Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Nisan '20

 
Kategori
Kitap
 

İçsel Kafa Huzuru

 
 
'Bazen içsel kafa huzuru hakkında düşünürüm de bu dinginlik, özdeş değilse bile balık avlamaya gittiğinizde bazen bulduğunuz huzura benzer. Bu da çoğu kişinin bu sporu neden sevdiğini gösterir. Suyun kenarında elinde oltayla oturmak, kımıldamamak, gerçekte hiçbir şey düşünmemek, hem de hiçbir şeyi dert etmemek sizi daha önce çözemediğiniz sorunları çözmekten alıkoyan ve davranışlarınıza ve düşüncelerinize çirkinlik, hantallık veren iç gerilimleri ve sinir bozukluğunu kovar sanki.

Bazen bir fincan kahve, bir yürüyüş, bazen işi beş dakikalığına bırakıp sessiz kalmak da yeterli olabilir. Bunu yaptığınızda herşeyi açığa çıkaran içsel kafa huzuruna doğru yükseldiğinizi hissedersiniz. Bu iç huzuruna ve onun açığa çıkardığı niteliğe arkasını dönen şey kötü bakımdır. Önünü dönen şey ise iyi bakımdır. Ona doğru ya da ters yönde dönmenin biçimleri sonsuzdur ama hedef hep aynıdır.

İçsel kafa huzurundan söz ediyorum. Bunun dış koşullarla doğrudan ilişkisi yoktur. Düşüncelere dalmış bir keşişte ya da santimin üç binde birini çekmekte olan bir tornacıda oluşabilir. Bu, çevreyle tam özdeşleşmeyi sağlayan bir kendini vermişliği kapsar. Bu özdeşleşmenin birçok düzeyleri ve dinginliğin birçok düzeyleri vardır ki bunlar etkinliğin daha çok bilinen düzeyleri kadar derin ve ulaşılması zordur.
İçsel kafa huzuru düşüncenin üç basamağında oluşur. Fiziksel dinginlik başarılması en kolay olandır ama yeraltında günlerce gömülü olarak yaşayabilen hindu mistiklerinin gösterdiği gibi bunun da birçok düzeyleri vardır. Ruhsal dinginlikle düşünceler arasında gezinilmez. Bu aşama daha zordur ama ulaşılabilir. Arzular arasında gezinilmediği ve yaşamın hiçbir arzu olmadan sürdürülebildiği değer dinginliği ise en zorudur.

Zen budistler, yalnızca 'oturma' denilen bir pratikten, yani benlik ile nesne arasındaki ikiliğin bilince hakim olmayacağı bir düşünsel pratikten söz ederler. Benim burada motosiklet bakımından söz ettiğim şey de benlik ile nesnenin ikiliği düşüncesinin bilincinize hakim olmayacağı 'yalnızca onarma'dır. Üzerinde çalıştığı şeyden ayrı olduğu duygusuna yenik düşmeyen kişi için yaptığı işe özen gösterdiği söylenebilir. Aslında özen göstermek budur, yaptığı işle özdeşleşme duygusudur. Bu duyguyu duyan kişi özen göstermenin iç yüzünü, yani 'niteliği' görür.

Nitelik, özne ya da nesnede değildir. Saf nitelik anında özne ve nesne özdeştir. Özne ve nesnenin farkında olmamızı sağlayan bir nitelik duygusu vardır.  Bir şeye 'bulaşmak', bir şeyi birinin 'kafasına girmesi', bir şeye kendini 'kaptırmak' hep bu özdeşliğin argoya yansımasıdır. Tüm teknik dallarda zanaatkarlığın temeli bu özdeşliktir. Bu modern anlayışla kavranan teknolojide bulunmayan bir özdeşliktir. Teknolojik ürünü yaratan kişi onunla bir özdeşlik duygusu taşımaz. Onu satın alan kişi de taşımaz. Ondan ötürü 'niteliksizdir.'

Nitelik, bir trenin rayları olarak düşünülürse eğer, niteliği gerektiğince yorumlama olanağınız yoksa tüm trenin nereye gideceği belli değildir. Sizdeki saf akıl değil, saf kafa karışıklığıdır. Genellikle akıl, çok şeyi birden yapmaya kalkıştığında takılır. Bu bilincin sıfır anıdır; takılma. Yanıt yok. Bitmiş. Ruhsal yönden perişan bir yaşantı. Zaman yitirirsiniz. Yapmanız gereken gelmesi için sözcükleri zorlamamak, yapacaklarını ayırıp teker teker yapmaktır. Hem ne söyeyeceğini hem de hangisini söyleyeceğini aynı anda düşünmek daha çok takılmaya yol açar.  Yapılması gereken tek bir şey var; SIRALAMA..

Neyin iyi olduğu hakkında bir duyunuz olmalıdır. Sizi ileriye götüren budur. Bu duyu, onunla doğmuş olmanıza rağmen gerileyebilen bir şeydir. Onun için geliştirilmesi gerekir. Bu salt sezgi yetenek ya da beceri ile açıklanamaz. Nitelikle temasın dolaysız sonucudur.

Zanaatkarlar nesnelere yaptıkları işi üzerinde düşünmeden doğru yapacak bir tarzda bakarlar. Kendilerini, yaptıkları işten onu yanlış yapacak şekilde ayırmazlar. Çözümün merkezi buradadır.
Yapmayı gerçekten istediğimiz bir şeyi yaparken hepimiz böyle anları yaşarız. Ama nedense bu anları talihsiz bir şekilde işten ayırırız. Sözünü ettiğim tamirci bu ayrımı yapmaz. Biri onun hakkında 'yaptığı işle ilgilenir' dediğinde bu, 'yaptığı işle bütünleşir' demektir. Bu bütünleşmeye yol açan, bilincin keskin kenarında, özne ve nesne ayrılığı duygusunun olmayışıdır. Bu özne nesne ikiliğinin yokluğunu anlatan pek çok deyim vardır, çünkü kastettiğim şey folklorda, sağduyuda, günlük çalışma anlayışında gayet iyi anlaşılabilir. Ama bilimsel konuşma biçiminde bu ikiliğin yokluğunu gösteren veriler seyrektir. Çünkü bilimsel kafalar formel, ikici bilimsel bakışın gerektirdiği bir tavırla, kendilerini bu tür bir anlayıştan uzak tutarlar.

Motosiklet üzerinde çalışırken de yapılacak şey, öteki işlerde de olduğu gibi, kişiyi çevresinden koparmayacak bir kafa huzuru oluşturmaktır. Bu başarıldı mı kalan herşey doğal olarak bunu izler. Kafa huzuru doğru değerler üretir, doğru değerler doğru düşünceler üretir ve doğru eylemler merkezindeki huzuru başkalarının da görebileceği maddi yansımalar oluşturacak işleri üretirler.

Kafa huzuru, teknik çalışmada hiç de yüzeysel birşey değildir. Herşey buna bağlıdır. Kafa huzurunu yaratan şey iyi, mahveden şey kötü iştir. Gerekli koşullar, ölçüm aletleri, kalite kontrol, son kontrol, tüm bunlar asıl iş olan kafa huzurunu sağlamak için gerekli araçlardır. Kafa huzuru, romantik niteliğin de klasik niteliğinden de ötesinde olan ve ikisini birleştiren ve işe hep eşlik etmesi gereken niteliğin algılanabilmesi için önkoşuldur. Neyin güzel göründüğünün bilinmesi, neden güzel göründüğünün nedenlerinin anlaşılması ve çalışma sürdükçe bu güzellikle birleştirilebilmesinin yolu güzelliğin parlaklığının görüneceği bir iç dinginlik, bir kafa huzuru oluşturmaktan geçer.

Bence bu kafa huzur kavramı bilinir ve teknik çalışmanın merkezi haline getirilirse klasik ve romantik niteliğin* kaynaşması pratik çalışma koşulları içinde temel bir düzeyde gerçekleşebilir. Bu kaynaşmayı yetenekli tornacılarda, tamircilerde hatta aynı şeyi yaptıkları işlerde de gerçekten görebileceğinizi söylüyorum. Onların sanatçı olmadığını söylemek sanatın doğasını yanlış anlamaktır. Onlarda sabır vardır, özen vardır. Yaptıkları işe karşı dikkat vardır. Bundan da ötesi bir işle sağlanan bir tür uyumun yarattığı zorlamayla kurulmamış yönlendireni ve izleyeni olmayan içsel kafa huzuru vardır. Malzeme ve zaanatkarın düşüncesi birlikte, pürüzsüz, düzgün değişimlerle, malzemenin istenen duruma gelip de zanaatkarın düşünmeyi bıraktığı ana dek değişirler.

Bence dünyayı düzeltmek ve yaşanacak bir hale getirmek istiyorsak yapılacak şey kaçınılmaz olarak ikici olan öznelerle nesnelerle ve bunların birbirleriyle ilişkileriyle dolu olan politik ilişkiler üzerinde ya da başkalarının yapacağı şeylerle dolu olan programlar üzerinde konuşmak değildir. Bence bu tür bir yaklaşım sonradan başlar ve bu sonu baş sanır. Politik programlar, ancak temeldeki toplumsal değerler sisteminin doğru olması durumunda etkili olabilecek, toplumsal niteliğin sonuç ürünleridir. Toplumsal değerlerin doğru olması için bireysel değerlerin doğru olması gerekir. Dünyayı düzeltmenin yeri ilk olarak kendi yüreğimiz, kafamız ve ellerimiz ve onlardan çıkan iştir. Başkaları insanoğlunun yazgısını düzeltmekten sözedebilir. Ama ben motosikletin nasıl onarılacağından söz etmek istiyorum.
Söyleyeceklerimin kalıcı değerinin daha fazla olacağına da inanıyorum.'**
 
*Klasik ve romantik nitelik ile bahsedilen, görünürde olanın görünmeyen tarafının oluşu ve bu ikisinin birbirini bütünlediği düşüncesine dayanır. Görünürde olmayan için 'saklı biçimler dünyası' ifadesini  kullanmak çok yerindedir. Saklı biçimler dünyası alışılmamış bir konudur. Nesneleri o anki görünümlerine dayanarak ya da saklı biçimlerine dayanarak algılarsınız. Buna göre insan anlayışı; klasik anlayış ve romantik anlayış olarak ikiye ayrılabilir. Klasik anlayış dünyayı, saklı biçimin kendisi olarak görür. Romantik anlayış ise o anki görünüşüyle görür. Bir romantiğe bir motor ya da makine çizimi gösterdiğinizde onu ilgilendiren birşeyler görmesi olananaksızdır. Gördüğü şeyin çekiciliği yoktur, çünkğ gerçekliğin yüzeyini görür. Aynı şemayı klasik birine gösterdiğinizde ona bakar ve hayran kalır. Çünkü oradaki biçimlerde, çizgilerde saklı biçimin muazzam zenginliğini görür.

Romantik tarz, öncelikle esinsel, düşsel, yaratıcı ve sezgiseldir. Duygular, olgulardan önce gelir. Sanat, bilimle karşılaştırıldığında romantiktir. Aklı ya da yasaları izlemez. Yalnızca duyguları, sezgileri ve estetik vicdanı izler. Klasik tarz, tersine aklı ve yasaları izler ki bunlar da düşünce ve davranışların saklı biçimleridir. Motosiklet sürmek, romantik olmasına karşın, motosiklet bakımı tam anlamıyla klasiktir. Klasik üslup, dosdoğru, yalın, duygusuz, ekonomiktir; dikkatle dengelenmiştir. Amacı duygusal esin uyandırmak değil, kaostan düzen yaratmak, bilinmezi bilinir kılmaktır. Herşey kontrol altındadır.
Klasik gerçeklik öncelikle teoriktir ama kendi estetiği vardır. Romantik gerçeklik önce estetiktir ama kendi teorisi vardır. Teorik ve estetik kavramı tek bir dünyanın bileşenleri iken klasik ve romantik ayrımı iki ayrı dünya arasındadır. Sorunun kaynağı budur. İnsanlar ya bir tarzda ya da öteki tarzda düşünmeye ve bunu yaparken öteki tarza ait herşeyi yanlış anlamaya veya küçümsemeye eğilimlidirler. Gerçeğin bu iki görüntüsünün birleştiği bir nokta yok!' diye pek bir güzel açıklamış Robert M. Pirsig 'Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı' adını verdiği eserinde..

**Bu metin, olduğu gibi, Robert M. Pirsig'in 'Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı' adlı eserinden alıntılanmıştır.
 

 

 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..