Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '09

 
Kategori
Siyaset
 

İçimde biriktirdiklerim

İçimde biriktirdiklerim
 

Burada yazmaya başladığımdan beri neden siyaset hakkında yazmadığımı merak ediyorum... Hiçbir düşüncem olmayacak kadar boş biri olduğum için mi? Yaşadığım yerde ve dünyada olanlar beni ilgilendirmediği için mi? Yoksa dünyanın benim etrafımda döndüğünü düşündüğümden sadece içimde olanlara kulak verdiğim için mi? Seçeceğim şık dördüncü, yani "hiçbiri" olurdu. Benim de belirli konularda görüşlerim var ama çevremde her kafadan o kadar ses çıkıyor ki hangisine kulak vereceğimi şaşırdım. Onları beyin süzgecimden geçirip kendi düşüncelerimle birleştirip bir sistematiğe oturtamıyorum. Dünyada her şey iç içe geçmiş gibi. Ne demokrasi dediğimiz şey demokrasi ne de özgürlük dediğimiz şey özgürlük. Hepsinin içi boşaltılmış ve kim nasıl isterse o şekilde dolduruyor. Öyle olmasa bu zamanda mesela hala "Laiklik nedir?" diye tartışmazdık.

Bakalım gündemde neler var... DTP'nin kapatılması iyi bir başlangıç olur sanırım. Türkiye'de ne zaman parti kapatmak bir çözüm oldu? Neden hala kolayına kaçılıyor ve baskıyla bir şeyleri kontrol altına almaya çalışılıyor? DTP, PKK'nın siyasi uzantısıymış. O zaman PKK da devletin yanlış politikalarının ve büyük devletlerin çıkarlarının uzantısı. Bir halk kendi kendine isyan etmeye kalkar mı? Hayatını çöpe atarak dağdaki o kötü koşullarda yaşamak ister mi? Hele bu halk yüzyıllardan beri isyan ettiği halkla beraber yaşıyorsa. Yanlış anlaşılmasın ben PKK'yı masum çıkartmaya çalışmıyorum. "Bekaret için ilişkiye girmek" mantığıyla hareket edenlerin hep karşısında oldum. Ben sadece başka bir bakış açışı getirmeye çalışıyorum. Kürtler şöyle Kürtler böyle diye konuşuluyor. Niye konuşanlar hiç kendilerini sorgulamıyor? Onlara ne verildi de karşılığında sadakat isteniyor? Kız bile verilmedi... Şu an bir bakıma isyan ediyorlar ve isyanları bile cahillik kokuyor, bunu aşağılamak vs. gibi bir amaçla söylemedim. Cahillik kokuyor çünkü taleplerine bakınca İmralı'nın koşulları, anadilde eğitim gibi maddeleri görüyoruz. Eğer eğitimli olsalardı iş isterlerdi, okul isterlerdi. Bunları istememeleri, birilerinin kışkırtmalarına gelmeleri bile o kendini sorgulamayanlar yüzünden. Sonra o kişiler "Oraya iş ve eğitim hakkı sağlansın. Bu konu kapansın." diyorlar (bunu bir yazımde başka bir şekilde ben de söyledim, şimdi açıklayabildiğim için seviniyorum). Bir insana istemediği bir şey yaptırılamaz. Zaten isteyenler de baskılar yüzünden vazgeçiyor. Bu yüzden zamanında doğuya giden öğretmenler öldürülmüş, okullara zarar verilmiş, ordakilerin çoğu bir iş bulmak yerine dağa çıkmış. Peki nasıl istettirilir? Ordaki baskı nasıl ortadan kaldırılır? Bu işin yarısı askere düşüyor. Diğer yarısı ise oradaki halkı kalkındırmak, kampanyalar düzenlemek, onlarla iletişime geçmek. Kalkınan yerlerde insan daha bilinçli, açıkgörüşlü olurlar. Hiç eğitim almamış olsa bile eğer orada düzgün bir işte çalışabiliyorsa karnını doyurabiliyorsa en azından "karnını doyuran yere ihanet etmeme" duygusu oluşur. Bu duygu şu an kalkınma olmadığı için oradaki ağalara karşı var. O yüzden bu sözümdeki kasıt bir toprak reformuyla ağalık sisteminin kaldırılmasıdır. Kampanyalardan kastım da bilindik "Baba beni okula gönder" gibi önemli kampanyalar. Şu an da var ama birkaç kişinin gönüllü olmasıyla, birkaç kişin bağışıyla nereye kadar gidilebilir? Bağışlar tabi ki azımsanacak gibi değil ama devlet tarafından da daha çok desteklenmesi ve yeni kampanyalara da yer açılması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca bunlar halkla ilişkiyi de arttırır. Son gelişen olaylar yüzünden milliyetçilik duygularımızı değil hoşgörü duygularımızı geliştirirsek daha çok yol katetmiş oluruz. "Biz ne kadar hoşgörülü olursak olalım yine şehit vermiyor muyuz?" diyenler olabilir. Ama miliiyetçilik milliyetçiliği doğurduğunda bu halka da sıçrayıp daha büyük olaylara yol açmaz mı? Asker-terörist boyutunun yanında Türk halkı-Kürt halkı boyutunun açılması Türkiye'yi bir uçuruma sürüklemez mi?

Bu arada son işçi eylemleri hakkında da birkaç şey söylemek istiyorum. Malesef bu ülkede "eylem" sözcüğünün geçtiği cümlede "polis müdahalesi" de geçmek zorunda kalıyor. Bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır anlamıyorum. O işçiler sadece haklarını arıyor. Evet öfkeliler ama muhtaç oldukları için isyan ediyorlar. Birilerinin çıkarları doğrultusunda feda edilmekten bıkmışlar. Her ay faturaları, kiraları kuruşuna kuruşuna hesap etmekten bıkmışlar. Onlar sadece yaşamak istiyor. Acaba o polisleri üstlerine gönderenler bunu anlayamadıkları için mi gönderiyorlar? Polisler de aldıkları rüşvetlerin rahatlığından mı o kadar acımasız davranıyorlar? Yanlış anlaşılmasın, bütün polisler için konuşmuyorum. Ama en basitinden bir polis bir yere gittiğinde "ben polisim" dediğinde pek bir zorluk (!) çekmiyor... Halkın açlıktan nefesi kokuyor. Her an işten atıldım atılacağım korkusuyla yaşıyor. Çoğunun atılacak işi bile yok zaten. Hala bunlar görmezden gelinebiliyor. Bu insanların hakları kimlere yediriliyor, bunun hesabını hangi babayiğit verecek?

İşte düşündüklerim... Duygular da karıştığı için tam ifade edememiş olabilirim. Veya çok acemice olabilirler. Yine de söylemek rahatlatıyor. Düşünüyorum diyebilmek... Burdayım diyebilmek... Güzel bir şey.

 
Toplam blog
: 7
: 589
Kayıt tarihi
: 30.10.09
 
 

Yazmayı seven bir lise öğrencisiyim. Yazmayı seviyorum çünkü içimdeki mutlulukları veya mutsuzluk..