Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '07

 
Kategori
Anılar
 

İçten dört gülümsemenin inanılmaz gücü...

İçten dört gülümsemenin inanılmaz gücü...
 

Merhaba,

Gülümserken içinizin ısındığı son anı düşünün... Gerçekten çok uzaksa yazık aldığınız nefese...

Size anlatacaklarım gerçek olamayacak kadar hayal ürünü gibi gözükseler de, ne mutlu ki tamamen gerçekler...

Önce size karakterleri tanıtmam lazım sanırım:

Gülümser, diğer karakterlerle tanışmama sebep olan, onları bize getiren ve burada beraber üç gün geçirdiğimiz ana karakter... Bu arada inanılmaz tatlı bir kızı var, hayat dolu, beyninden hep fikirler fışkıran, bir türlü yerinde duramayan, yaşının hakkını veren ve hayatımda şimdiye dek gördüğüm en sadık aşkın sahibesi... O'na da Su diyelim...

Çılgın, adı üzerinde, saçıyla başıyla, hareketleriyle, konuşmasıyla bir dakika bile muzurluk yapmadan yerinde duramayan deli dolu bir kadın...

Aristokrat, inanılmaz pozitif, her ne kadar ingilizce kelimelerden kurtulamasa da tam bir cumhuriyet aşığı, Ankara'nın cumhuriyet terbiyesiyle büyütülmüş tam bir paşa kızı...

Yaralı, duvarlarını diğerlerinden çok daha kalın tutmuş, konuşurken iki kere düşünmenize sebep olan, muhtemelen diğerleriyle beraberken kopup giden ama yanlarında yabancı biri olduğunda hemen hanım hanım moduna bürünen en sessiz karakter...

Küçük Prenses'imiz var bir de... Aralarında sanırım hakkında en çok şey bildiğimi zannedip aslında hiç bir şey bilmediğim karakter... KP ve Gülümser bu karakterler arasında ilk tanıdıklarım...

Bu muhteşem dörtlü; çünkü Su ve Küçük Prenses bizimle beraber değildi bu 3 günlük cehennem döneminde beni tam anlamıyla bitirdiler. Daha doğrusu eski beni bitirdiler, yeni beni başlattılar...

Kötü ve yoğun bir zamanda uğraşılması, ilgilenilmesi gereken konuklarımdı bu karakterler... Hatta masalarına ilk uğradığımda Aristokrat ile Yaralı tam isimlerine yaraşır şekilde buz gibi davrandılar, Çılgın ise yine adına yaraşır bir ses tonuyla merhaba dedi...

Allah'tan Gülümser vardı da biraz olsun rahatladım, O'nunla ilgilenirken, inanılmaz bir sıcaklık yine geçti içimden... Sonra diğerlerinden aldığım dolaptaki biralar sıcaklığında ilgi ve yaklaşımla masalarından ayrıldım...

3 günün belki en üzücü ama kaderin akışını değiştiren olayı yaşandı sonradan... Gülümser hastalanmış... Beni çağırdılar; tek doktorumuzu bulduk aldık yanımıza gittik odasına... Film orada koptu...

Dinleme aletini unutan doktorumuz, serumun iğnesine bakamayan Aristokrat, oda sıcaklığından ateş basmış Çılgın ve bana telefon açmak zorunda kalan ve mecburen konuşan Yaralı ve son olarak da ben o geceki komedi filminin baş rol oyuncuları olarak bulduk kendimizi...

Gülümser'in tedavisi uygulanıp serumuyla uykuya bırakıldıktan sonra hikayenin en komik anlarından birinci bölüm yaşandı... Akşam yemeği...

Bir insan, daha doğrusu bir bayan, neresine yer o kadar yemeği ve yarım tepsi baklavayı anlayamadım... Garibim garsonlar sözde Aristokrat arkadaşımıza yemek yetiştirmekten, boşlarını almaktan diğer masalarla ne yazık ki ilgilenemediler... Çılgın pek formunda olmadığından ve daha çok hasta bakıcı kılığında dolaştığından yemeklerle pek ilgilenemedi... Yaralı zaten bildiğiniz gibi, sessiz ve sadece yemeklerle ilgilenen karakter...

Bölüm iki; en bomba yer...

Eğer hayatınızda kavak ağacı gibi biri varsa ve bu adam sizin hayatınızda hayal kırıklığı yaşatmışsa... The Aristocrat...

Eğer hayatınızda size unutturduklarınızı tekrar hatırlatan hislere yeniden kavuşturan biri varsa, ama bu kişi ne yazık ki doğru kişi değilse... Yaralı...

Eğer hiç bir şeyi takmıyor gibi gözüküyor ama içinizde fırtınalar kopuyorsa, ve siz bunu dışarı çılgınlık derecesinde neşe boyutunda sunuyorsanız... Çılgın...

Eğer bu üç karakterle, konuşmaya susamış inanılmaz melankolik bir adam bir araya gelirse ne olur biliyor musunuz? Bir şişe votka ve portakal suyu bayanlara, bir küçük rakı da bendenize...

Hayatımın son dönemlerinde yaptığım en güzel sohbetlerden biriydi o gece... Gülümser'in odada yatmasının ve akşam yemeğinde bana yemek bırakmamalarının suçluluğunu onlara hissettirmeme rağmen hiç takmayıp devamlı gülmeleri muhteşemdi...

Sabah kahvaltısı...

Siz eğer ahçınıza binbir zorlukla sucuk üzerine teflonda altı yumurta kırdırıp, bunların hiçbirine bir parça bile ekmek banamıyorsanız ve bu yumurtalardan ikisi geri geliyorsa bu insana inanılmaz bir acı veriyor... Yalnız başına bırakılmışlık, sucuklu yumurtadan mahrum edilmişlik ve daha nice derin duygular...

Tüm bunların intikamını ne yazık ki Yaralı'dan aldım... Neredeyse 2 - 3 saat esir alıp bir hayat boyu yaşananları anlattım O'na... Ve inanılmaz bir şey oldu; Yaralı da konuştu, anlattı... Ve ben bir kere daha ne kadar yanılmadığımı gördüm anlattıklarını dinledikçe...

Gülümser'in iyileşmesi günün en güzel tarafıydı, bu arada Küçük Prenses'i yanımıza getirme çabaları sonuçsuz kaldı, biraz içimiz burkuldu ama kader...

Aristokrat fantazilerinin en büyüğünü büyük bir sabırla gerçekleştirdi; şezlonga tüm rüküşlüğü, ayağında otel terlikleri ve portakal rengi baklavalı çoraplarıyla, başında kapşonu, üzerinde battaniyesiyle yatıp bütün gün kitap okudu... Tabi ki kendi sınıfından bir yazarın kitabını...

Çılgın'ın kendinden daha arızalı arkadaşları geldi bu arada... Onlara da kalmış yemeklerden bir şeyler yedirdik, çok beğendiler...

Bu arada ben bütün gün garsonluk yaptım onlar keyif çatarken...

Akşam yine barda, ve ne mutlu ki dört kişilerken pek sessizlerdi... Herhalde hava çarpmıştı, açıkçası şaşırdım...

Ertesi gün dönüş ve tesisin özgürlük günüydü... Personel ince bir hazırlık yapıp saz ve oyun havaları ekibi kurmuşlar kendi aralarında... Çantaların gelirken daha az dönerken daha çok oluşundan huzursuzlanan personeli ikna ettikten sonra davul zurna eşliğinde yolcu ettik onları...

Ne yalan söyleyeyim, bir yalnızlık, bir hüzün bastı içimi...

Bundan sonra burası ne bu kadar gürültülü, ne de bu kadar neşeli olacak onlar olmadıkça...

Şükretmem gereken Allah karşıma bu tür insanları çıkarmaya devam ediyor... Kötü hissettiğim zamanlarda iyilik yapabileceğim, kendimi bulabileceğim insanlarla tanıştırıyor beni...

Bu karakterlerle ilgili anlatacaklarım bitmedi, sanırım bitmesi de zor...

Keyifli insanlar, beni hayatlarından çıkarmak istemedikleri sürece hayatlarında kalmak istediğim kişiler... İnşallah yanılmam, inşallah yanılmazlar; insanın beraberken gülebildiği insanları bulup hayatına sokabilmesi, onları orada tutabilmesi ve onların hayatında tutunabilmesi o kadar zor ki...

Sevgiler...
 
Toplam blog
: 24
: 670
Kayıt tarihi
: 07.03.07
 
 

İyi bir tahsil hayatı; Galatasaray Lisesi, ardından Boğaziçi... Etiket olarak iyi de sonuç olarak ne..