Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ağustos '10

 
Kategori
Deneme
 

İçindeki çığlıkların sessizleşmesi

Hızlı adımlarla yürüyordu. Nereye gittiği, adımlarının onu nereye götürdüğü hiç umrunda değildi ki... Arasıra gözünden süzülen damlacıkları siliyor, hıçkırıklarla ağlamak istese de gözyaşlarına bile inatçı davranıyordu.

Akasya ağaçlarının sık olduğu sadece 2 kişinin rahatça yürüyebileceği toprak yoldan yürürken ara ara arkaya bakıyor, kimsenin onu görmesini istemiyordu. Adımları yine hızlı yine umursamaz...

Toprak yol son buluvermişti. Büyük bir caddeye çıkmıştı. İnsanlar vardı tek tük ama o onlar onu izlese de göz temasından kaçınıyor, onları görmemezlikten geliyordu. Direkt olarak çok şeye bakan gözleri, hiçbir şey görmüyordu. Yine toprak yol olmalı bu şekilde diyordu içinden. Ama bundan sonraki toprak yollarda insanlara rastlıyor, uzaklaşıyordu. Karşısına hep inşaatlar, yükseldikçe yükselen taş binalar çıkıyordu. Bir an düşündü. "Niye bu kadar yüksek?"

İçinde bir ses cevap verdi. "Atlayıp paramparça olmak için muhtemelen, gökyüzüne erişemeyeceklerine göre." diye düşündü. Bir başka ses "Sen neden atlamıyorsun?" diye soruyordu. Münakaşa sever ses yanıt veriyordu. "Atlarım, atlamaktan da, parçalanmaktan da korkmuyorum."

"Atla o zaman." bu ses yankı yapıp duruyordu beyninde. Beyni zonkluyordu. İnşaatlara bakıyor, hangisinin boş olduğunu kestirmeye çalışıyordu keskin gözleri. Gözü hiç birşeyi görmeyecek kadar kör olmasına rağmen boş inşaat olduğunu kestirdiği yüksek bir binayı görüvermişti işte...

Bina fazla uzak olmasa da, adımları hızlı olsa da binaya yakınlaşamıyordu. Kaldırımın bittiği yerde zıplayıverdi aşağı. "Sakin ol kızım." dese de içindeki yumuşak huylu ses o, ona aldırmıyordu bile. Gömmeye çalışıyordu bu sesi. Kararlılıkla ilerliyordu binaya...

Araba çıkıyorsa yoluna başka bir sokağa sapıyordu, insan çıksa hatta çok sevdiği çocukların oyunlarına eşlik etmekten zevk aldığı halde sokakta oyunlarına dalmış çocuklardan bile uzaklaşıyordu.

Binanın çok yakınına ulaşmışken bir adam gördü. Sapa bir yere saptı. O adam elbet uzaklaşacaktı ordan. "Neden illa o bina?" diyordu münakaşa sever sesi içinden. "Başka bina mı yok?"

"Yok, aralarında en yüksek bina o, üstelik çok ıssız."

Şirin bir evin bahçe kapısının önüne oturuverdi. Sırtını bahçe duvarına yasladı. Artık bişey düşünmüyordu. Tüm sesler susmuştu. Bir tek soru vardı kafasında: "Gökdelenler ya da binalar neden bu kadar yüksek?"

Birkaç kişiye sordu. Neden onlara sorduğunu bilmiyordu. O insanlarında neden böyle bir soru sorduğunu anlayacaklarını düşünmüyordu.

İçlerinden biri anlamıştı işte. Meğer ne çok kırdığını düşünürdü onun kalbini. "Ben karanlığımla yüzleşiyorum seninle konuşurken" diyordu. Belki kendi hep karanlık, hep siyahtı.

"Erteleme o zaman." mesajını seçebiliyordu gözleri.

"Tamam." demişti. "Tamam" dı gerçekten de...

Canı acımıyordu, yanmıyordu. Hiçbirşeye, hiç kimseye kırgın değildi, kızgın da. Zaten o kırılsa da, kızsa da geçiyordu herşey.

Oturduğu, sırtını dayadığı yerin karşısındaki, gölgesinin ona uzandığı ağaca baktı. Ilık bir rüzgar okşuyordu yüzünü, hava çok sıcaktı. O ne terliyor, ne ağlıyor, ne düşünüyordu. Boşboş bakarken sadece atladığını görüyordu yükseklikten.

Telefon...

Uzun uzun çalıyordu. "Hayır" diye düşündü içinden. "Vazgeç!"

Açmadı. Ara vermeksizin tekrar çaldı. Yine açmadı.

Ve yine... Sessize bile alamıyordu ki... Hiç aralıksız çalıyordu.

En sonunda açtı. "Sen hiç vazgeçmez misin?" diye çıkıştı. Kendi neyden vazgeçiyordu ki, insanlardan nelerden vazgeçmesini bekleyebiliyordu...

"Dünyaya gelme hakkı sana verilmemişse, dünyadan gitme hakkın da yok." dedi telefondaki ses...

Bunun üzerine susan çığlıkları sessizliğe gömüldü.

Doğru... Dedi içinden ve kalktı.

 
Toplam blog
: 128
: 1145
Kayıt tarihi
: 23.11.07
 
 

Herkes gibi yazar, çizerim. Dünyamı boyarım hepsi bu!..