Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '06

 
Kategori
Felsefe
 

İçimizdeki Tanrı

İçimizdeki Tanrı
 

" Eğer insanlar Tanrı olsadı, kendilerini demokratik olarak yönetebilirlerdi

İnsanlar Tanrı olmadıklarına göre, mükemmel bir devlet insanlara göre değildir. "

Rousseau

Muallaktayız. Boşluğa asılmış bir ipin dairesel sarnıcına sokmuşuz kafamızı. Bir ileri, bir geri sallanıyoruz.

Muğlak bir çelişkinin özgürlük hevesine dönmüşüz kapalı kimliklerle.

Adımız var, soyadımız da var çok şükür ancak sustuklarımız bizim yüzümüzü dar bir çerçeveye sığdıran, silik tablolara dönüştürüyor. İfademiz ise; ne olduğu belli olmayan garip imgelemlerle kendini gösteriyor.

Halbuki "ifade özgürlüğü" önemli bir yansımasıdır kişiliğimizin.

Düşünceler, fikirler yanlış olabilir, keza bu yanlışlıkta tartışıladabilir fakat ifade özgürlüğü üzerine söz edilmez. Çünkü; fikir, benimdir, hür irademdir.

En azından bu ülkede yaşarken bize bu savunma verilmiştir (mümkünse lütfen).

Hoş bizim ülkemizde özgürlük çokta sınırlı değil.

Bilindiği üzere metropolün orta yerinde iki "ünlü" gazetecinin birbiriyle boğaz boğaza haline gelmesi durumu " şişman egolu " özgürlüğümüzün net bir ifadesidir.

Bir de kelimelerinin tutsağına düşen "düşünen" insanlar vardır.

Nihayetinde "insan, düşünen hayvandır". Cümleleri ve "düşünebilmesi" sebebiyle görevine son verilen Profesörlerin bu ülkede yaşıyor olması Türk olmanın cabası!

Bilakis incitici bir "ederidir" de bilgili olmanın.

Sınırlarımız bu kadar genişken sözcüklerimizi kısmak, kesmek daha da kötüsü konuşamamak üzücüdür.

Düşünme imkanına sahip olmak bu coğrafyanın en ağır bedellerinden biri. Bildiğimiz gibi kimilerinin asılı düşünceleri kaldı bir yerlerde.

Düşünmeden yapılan şeylere yahut söylenen sözlere daha çok değer verir olduk. Hoşgörü bizim topraklarda daha farklı alanlarda nem bulmakta. Saygıya çok mâhal ver(e)miyoruz.

Saygı göstermek ethiktir. Dinlemek ne olursa olsun katılalım ya da katılmayalım ahlak unsurları içerisinde insani değerlere yaraşan bir davranımdır. Olgun bir yapının davranım gerekliliğidir.

Tartışmak olağandır ancak hakaretler girmemelidir bir aklın sınırlarına. Çünkü; onur kırıcı, kişilik zedeleyici mücadeleler temel ahlaka uygunsuzdur kuşkusuz. İşte bu yüzden muallaktayız.

Davranışlarımızı kontrol ederken egolarımızın hain pençeleri bizi avcuna alıyor.

Sartre "Tanrılarımızı öldürdüğümüzde özgürleşiriz" der. Çünkü Tanrı eğer varsa, insanları yaratmıştır ve de bir belirlenimlilikle beraber yaratmıştır. Bu durumda da bizi belirleyen bir şey varsa özgürlüklerimiz sınırlıdır onun anlatımına göre.

Bana göre içimizdeki "kalpsiz tanrıları" öldürmeliyiz. Esas hatlarımızı çizen, önümüze geçen onlar oluyor farkettirmeden.

Bizi kemiren tanrılarımız var. Hüküm giymiş, sığ denizlere demir atmış, biraz "nadan" bir o kadar "nobran" dürtüler.

Belki bir ifrat ile tefrit ortasında kalmış benliğimiz ama bu denizler aşılmalı!

Dipsiz çukurların sınırı yoktur, sonsuzdur ve bilinemez, nereye, ne kadar gidileceği..

Son tahlilde düşünceler çizilecek yolun işaretleridir. Yön belki hemen bilinemeyebilir ama doğrultu kendini gösterir.

Benim anlayış sınırlarım içerisinde ise kibir öldürmemiz gereken ilk tanrıdır. Zira, kibir ile alçakgönüllük arasında "kendini bilme" vardır.

Kendini bilmek, ne olduğunu bilmek önemlidir kuşkusuz.

Bilmeyene bildirmek lazım, olumsal sınırlar çerçevesinde ve de özgün cümlelerle...

Sonuç olarak "eğitim şart" !

Özgürlük ise bu eğitimin ardından ayaklarını sürümeli, iz bırakmalı her köşesinde.

Ve insan, özgür aklının Tanrısı olmalı kanatlarının gölgesinde.

 
Toplam blog
: 10
: 561
Kayıt tarihi
: 18.11.06
 
 

Çok şey söylemek mi önemli olan yahut az şey söyleyip dolu dolu şeyler anlatmak mı? Ama ben sade..