Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mayıs '16

 
Kategori
Güncel
 

İçi Asyalı, Dışı Antarktikalı

İnsan, biriktirdiğini yansıtan bir aydır, bir aynadır. Bulunduğu ortam ve bu ortama gelen verileri bünyesinde toplayan, sonra kullan ilginç bir ayna. İnsanın bu özelliğini bilen uzmanlar için insan tedavi edilirken dahi sorulan sorular aslında bu insanın bu özelliğine dairdir. Doktor tedavi ederken, mesleğini sorarken, psikolog da çocukluğundan başlar. Her halde günümüz koşullarında ne yediğini, tür kitaplar okuduğumuzu, hobilerini ekleseler daha güzel olacak.

İnsanlar her ne kadar özgür, kendi kararlarını kendi alabilen bir varlık olarak nitelese de kendini çoğu zaman bu özelliğini kullanamazlar. Kişinin bağımsızlığını kullanması demek,  çoğunlukla da kendini bulunduğu ortamı terk etmeye zorlayan iç ve dış baskılarla karşı karşıya gelmektir.

Bu toplumsal menfaatçilik kavramı ile yaşayan birisi için oldukça zor bir durumdur. Günümüz modern insanı kendi işini kendi görmekten, gerçekte bağımsız yaşamaktan son derece uzaktır. Çünkü bağımlılık ilkesi gereği yetiştirilmiştir. Hayatını idame ettirebilmek için tüm becerileri bulunduğu ortam gereği elinden alınmıştır. Misal bir kişi aldığı eğitim ile doktor olmuştur, çok iyi doktor olması yaptığı işle ilgili bilgilerinin çok mükemmel olması onun çok iyi sebze yetiştirmesini sağlamaz. Karnını doyurmak için, yiyecek sektöründe bulunan insanlara bağımlıdır. Giyinmek için tekstil sektörüne bağımlıdır. Kısaca doktorluk hizmetleri de dâhil olmak üzere tüm sektörlerle ilgili bağımlılık ilişkisine sahiptir. Çok iyi eğitimli olmak      demek bağımlılık ilişkisini görüldüğü gibi azaltmadı. Hatta sosyal çevresi dolayısıyla bağımlılık ilişkisi azalacağına arttı. 

Gelişmiş ülkeler bağımlılık ilişkileri bakımından incelendiğinde, az gelişmiş ülke vatandaşları hayatlarını kolaylaştıran sistemleri kendileri imal edemediğinden, çoğunlukla yönetim ve organizasyon yeteneğinden yoksun olmaları, bölgesel ve iklimsel farkları oluşturuyor. İnsanlar doğal olarak, yaşadıkları bölgenin de karakterine bürünürler. İklimsel olarak kuzeye yakın bölgeler sebze üretimi yeterli olmayacağı için bu ihtiyaç revize edilir. Sebzenin yerini daha ziyade et alır. Sebze, otla beslenen ve etle beslenen hayvanlar arasında dahi yırtıcılık güç bakımında ciddi fark bulunduğu herkesin malumudur. Benzer farklar insanlar arasında da vardır.

Modern, ilkel dünya ya da insan arasındaki en önemli fark, ilkel olarak kabul edilen, toplumlar kendi imkânlarıyla kendi kendine yeterli olma mücadelesi vermekte iken,  medeni dünya ile kurduğu her bağdan sonra bağımlılık ilişkisi daha artmış, kişi endüstri toplumlarının aktif müşterisi haline gelmiş demektir. En az ilişki kuran topluluk ya da topluluklar en ise en "ilkel" kabul edilmektedir. Zarar verebilme yeteneği bakımından değerlendirildiğinde “sözde ilkel” toplumlar kendi örf ve âdetini diğer endüstri toplumlarına her hangi bir zarar vermeksizin yaşamlarını devam ettirmekledirler. Kaldı ki, diğer toplumlara zarar verme kabiliyetleri de yoktur. Bu durum dahi onların endüstri topluklarının "avı" olmasını önleyememiştir

“İlkel” toplumlar; doğa katliamına karşı kurulan organizasyonlar, hayvan hakları savunucuları gibi organizasyonlar kurmaları da mümkün değildir. Dahası söz konusu organizasyonların tamamı endüstri topluklarının organizasyonları olmaları da büyük bir çelişkidir. Sanki doğayı “İlkel Afrikalı” katlediyor. Yapılan bir araştırma bir Amerikalının bir Afrikalıya göre dünyadaki kaynakların 20 katını kullanmakta, dünyayı 20 kat daha fazla kirletmektedir. Medeniyet böyle bir şey olsa gerek.

Bu bakımdan incelendiğinde tüm eğitimlerin, eğitim sistemlerinin en önemli amacının, potansiyel müşteri ve üretim dolayısıyla daha fazla tüketim dengesini sağlamaktır. Bu konudaki organizasyonların en önemli hedefi ve bağımlılık ilişkisini sürdürülebilir kılmaktır. Bu mantıkla “en bağımsız”  “en ilkel” demektir.

Toplumların yönetiminde önemli bir detay da, kişilerin kişiliklerinin sonsuz baskı altına alınmasıdır. Baskı kurma, bağımlılık yaratmada televizyon, radyo ve daha birçok baskı aracının hep birlikte kullanılmaktadır. Göç baskısı bunlardan en önemlilerinden bir diğer yöntemdir. Neredeyse hiç kimse günümüzde doğduğu yerde yaşayamaz oldu. Herkes göç etmek zorunda. Çünkü iş planlamaları endüstri topluklarının isteğine göre yeniden tasarlandı. Söz konusu insanları bölgelerinden koparmanın en kolay yolu kişilerin ihtiyaç güdüsü arttırılarak, önce endüstri topluklarının eklemlenmiş bir parçası haline getirmek.

Toplumlara şehir hayatının çekici yönleri örnek gösterildi. Böylece toplumun bireyleri, ihtiyaçlarının, artması gerektiğine karar verdi. Şehir insanların en önemli durağı, hedefiydi. Ancak gerçekte mülksüzleştirme planının en önemli aşamasıydı. Bir insan neden mülksüzleştirilir. Çünkü kendine ait mülkü olan insan, kendini güvende hisseder, pazarlık şansı daha fazla olur. Mülksüzleştirmeyi sağlamanın en önemli şartı da göçlerdir. Göçler, bir anda kişinin yaşam alışkanlıklarının değişmesine, yeni yaşam dayanakları aramasına neden olur.  

Zamanla, şehir hayatı ve sistemine entegre olan kişi hem üretimi yapar,hem de tüketici olmuş olur. Endüstriler onların ayağına gitmek yerine onları getirerek hem maaşlı çalışana hem de sürekli bir tüketiciye kavuşmuş olur. Bir taşla üç kuş. Bunda şaşılacak bir şey var mı? Yok, tüm dünya düzeni bu. Artık bundan böyle dünün köylüsü bu günün şehirlisi şehir hayatıyla bütünleşmiş oldu. Ödün de veremez. Çoğu insan şehre gidip köşeyi dönme hayali ile yola çıktı. Kadınlar hanımefendi, erkekler bey olacaktı.  Ancak gerçekte hiçbir zaman böyle olmadı.

Talan kültürü ile yetişen insancıklar şanslıydı. Çünkü hem çekinmelerini gerektirecek bir durum yoktu. Hem de kaygıları. Ayrıca cesurdular da. Dolaylısıyla bu gruptaki insanlar şehrin yeni lider adayı, sonra da adayıydılar. Onlar kamu arazilerini yağma ederken, korkak namuslular ve prensip sahibi olan insanlar yıllarca kira köşelerinde sürünüp durdular. Hangisi haklıydı belli değil. Bir yandan yetmiş altı milyon insanın ortak malı, diğer yandan devletin malı mı olurmuş çelişkisi. İkinci grup  kazandığına göre onlar haklı mıydı?

İnsanların göç etmesi bir planın eseriydi. Üretim merkezlerinin çalışacak eleman ihtiyacı acilen giderilmeliydi. Bunu yapmanın en önemli yolu şehir ve mutlu yaşam felsefesi edindirmekti. Daha az çalışarak zenginliklere kolayca ulaşma yoluydu şehirler artık. Ama bu asla gerçekleşmeyecek bir hayaldi. Dolayısıyla bu asla gerçek olmadı. Şehre gelen insan, köydekinden çok daha fazla çalışarak açlığa mahkûm oldu. Günlük en az sekiz saatlik bir çalışması sadece, karnını doyurmaya, çocuklarının nafakasını zar zor karşılar olmasını sağlıyordu. Bu saatten sonra artık köye   dönemezdi. O dönse eşi dönmezdi. Zaten evlilik kurumu diye bir şey de kalmamıştı. Adet olmuştu, ya da alışkanlık.

Olsun. Mutluydu. Yaşanamayan aşklara, terk edilen vatana rağmen mutluydu. Rus işgaline direnebilen onca halk, ekonomik işgale dayanamazdı. Ne de olsa savaşlar artık ekonomi moda bağımlılık savaşı olmuştu.  Çeşitli doktrinler, ideolojiler dinler icat edilmiş, büyük bir kısmı da çok kısa sonra iflas etmişti. Eğitim artıkça bağımlılık ilişkisi artıyormuş. Varsın olsun. Ne vardı ki, bunda. Artık oldukça bilgiliyiz, Artık ci, cu cıyız. Hareket edip spora koşuyor ne veriyorlarsa yiyor, şişiyoruz. Aman bizi beğenmezler, ideal erkek ve kız olabilmek için spora koşuyoruz. Kadınsal eğer  erkeğin köleliğinden de kurtulduk mu süper oldu.

Dış görünüşümüz de Avrupai oldu mu, yırttık abiciğim.

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..