Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '12

 
Kategori
Deneme
 

İçimizden biri: Adalar Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu

İçimizden biri: Adalar Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu
 

Adalar Belediye Başkanı Dr. Mustafa FARSAKOĞLU (Osmaniye Düziçi 1955)


Hacılar İlkokulundan İstanbul Hukuk Fakültesine

Bu yazımda sizlere Düziçi'nin sevilen çiftçilerinden Rahmetli Aslan Çavuş’un ikinci oğlu Mustafa Farsakoğlu’nu tanıtmak istiyorum. 1955 yılında 1930’larda yapılmış olan iki katlı küçük odalı taş bir evde doğar Mustafa. Evin çevresi yüze yakın portakal ağaçları yanında dut, erik, nar ve ceviz gibi ağaçlar ile doludur. Yakınlarında akrabalarının yine tek ya da çift katlı taş evleri vardır. Düziçi’nin yokluklar ve karanlıklar ile dolu o yıllarında sıklıkla yaşana ev gezmelerimizde rahmetli babamın ‘abi’ diye seslendiği Aslan Çavuş amcalara karşılıklı gidiş gelişlerimiz olduğunu hatırlarım. Babalarımız çok samimi iki arkadaştı. Bugün bile evimizin bahçesinde bulunan portakallar ile limonların aşılarını iki yıl kadar önce aramızdan ayrılan Aslan Çavuş adı ile tanınan Bekir Farsakoğlu amca vurmuştu.

Ahmet Farsakoğlu benden iki sınıf önce okuyordu Hacılar İlkokulunda. Çalışkan ve sessiz bir öğrenciydi. Onun peşinden gelen Mustafa Farsakoğlu da yine Hacılar ilkokulunda ile bugün Düziçi Belediye Başkanı olan Sevgili Ökkeş Namlı ile birlikte okur. Kaderin işine bakınız ki bugün her ikisi de kendi çaplarında; ülkemizin en başarılı iki belediye başkanı olarak görevlerini yerine getirmek için gece gündüz çalışmaktadırlar. Bulundukları kentlerde daha önce çözülememiş nice sorunları da aşarak gerçekleştirmiş oldukları hizmetler bakımından her ikisinin de seçmenleri yanında diğer semenlerce de çok sevilmekte olduğunu görmek gibi durumları kişilerin ağzında duyduğum için onların ailelerini yakından tanıyan bir Düziçili olarak ne kadar övünsem azdır. 

1968’de Haruniye ortaokulunu Düziçi’nde bitirdikten sonra ağabeyi Ahmet Farsakoğlu'nun isteği doğrultusunda lise ve üniversite öğrenimini İstanbul'da tamamlamıştır. Küçük kardeşim Yüksel ile de ilkokulda sınıf arkadaşı olan Sevgili Mustafa Farsakoğlu'nu ilkokul yıllarından sonra 1969 yaz aylarında değerli ağabeyi Ahmet Farsakoğlu ile evlerindeki sohbetlerimizde tanımıştım yeniden. Delikanlı Mustafa ağabeyi Ahmet'le bana göre uzun boylu idi. Gözlerindeki parıltıdan çok zeki biri olduğunu anlamıştım. Ahmet'le ben çayımızı içer; okuduğumuz kitapları tartışır ve Türkiye'nin içinde bulunduğu bunalımlardan söz açardık. Mustafa bizim konuşmalarımızı can kulağı ile dinler, hiç konuşmazdı. Onun bu kadar sabırlı ve saygılı oluşu ilgimi çekmişti. Sanırım o sohbetlerde daha çok ben konuşurdum. Çünkü Ahmet de pek konuşkan değildi. 

Sevgili arkadaşım Ahmet farsakoğlu bana göre Düziçi'nin ilk Evliya Çelebisi olarak da nitelenebilirdi. Yakın illeri gezmeyi çok severdi. Sonra İstanbul'a gitmek bir tutku oldu onda. Çarşıda elinde çantası ile karşılaşır ayak üstü konuşurduk kısaca. O yıldan sonra dışarıda okumak durumunda kalan bütün Düziçililer gibi birbirimizden koptuk. Gönülden değil de uzaklık olarak ortaya çıkan bu kopuş her birimizi ayrı bir yere savurdu. Sanırım  Ahmet Farsakoğlu 1970 yılında günlerden bir gün Düziçi’nde alelacele evlenerek İstanbul'a yerleşti. Mustafa Farsakoğlu liseyi onun yanında İstanbul Pertevniyal Lisesi’nde bitirir 1973'te. Peşinden de İstanbul Hukuk Fakültesine girdiğini duymuştum Düziçi'nde.

1970'lerde Türkiye nasıl bir çalkantı yaşıyordu

Bütün Türkiye'de olduğu gibi benim çevremde de 1970’lerdeki öğrenci, işçi, köylü, yokluklar kıtlıklar, hayat pahalılığı ve siyasi tartışmaların yarattığı kargaşa kara bir bulut gibi dolaşıp duruyordu. İçinde can güvenliği yanında gelecek kaygıları da taşıyan bu   toplumsal çalkantı herkesi birbirinden koparıyor; kimse kimseyi ne arıyor ne de soruyordu. Siyaset içinden çıkılmaz bataklara saplanmış, işçiler ile öğrencilerin eylemleri ülkeyi baştan sona bir anarşi ortamına sürüklemeye başlamıştı. Okullarda başlayan fikir ayrılıkları evleri, çay ocaklarını, iş yerlerini, fabrikaları sarmış acımasız bir işten çıkartma ve başka yerlere sürülmeyi de içeren memur kıyımları başlamıştı.

Ayrıca kurtarılmış okullar, fakülteler, köyler ile büyük kentlerin bazı mahalleleri de birilerince Devletten ya da karşı düşmandan kurtarılmıştı. Özellikle Doğu-Batı kalkınmışlığı arasındaki büyük uçurumlar ile Toprak Ağalığının yöre halkları üzerindeki  tasarrufları ve tarımda modernleşme ile birlikte sanayileşme sorunlarımız da gündeme gelip oturmuştu. Bu yıllarda olduğu gibi o yıllarda her türlü mevzuat ve siyasi yönelim 'zengini daha zengin' kılmak üzere kurulmuştu. Her şey sermaye bakımından güçlüden yana idi. Toplumun işçi, köylü, memur, ev kadını, öğrenci ve emeği ile geçinmek zorunda kalan esnaf ve sanatkâr kesimleri Milli Gelirden yeteri kadar pay alamıyordu. Kamuoyunda bu sorunların  ya adil bir düzen ya düzenin değiştirilmesi ya da sosyalist bir devrim ile çözülebileceğine doğru bir eğilim başlamıştı. Çünkü Cumhuriyeti ileriye götürmek isteyenler her ne hikmet ise ya Milli Gelir paylaştırmakta zorlanıyor ya Batı'nın bir pazarı durumunda kalıyor ya da var olan sanayi yatırımlarını en akılcı bir biçimde işletemiyorlardı. Bu çerçevede Türkiye de Osmanlı Devleti gibi tam bağımsız olamamış; yarı sömürge bir ülke durumunda idi.

Prof. Dr. Erbakan'ın Sanayi Hamlesi de gizli ellerce durdurulur

Avrupa Topluluğu ile Montaj Sanayiine karşı koyan Prof. Dr. Necmettin Erbakan ile arkadaşlarınca başlatılan Sanayileşme Hamlesi bir kaç önemli çıkıştan öteye gidememiştir. Bana göre kimi karanlık güçler ile Türk siyasetine özgü değişik oyunlar yüzünden Erbakan Hocanın bir yönü ile Almanya örneğini de ansıran bu çıkışı durdurulmuştur. İşte o yıllarda ortada ne güvenlik ne sevgi saygı ne dayanışma ne anlayış ne de adaletin aranabileceği bir dayanak vardı. Ülkemiz kardeş kavgaları ile faili meçhul cinayetlerin konuşulduğu, yer yer işçilerin de ayaklandığı bir görümüm içinde bulunuyordu. Bu toplumsal kargaşa ne yazık ki on binlerce canın aramızdan ayrılması pahasına 12 Eylül 1980 gününe kadar sürdü. Bu konuların ayrıca irdelenmesini bir başka yazımda ele almak istesem de o günlerde olduğu gibi bugün de düşüncem şu ki Türkiye gerektiği gibi yönetilemiyor; toplumun sorunlarına gerçekçi çözümler bulunamıyordu. Sorunun içinde kimi karanlık güçlerin bazı kışkırtmaları yanında siyaset ile TSK'nin arasındaki uyuşmazlıklar da vardır sanırım.

O çalkantılı günlerden sıyrılarak bugünlere doğru ilk basamakların tek tek tırmanılışı

Bütün olumsuzluklara rağmen ağır aksak da olsa 1974'te Hacettepe Üniversitesini; 1976 başında on sekiz aylık yedek subaylığımı bitirmiştim Polatlı’da. 1976 sonunda yapımcı yönetmen olarak TRT Kurumuna girmiştim. Öğrenciliğim, askerliğim, evliliğim ve çok isteyerek girdiğim işim yüzünden Düziçi ile bağlantılarım kopmuştu yıllar boyunca. Her Düziçili gibi ben de kendi ayaklarım üstünde durmak, millete hizmet etmek için çırpınıyordum.

Şimdi o yıllarda Mustafa Farsakoğlu’nun Düziçi’nin dışında geçen hayat yollarındaki ilerleyişini kendi anlatımından okuyalım:

'1977 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, 1978 yılında çalışma hayatına başladı. Sırasıyla; Adıyaman Valiliği’nde Kaymakam Adaylığı (1978), Tunceli-Nazımiye, Trabzon-Arsin, Elazığ-Sivrice’de Kaymakam Vekilliği, Malatya-Akçadağ, Konya-Cihanbeyli, Bingöl-Kiğı, Tekirdağ-Muratlı ve İstanbul Adalar’da Kaymakamlık, Elazığ, Muğla ve Yalova’da Vali Yardımcılığı yaptı. Vatani görevini; 1981-1983 yıllarında Eğridir Dağ Komando Okulu’nda, Tunceli ve Elazığ’da Jandarma Komando Asteğmen olarak tamamladı.  (1991-1992) Yabancı dil eğitimi ve mesleki araştırmalar yapmak üzere gittiği ABD’de 1 yıl kaldı.  1996-2001 yıllarında, İstanbul Adalar Kaymakamlığı’ nın ardından Yalova Vali Yardımcısı olarak atanan Dr. Mustafa Farsakoğlu 2006 yılında emekli oldu. 

Emekli olduktan sonra; Yeditepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Görevlisi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdür Yardımcısı olarak çalışma hayatına devam eden Dr. Mustafa Farsakoğlu, 1995 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Kamu Yönetimi Anabilim dalında yüksek lisans yaptı. 2003 yılında aynı Anabilim dalında doktorasını tamamladı. Yeditepe Üniversitesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi, Maltepe Üniversitesi ve Ahmet Yesevi Uluslar arası Türk- Kazak Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı.

Dr. Mustafa Farsakoğlu; Kamu Yönetimi, Kriz ve Afet Yönetimi, Liderlik ve Çatışma Yönetimi, Anayasa ve İdare Hukuku, Yerel Yönetimler, e-Devlet Uygulaması, Demokrasi ve İnsan Hakları ve İnsan Kaynakları Yönetimi alanlarında lisans ve lisansüstü programlarda dersler, konferanslar, seminerler ve hizmet içi eğitimler verdi. 

Gerek kamu yönetimi alanındaki deneyimleri gerekse eğitimci kimliği ile ülkesine hizmet eden Dr. Mustafa Farsakoğlu; Adalar Belediye Başkanı olarak, Adalar’da birçoğu ilk olan çok sayıda projeye imza attı. Vizyonunu Adalar’ın var olan kaynaklarını korumak ve bunlara yenilerini eklemek yolunda belirleyen Dr. Farsakoğlu; “kültürel koruma” ve “çevresel koruma” konularına özel önem vermektedir. 

Kendisi ayrıca;

Türk İdareciler Derneği Üyesi,

Adalar Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi,

Mahalle Afet Gönüllüleri Vakfı Kurucusu, Mütevelli Heyeti Üyesi ve Yönetim Kurulu Başkan Vekili,

Europa Nostra Yönetim Kurulu Üyesi

Çok iyi derecede İngilizce bilen Dr. Mustafa Farsakoğlu, evli ve bir çocuk babasıdır.'

(Bilgiler Adalar Belediyesi yayın alanından alınmıştır: adalar.bel.tr / )

Mustafa Farsakoğlu ile yeniden nasıl karşılaştık?

1986 yılında Doç. Dr. M. Kemal Öke ile birlikte tasarladığımız GAP adlı bir belgesel için yollardayız. 1983 yılında da TRT’nin ilk GAP belgeselini ben çekmiştim. O günlerde ortada ne Karakaya ne Kralkızı ne Dicle ne de Atatürk barajları vardı. Belgesel için Urfa, Mardin, Diyarbakır ve Adıyaman'dan sonra Elazığ'a da gitmek zorundayız. Temmuz ortasında bir gün yedi kişilik çekim ekibim olarak Keban Barajı'nın tel örgülü sınırına vardık. Görevliler TRT'den DSİ Genel Müdürlüğü'na yollanmış olan elimdeki yazı ile çekim yapamayacağımızı; uzaktan bile çekim yapmamızın yasak olduğunu söylediler.

Sorunun tek çözümü  Elazığ Valiliği'nin vereceği çekim iznine bağlı olduğu için topluca homurdanarak Elazığ Valiliği binasına ulaştık. Akşam üzeri, sanırım 17:00 suları. Arkadaşlara ‘siz bahçede kalın, bir şeyler için ben bu işi çözer gelirim’ dedim. Vali Bey yerinde yokmuş. 'O konuda Vali Yardımcımız var' dedi bir görevli.

Keban Barajı'nın çekim izni öyle birden bire verilmez!

Bana gösterilen sağdaki yüksek tavanlı odanın ortasında dimdik oturan genç Vali Yardımcısının kapısı açıktı. İçeride Vali Yardımcısı ile karşısındaki bir görevli konuşuyordu. Kapıyı tıklatacaktım ki koltukta oturan Vali Yardımcısı bana baktı. 'Buyurun' der gibi bir el hareketine de bağlı olarak içeriye daldım. ‘Devlet bu işte’ dedim o ciddi konuşmayı ayakta dinlerken. Konuşmaları bittiği için olsa gerek on on beş saniye kadar sonra görevli çıktı. Kan ter içindeyim. Resmi yazıyı uzatırken çekim için karşılaştığımız durumu anlatı verdim. Okuma gözlüklerini takarken 'Bir okuyayım önce' dedi. Başını kaldırırken 'Bu yazı ile çekim izni veremem. Çünkü siz bunu DSİ'ne yazmışsınız. Cevap yazınız size ya da Keban Barajına gelmediğine göre durumunuz oldukça zor!' dedi. Ben de 'Sayın Valim bu konuda sanırım sizin bir telefon açmanız bile yeterli imiş. Keban'daki bir göreli böyle söyledi. Bizi zorlamayın. Akşam da oluyor.' derken 'Olmaz beyefendi! Böyle birden bire izin veremeyiz. Orası önemli bir yer. Her geleni içeriye alamazlar. Öyle olduğunu duysaydım gerekli soruşturmayı açardım. Biraz oturmaz mısınız!?' deyiverdi birden bire.

Kızgınlıktan kucaklaşmaya varan yeniden tanışmak

‘Bu genç Vali Yardımcısı işi yokuşa sürüyor. İşte taşraya sürülmüş bir bürokrata çattım’ dedim içimden. Oturduğum koltuğa daha bir gömülürken 'Bir şey içmez misiniz?' deyince gelen görevliye: ‘Soğuk bir su!' dedim. Beni öyle bir sıkıntı basmıştı ki terim bir kat daha artmıştı. Çünkü eğer o gün akşama kadar Keban Barajı çekimlerini gerçekleştiremez isem Bozova'ya dönemeyeceğimiz için Elazığ'da kalacak yer sorunumuz da ortaya çıkacaktı. Vali yardımcısına bu dayatmada bulunacaktım gerekli izni vermeyecek olursa. Gelen soğuk suyu içtim bir anda. Merakla Vali Yardımcısına bakıyorum. O da bir yazıya bir de bana bakıyordu. Gözlüğünü çıkartırken oturduğu koltukta gerinerek: ‘Abi sen beni tanımadın mı’ demez mi!? Bu söz karşısında ben de tatlı bir oyun içinde olduğumu düşünerek masadaki isimliği bir anda okurken o da: ‘Abi bu ne telaş Allah aşkına! Ben Mustafa, Mustafa!’

Artık birbirimize kardeşçe sarılma anı gelmişti. Ben sırtımdaki çantayı atarken o da koltuğundan kalkmış bana doğru geliyordu. İkimiz de gülüyorduk. Özlemle kucaklaştık. O günü andıkça sevinmek ile ağlamak arasında bir duygu ile içim burkulur...

Mustafa Farsakoğlu'nun İngilizce başarısı  

Sevgili Mustafa Farsakoğlu ile Ankara'da birincilikle bitirdiği İngilizce dil çalışmaları sırasında 1991'de iki kez görüştük. Çok çalışması gerektiğinden bir türlü bize yemeğe gelemedi. Gençlik yaşlarında iki ya da üç kez görmüş olduğum Mustafa, bana göre kendine özgü ciddiyeti ile daha çok çalışmak gerektiğine inanmıştı. İçişleri Bakanlığı'nın kendisine vereceği ödül törenine bir Düziçili olarak bir tek ben katılmıştım. Sevgili Mustafa kendisine verilen başarı ödülü nedeni ile yaptığı  kısa ve özlü konuşmasında Türk milletine hizmet etmek konusunda başarılı olabilmek için yılmadan çalışmak gerektiğini de vurgulamıştı. Onun bu başarısını alkışlamamak mümkün değildi. 

Burada şunu da belirtmeliyim ki Mustafa Kardeşimiz de babası Rahmetli Aslan Çavuş ile şu an Sudan'da bulunan ağabeyi Ahmet Farsakoğlu gibi ne kendilerini överler ne de birilerince övülmelerinden hoşlanırlar. İşte bu bakımdan benim az önce onun 'Ankara'da birincilikle bitirdiği İngilizce' kursu olayı onun Adalar Belediye Başkanlığı yayın alanındaki öz geçmişinde yer almaz.

Gelecek yazı: Dr. Mustafa Farsakoğlu İstanbul'da

 

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..