- Kategori
- Kişisel Gelişim
İçimizdeki çocuk neden öldü ?
İçimizdeki çocuğun neden öldüğünü hep düşünürüm. Her türlü düşüp kalkmalara rağmen, bir gün nasılsa büyüyüp de düşmekten kurtulacağımız hayallerini. Büyüyüp de kurtulacağımızı düşündüğümüz şey aslında o anda adlandıramadığımız "mutluluk hayali"ydi. Zaman geçti. Şimdi ise aklımız her şeye varıyor. Hayaller de kalmadı haliyle.
Peki neden böyle oldu diye soruyorum kendime? Mesela ben, pek çok şeyden mahrum kalarak bir çocukluk geçirmiştim. Bu nedenle pek giyinmeyi beceremem. Şimdi param olsa da ya seçemem, ya çok pahalı olduğunu düşünürüm. Alışverişi hiç sevmeyen bir kadın varsa, o da benimdir. Ama şimdi olanağım var. Gene de zevk alamıyorum. Çünkü, dünyayı en pembe ve ışıklı haliyle görmeye adeta direndiğimiz o ilk gençliğimizdeki sınırlanmışlık, şimdi orta yaşa girmiş olmanın verdiği ilk yorgunluklara dönüştü. Bu nedenle, hayat okulunda öğrenilmesi gereken en önemli derslerin başında "hayattan zevk alma"nın okutulması gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde, yap-bozun bir parçası tamamlanınca, bir diğeri kaybolmuş oluyor.
Bir diğer neden de tabi ki dışsal ve bizim asla müdahale edemeyeceğimiz, bir anlamda elimizin kolumuzun bağlı olduğu bir şekilde bize etki eden nedenler. Mesela, ağır çalışma koşulları, uzun saatler çalışan insanlar, bunun sonucu yuvaya bırakılan çocuklar, bunun anne üzerinde yarattığı suçluluk duygusu, ses,trafik, gürültü, tahammülü kalmamak, internet, gelişen teknoloji sonucu oturduğu yerden kendini oyalayabilmek ve bunun sonucu olarak da oyalayamayacağımıza kanaat getirdiğimizde artık her şey için çok geç kalınmış olması. Bir zaman sonra her şey için çok geç oluyor; çünkü insan kendi ördüğü ağdan kurtulamayan bir örümceğe dönüşüyor.
Büyük şehirlerin keşmekeşinden kaçmaya çalışsan; ya iş dolanıyor ayağa,ya para,ya çocuk, ya eş.
Aslında hepimizin, çok pratik çözüm önerilerimiz var. Mesela evimize misafir davet etmek gibi. Ancak ona da kimse iştirak etmek istemiyor artık. Çünkü ya zevk vermiyor ev ortamı ya da misafir olmanın misafir etme boyutu korkutuyor.
Sonuç aynı, sürekli yalnızlıklarından şikayet eden; ancak bunun için sebepleri saptamaktan öteye geçmeyen mutsuz insanlar. Telefon ve internet bağımlılıkları, dört duvar arasında çıldırarak kendine arkadaş arayan minik çocuklar, üzgün kadınlar, üzgün kadınları nasıl mutlu edeceklerini bilemeyen ve akşam eve döndüklerinde seslerinin tınılarında hala çalışma hayatının notalarını duyduğumuz zavallı erkekler.
Belki de en büyük sorun bu. Kadınlar için ilgisiz erkekler, erkekler için paranın nasıl kazanıldığından bihaber, anlayışsız kadınlar.