Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ağustos '14

 
Kategori
Çocuk Sağlığı
 

İçimiz yanıyor...

İçimiz yanıyor...
 

("Her yer karanlık" başlıklı blogun devamıdır)

Her canlı yaradılış kanunları gereği doğar, büyür ve ölür. Bu kanunun değiştirilmesi mümkün değildir. Evet hepimiz bir gün öleceğiz. Ama 50-60 yıl sonra, ama 5-6 gün sonra, ama her an... Hepimiz bunun bilincindeyiz. Ne zaman olacağının haricinde, nerede ve nasıl olacağından da habersiziz. Kendi geleceğimizin yanında en sevdiklerimizin de geleceklerinden habersiziz. Bir gün bu dünyadan göçüp gideceğiz ve bitecek. Belki de bizi hayatta tutan yani yaşama bağlayan tek şey, bu konuda hiçbir şey bilmememiz.

"Yarın veya yakın bir zamanda ölebilirsiniz" şeklinde bir bilginin size ulaştığını düşünün. En azından bilgi olmasa bile bu yönde küçük de olsa bir olsalığın hayatınıza girdiğini düşünün... Ne yaparsınız? Hadi kendimiz hakkındaki bilgiyi bir kenara bırakalım. Bu dünyadaki en değer verdiğiniz, en sevdiğiniz kişinin ölebileceği olsalılığının hayatınıza girdiğini düşünün... Ne yaparsınız?

İşte biz evimize ulaştığımızda bu haldeydik: Yıkılmış...

Canım oğluma LÖSEMİ tanısı konmak üzereydi. Bir tedavi yolu vardı elbette, tıptaki büyük gelişmeler neticesinde iyileşme oranı oldukça yüksek olan bir hastalıktı ama henüz küçücük bir tomurcuk olan oğluma KANSER tanısı konuluyordu. Daha ne kadar yaşamıştı? Ne yemişti? Ne içmişti? Kime ne zarar vermişti de böyle bir musibet gelip benim masum meleğimi bulmuştu?

Bu sorular aklımdan çıkmıyordu. Tedavinin başarısız olması diye bir olasılık kesinlikle olamazdı. Önümüzde henüz tam olarak aydınlatamadığımız bir süreç vardı. Uzun ve meşakkatli bir süreç; ama bu yolda umutsuzluk diye bir duygu asla bize yoldaş olamayacaktı...

Güneş batmış ancak hava henüz kararmamıştı. Yaz mevsiminin kapıya dayandığı günde akşam serinliği bir nebze olsun rahatlatıyordu. Ayaklarımın geri geri gittiği merdivenlerden güçlükle çıkarak evimizin bulunduğu kata ulaştık. Oğlum annesinin kucağında yine olanlardan habersizce gülümsüyor ve eve girmek için atılıyordu. Hastaneden çıkarken hocamız bizi uyarmış, çocuğu fazla yormamamızı ama mümkün olduğunca güzel zaman geçirmemizi istemişti. Ailecek eve girdikten sonra, yemek hazırlanıncaya kadar oğlumu, hem  bu kasvetten uzaklaştırmak, hem de daha eğlenceli bir zaman geçirmesi için sitemizin parkına indirdim.

Sitemizin parkı gerçek çim zemine sahip ve yeni bir parktı. Bu parkın opsiyonlarını ilerleyen zamanda da kullanabilecektik. Evimize taşınalı henüz 15-20 gün olmuştu ve oğlumun pek tanıdığı arkadaşı yoktu. Ama oğlum oldukça sıcak kanlı olduğu için ve çocukluğun verdiği komplekssiz ilişkileri sayesinde çabucak 1-2 arkadaş buldu. İnerken bisikletimizi de almıştık ve oğlum bisikletini de arkadaş edinmede ustaca kullanıyordu. O, parkta oynarken uzaktan onu izliyordum. Önceleri onu uzaktan izlerken tedbir amacını güderdim ama şimdi durum farklıydı. Belki de oğlum uzun zaman parklara inemeyecek ve arkadaşları ile koşturup şakıyamayacaktı. Bisikletini arkadaşları ile paylaşıyor onların oyuncakları ile de oynamak istiyordu ki biraz sonra ağlamaya başladı. Anlaşılan bir arkadaşı oyuncağını paylaşmamıştı. O ağlama içimi yakıyordu. Bundan sonra minik gözlerinden akan her gözyaşı benim yüreğimi kanatacaktı.

Derken telefonum çaldı. Yemek hazırdı ve artık bizi bekliyorlardı. Dışarısı da kararmaya başlamıştı ama; bizi evin ışıklandırılmış odalarında bekleyen, daha karanlık bir ortamdı. Burada oğlumun şakımaları, arkadaşları ile gülüşmeleri vardı. Evde ise, kasvet, hüzün ve gözyaşı...

Oğlumu çağırdım, biraz da ısrar ederek, onu fazla üzmeden evimizin yolunu tuttuk.

Eve girmemizle herkesin yüzünde zoraki olduğu apaçık belli bir tebessüm şekillendi. Gözler kan çanağıydı ama oğluma hiçbir şey belli edilmemeye çalışılıyordu.

Tabi benim akıllı oğlum hemen manzarayı çaktı;

"Yine karınları mı ağrıyor baba?"

(Devam edecek...)

 
Toplam blog
: 10
: 746
Kayıt tarihi
: 03.07.14
 
 

Okuduklarınız, bir babanın, toz bile konduramadığı yavrusunun lösemili olduğunu öğrenmesi ile baş..