kahroluyorum. Daha çok yalnızlaşıyorum. Issızlaşıyorum. Kendi kabuğuma çekiliyorum. Kelimelerimi daha az kullanıyorum. Ve yine değmediğini ya da değmeyeceğini bildiğim tüm insanların sahte gülüşlerinde ben biraz daha eksiliyorum. Hani şair diyor ya: “insan olan yerlerim çok ağrıyor.” Diye onun ne hissetmiş olabileceğini ya da ona bu dizeyi yazdıran sözlerin esaretinde yaşıyorum nicedir.

Yalnızlığım ise giderek büyüyor. Bir yangına dönüşüyor içimde. Ve bu yangın büyüdükçe, ben giderek susuyorum. Eskisi gibi gülmüyor gözlerim. Eskisi gibi gülümsemiyorum. Gülüşlerimi çalan bir şehrin içinde nefes alamadığımı düşünüyorum. Oysa öyle mi olmalıydı? Bunu mu hayal etmiştim yıllarca. Enerjinizi sabahtan akşama kadar alan betonların ve dört duvarın arasında kalan bir kurum ve içine hapsedilmiş bir hayat. Kuralları başkaları tarafından yazılmış sizin uymanız emredilmiş!

 O anlarda gidip bir dağ evine ya da bir köy evine yerleşmeyi hayal ediyorum. Ve orada oturup saatlerce yazmayı. Bir elmayı dalından koparıp yemeyi, bir ineğin taze sütünü içmeyi, çiçeklerle bezenmiş bir bahçenin ortasında durup o mis gibi çiçeklerin kokusunu içime çekerken dünyaya kafa tutmayı ne çok isterdim. Ayaklarım toprakla özgürce buluşunca tüm varoluşçuları selamlamayı da asla unutmazdım. Çok mu zor bu? Büyük şehrin arasında bana benzemeyen insanların içinde yaşamak ve bir telaşın koşturmacının ortasında kalmak beni çok yordu. En basitinden büyük şehrin gürültüsü ve trafiği, asla uyulmayan kurallar.

“Kuşları boğdular, çimenleri söktüler. Yollar çamur içinde kaldı. Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin kötü olacak. Biz kuşları ve mavilikleri çok gördük, sizin için çok kötü olacak. ”derken meğer ne kadar haklıymış Sait Faik. 

Kısacası dostlar anlamak beni çok yordu. Artık anlamak istemiyorum. Ben bir dağ evine yerleşmek ve orada edebiyata sarkıntılık yapmak istiyorum.

Olamaz mı? Belki bir gün neden olmasın değil mi?

Cennet Güvenç

 
Toplam blog
: 27
: 589
Kayıt tarihi
: 19.02.13
 
 

Aylak  Madam. Felsefezede. İdealist bir öğretmen. Edebiyat, kitap okumak, film izlemek ve güzel y..