Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '16

 
Kategori
Deneme
 

İçerde Ekmek kokusu, dışarda acıkmış Kuşlar

İçerde Ekmek kokusu, dışarda acıkmış Kuşlar
 

kalbimizden öğrendiklerimiz


“İlk öğretmenimiz kendi kalbimizdir”
 
Kızılderili Atasözü
 
Kendimle konuşmaya, iç sesimi dinlemeye daha çok zaman ayırmalıyım diyeli epey oluyor ama uygulaması hemen oluvermiyor maalesef. Çünkü alışkanlıklarımızı, çevremizde bizi alıkoyan şeyleri bırakmak en zorlandığımız konu nerdeyse. Gözümüzü açar açmaz elimize aldığımız telefon en baş müptelamız. Onlar çok akıllı, ama bizi akılla hareket etmekten uzaklaştırdıkları da su  götürmez bir gerçek.
 
Kendimle konuşmaktan bahsediyordum. Bazı geceler, bazen günün farklı dingin anlarında bir boşluğun oluştuğunu farkederim içimde. İşte o boşluktur bizi biz eden, kendimizi farkettiren, yaratabildiğimiz, görebildiğimiz işitebildiğimiz anlar… Teslim olduğumuz anlardır onlar. O anda düşünceler, beklentiler, yargılar kalkar ve bir belirgin genleşme hissedilir. Zaman genişler, gönül genişler, bakışlar keskinleşir, duyular derinleşir. Başlı  başına bir haldir yaşanan.
 
Özel manevi öğretmenlerimle yaşadığım bir alışverişteki gibi suskun ama yanıtlarını en net bir biçimde aldığım iletişim biçimindeyimdir o an; kendimi sevdiğim, ben olduğumu ve var olduğumu hissettiğim… Bu hissi meditasyonlarda yaşarız bir de. İster yönlendirmeli, ister nefesle yapılan, sadece gözleme ya da “seyir”e dayalı meditasyon/dalınçlar olsun, bu  hali yaşamamıza yardımcı olurlar. Ama bunu herhangi bir çaba olmaksızın yaşadığımız zamanlar da vardır. Bazen bir ağırlaştırılmış çekim gibi  görünür herşey ya da yerçekiminden uzaklaşmış gibi hafifler insan o anda, uyku hali , “yakaza” hali gelir ama bilinç açıktır. İşte o anlar çok şey  öğretir insana.
 
Dün geceden pişirdiğim ekmeği, sardığım bezinden çıkarırken tam o hali yaşadım. Artık  farkında olduğum için bıraktım kendimi ve zevkine daldım. O anda bezin içinde kalan ekmek kırıntılarını karda yiyecek  bulamayacak olan kuşlar için ayırmaktaydım. Ve anladım ki yaptığım en önemli iş şu andaki bu işimdir. Bazen olamadıklarımız, yapamadıklarımız, başaramadıklarımız gibi kaygılarla kendi hayatımızı zehre dönüştürürüz. Oysa varoluş, bir şey olmaktan önce, olmayı gerektirir. Aldığım nefesin farkındalığıyla bir kuş için ayırdığım ekmek kırıntıları, onları torbaya koyarkenki zamanın genleşmesi, gelen kokuyu almam, gönlümdeki ferahlık duygusu ile ben vardım, o andaydım ve hissettiğim en önemli duygu şükür ve neşe idi. O anda, orada, hamd ile…
 
Aynı sema yaparken yaşadığım neşe duygusu gibi ve birkaç gün önce Oruç Hocam ve bazı dostlarla sofrada iken içime gelip de paylaştığım aynı neşe duygusu gibi… Allah’ı neşe ve huzur olarak algıladığımdan beri, onu yaşadığım andaki tarifsiz, tanımsız, sebepsiz gelen bu duyguya sonsuz saygı ile…
 
Elimi bilgisayarın klavyesinde dolaştırırkenki farkındalık ve hamd, o anda yaptığım işin en önemli iş olduğunu hatırlattı. Kuşlara ekmek toplamak, bir yudum suyu hissederek dudaklarıma götürmek, yıkadığım bulaşığa gözlerim yaşararak bakmak, bir an sonra ne olacağı kaygısından azade, aldığım nefesin sadece burnumdan giren hava olmadığını bilmek ve yaşamanın işte sadece o an olduğunu idrak edebilmek… Varlığın birliğinde eriyip giderken o bütüne ilişebilmek… Olanı olduğu gibi seyretmek, zamanı ve mekânı tam orada algılayabilmek…
 
Hayatın ve insan doğasının bir ritmi, bir özgünlüğü var muhakkak. Ancak biz değiştirdik herşeyi, bir koşturmacadır gidiyor hayatımızda. Çok yakın zamanda edindiğimiz bilgiye göre, “insanlığın yükselişine hizmet eden büyük müzisyenlerin besteleri bile, ilk yapıldığı  zamanki ritmde çalınmıyor”. Herşey gibi onlar da mutasyona uğramışlar. Kendimizi tüketircesine yaptığımız işler, farkında olmadan yaptığımız işler, koşturmalar, birbirimize karşı geliştirdiğimiz sömürü düzeni, dahası dahası diyerek zevkler ve eşya edinmedeki doymak bilmezliğimiz, bizi bizden her geçen gün uzaklaştırıyor, yabancılaştırıyor, hastalandırıyor.
 
Bu düzenin içinde yaşarken koşturmasak, çalışmasak, gerekleri yerine getirmesek paslanacağız ama dengemizi de korumak  zorundayız. İşte bu nedenle kendimizi sık sık hatırlayıp bu rezonansı, ritmi dengelemek için çalışmalıyız. Elbette namaz, meditasyon, müzik, dans, doğa bu araçlar arasında sayılabilir. Farkındalığı sağladıktan sonra ise yaptığımız her iş meditasyon ve ibadet haline gelebilir. Hal böyle olunca insanın kalıplardan sıyrılarak, kendini bütün hücreleriyle dahil ederek yaptığı her eylem, yaratılmış diğer bilinçli varlıklara yaptığı her hizmet de kişiyi aynı bilinç ve denge noktasına getirebilir.
 
Zaten bütün öğreti ve tekniklerin amacı da bu değil midir? Yeter ki insan hallerimizi  görebilelim, nefsimize, şeytanımıza, zaaflarımıza aşina olabilelim. Onların içimizde olduğunu kabul edebilelim. Sonra da o yükselmiş, genişlemiş, boşluğu yakalamış hallerimizle dokunduğumuz herşeyi güzelleştirebilelim. Ahmet İnam Hoca'nın deyişiyle “içimizdeki hayvanı bastıracağız derken içimizdeki insanı bastırmayalım”. Kendimize daha çok zaman ayıralım ki kendimizle daha çok tanışalım, insan tarafımızı daha çok çıkaralım.
 
Ben bu sabah kendimi dinlerken bunları işittim. Anlamını karşılayabildiğini düşündüğüm kelimelerle anlatmaya çalıştım. Şimdi heryer kar, evde ekmek kokusu var. Ama dışarda acıkmış kuşlar, üşüyen çocuklar…
 
Toplam blog
: 35
: 155
Kayıt tarihi
: 07.01.14
 
 

Hacettepe Ü. İİBF Yüksek Lisans Ankara Ü. Din Psikolojisi Doktora Araştırmacı- Yazar ..