Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Nisan '14

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

İdam geri gelmeli mi?

İdam geri gelmeli mi?
 

Kaynak: İnternet


Özellikle feci şekilde artan çocuk cinayetleri sonucunda kısasa kısas tarzında idamın bir ceza unsuru olarak tekrar uygulamaya konulmasını isteyenler var; ilk tepki olarak “Asın gitsin!” duygusu öne çıksa da çözüm olmayacağının farkındalığı insanın beyin kıvrımlarının arasından kendine yol bulup hiddet, şiddet duygularına gem vuruyor.

Bir kere, suça meyilli insanı idam cezası durduramaz. İdam cezası ise geri dönülemez bir cezadır; misal Deniz Gezmiş, Adnan Menderes…

İşin siyasi boyutuna girmek istemiyorum lakin “İdam geri gelsin, en azından çocuk katilleri için” diyenlerin gözlerinin önünden gitmeyen nice kücük çocukların fotoğrafları var; bir de o çocukların aileleri var ki her ölüm erkendir ancak bir de çocuk ölümleri…

Hele de o minicik bedenin işkenceyle, tecavüzle öldürülmesi…

“Aynısı ona yapılsın!” istiyor insan ilk etapta, ne yalan!

Sonra akıl devreye giriyor, as, as nereye kadar?

Üstelik de idam sınırlı olarak gelse de biliyoruz ki genişler ve bu öyle tehlikelidir ki uydurma suçlarla hücrelere tıkılıp da ikişer kere ağır müebbet cezası alanların var olduğu bir ülkede resmen saatli bombadır.

******

Toplumsal anlamda ilk odaklanacağımız konu öncelikle bir toplumun nasıl bu kadar çürümüş ve suça meyilli hale gelmiş olmasıdır.

Cezalar yetersiz derken, evet, tecavüzcülere, hırsızlara, arsızlara karşı yetersiz ama özgürlük, düşünce, ifade konularında ise fazlasıyla cüretkar!

Demek ki bir denge problemi var!...

Bir algı eksikliği, mantık örgüsü bozukluğu…

******

Durum böyleyken “İdam” diye çığırtmanın da anlamı yok, bence…

Çocuk katillerini hedef alırken çocuk katillerine savaş açanları asar gideriz bu aymazlıkla; idamı unutalım gitsin!

Peki ama çocuklarımız öldürülsün mü? Tecavüz edilip bir kenara atılsın mı?

Kaybolup da tecavüze uğramadan, cinayet unsuru olmadan kazayla ölen çocuklarımıza neredeyse sevinme durumunda mı kalalım?

******

Yalnız var ya; en azından işkence edilmemiş, tecavüz edilmemiş, kazayla kuyuya düşmüş de ölmüş diye hüzün içinde bir parçacık da olsa “Ohh şükür…” düşüncesi geçmiyor mu aklımızdan?

O kuyu neden orada, nasıl olur da çocuk açar, arkadaşı söylemekten neden korkar gibi sorular peşinden geliyor, maalesef…

******

Canilik ile cehalet, bana göre, kol-kola gezerler; insanın en ilkel yanları vardır. Bazıları buna “hayvanlık” derler ama ben inanmam; hayvanların doğasında sevgi vardır!

Diyeceksiniz ki bir diğer hayvanı avlıyorlar; genetik kodları öyle zira ve evrende, normal şartlar altında, denge unsuru pek mühim; biri diğerini avlamazsa o bölgedeki ağaçlarlar kuruyabilir, kuruyan ağaçlar kuraklığa sebep olabilir ve kuraklık da bazı nesillerin son bulmasına neden olabilir, gibi…

Konuyu dağıtmasam iyi olur, yoksa saatlerce yazar dururum; ben üşenmem de siz helak olursunuz.

******

Canilik ve cehalet dedim ya; en basit örneği nasıl verebilirim diye düşünüyorum, mesela kedi-köpekleri tekmeleyen, canları acıtan, kuyruklarını falan kesen, hatta elim zor yazıyor ama eziyet çektirerek öldüren çocuklar vardır; bu çocuklar neden o hayvanlara bunları yapar?

Hadi düşünelim; korktuklarından mı, yoksa aileleri tarafından sevilmeyen çocuklar olduklarından mı? Peki, çocuğunun bir hayvana eziyet ettiğini gören bir anne ve baba ne yapar?

(Avrupada olsa psikoloğa götürür, acilen!)

Bizde, sahi, ne yapılır?

Diyelim bir hastaneye müracaat ettiler, psikolog psikiyatra yönlendirir, psikiyatr ilaç verir, falan ve filan…

(Normal şartlarda psikiyatr ve psikolog ayrı ayrı görüşüp, bilgileri birleştirdiklerinde ancak gerçek tedavi sağlanır. Ülkemizde bu var mı? Var! Yüksek ücretler ödeyerek ve doğru hekimi bulduktan sonra!)

Kaç kişinin gücü yeter?

Varlıklı depresyon ve vajinusmus hastaları desem…

******

Peki ne yapmalı?

(Köy Ensitüleri çok doğru bir çalışmaydı, yok oldu!...)

Bir kere çocuklarımızı korkutmayacağız! En güvendikleri kişi olan aile bireylerinden kormamalrı gerekir ki kendini rahat ifade etsin. (Hoşunuza gitmeyen bir şey söylerken dahi kaşınız-gözünüze hakim olun; hakim olamadığınız her bir mimiğiniz yarın-öbür gün çocuğunuzun sizden birşeyler saklamasına neden olabilir. Oysa onun en yakını, onu en çok korumak isteyen sizsiniz; sizden daha iyi davranan biri olmayacaktır!

Hep yazarım, yıllar öncesinde bir minik kız düştü gözümün önünde, içgüdüsel atladım tabii, tam kaldırmak üzere hamle yapmıştım ki annesi gülen bir yüzle “Lütfen…” dedi, “Kendisi kalkabilir…”

Sahiden de sarı saçlı sevimli kız kalktı, pantalonunun dizlerini silkeledi ve annesinin yanında yürümeye devam etti.

Ağlamadı… Annesi de ona acımadı! (Zira çok canını yakan bir durum olmadığının farkındaydı!)

Elbetteki konuşmalarımız İngizceydi; Türkçe olsaydı ya çocuk düştüğüne pişman olurdu “Önüne baksana! Salak!” nidalarıyla, ya da “Kuzummm, kızımmm, buraya mı takıldın? Döverim şimdi ben burayı! Bakayım dizine? Offf pantalonun da toz-toprak olmuş, dur silkeleyeyim, falan…)

******

Hep yazarım, yine yazacağım: Akraba evlilikleri yasaklansın!

Yasaklansın arkadaş, mentalite bozukluklarının, ya da genetik hastalıkların temelinde bu var! Hatta sosyolojik anlamda karşı cins ve arkadaşlık bozukluklarının temelinde de bu var!

Yine pek kızacaklar ama ayıp, günah, din, adet, gelenek-görenek derken hem kişilikleri hem de cinsellikleri bastırılan gençler kendilerini ifade edebilecekleri, varlıklarını kanıtlayabilecekleri bir mecra bulamadıklarında patlıyorlar!

Bu patlamayı ya aileler görmüyor-duymuyor ya da önemsemiyorlar. Aslında farkına bile varmıyorlar desem yeridir de, neyse…

Diyelim es kaza farkettiler, öyle ayıp adlediyorlar ki örtmeyi tercih ediyorlar!

******

İlkokulda özellikle çocuklara işlenmesi gereken konular var; tarihi ezberlemeseler de olur, edebiyatın duayenlerinin eserlerini bilmeseler de… Din dersi de olmasın… “İnsanlık dersi” konsun, yeter!

Mesela denilsin ki “Yaşlı kimler var etrafınızda?”

Sonra anlatılsın, onlar da sizin gibi çocuktu, büyüdüler, evlendiler, falan… Onlar da top oynadı, uçurtma uçurdu… Büyüdüler, insanlar büyürken yaşlanırlar da… Yaşlandıklarında eskisi gibi ağırlık kaldıramaz kolları, bacak kasları zayıflar, hatta hafızaları…

Hani otobüse biniyoruz ya, bazen çok yorgun oluyoruz, biliyor musunuz çocuklar, onlar bizden çok daha fazla yorgunlar!

Hani size deniyor ya yaşlılara yer verin diye, işin aslı bu; sizin kaslarınız çok daha kuvvetli, otobüsün hareketlerine karşı refleksleriniz çok daha seri; nedeni işte bu şekerlerim, diyelim ki siz dengenizi kaybedip düştünüz, en fazla poponuz birkaç gün acır ama onlar düşerse kemikleri kırılır ve bilir misiniz kemiklerin dokuları belli bir yaştan sonra üretim yapmaz; sakat olan yaşlılar var ya, hani yolda falan gördüğünüz, bir şekilde düşüp de kırılan kemiklerinin onarılmamasından bu haldeler…

******

Sevgiyi yalnızca anne-babasını, çocuğunu ve de karşı cinsi sevmek zanneden, severken öldüren bir toplumun acilen gerçek sevgiyi öğrenmesi gerek!

Bir kedinin doğum anını izleyen miniklerin hiç birinin bir kediye eziyet edebileceğini düşünmüyorum! Ederse de ciddi anlamda psikolojik destek görmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama bu arada hangi okul çocuklara bir kedinin doğum görüntülerini izlettirmeye izin verir? Hangi öğretmen cesaret edebilir? Bir veli çıkıp da şikayet etse kim savunabilir?

Hah işte! Problem de bu zaten!

Yapanı asmak çözüm değil arkadaş, yapmayı teşvik eden zihniyeti sorgulamak, yargılamak gerek!

******

Evde şiddeti görmemiş, korkuyla tanışmamış, ezilmemiş; sevilmiş, fikirlerine önem verilmiş, efendime söyleyeyim, kendine güveni tam olan hangi genç hunharca cinayet işler?

Hani idam falan diyenler var ya, çocukları bu tarz suçlar işleyenlerin ebeveynlerine de ceza verilmesini destekleseler, daha faydalı bir işe imza atmış olurlar, bence…

******

Bir evde dedikodu yapılmıyorsa, birileri için “s.kerim, öldürürüm” denmiyorsa; nefret söylemleri olmuyorsa, “Analık hakkımı helal etmem!” gibi ifadeler geçmiyorsa o ailenin çocuğu bir cana kıymaz arkadaş!

Hiç mi oluru yoktur? Olmaz mı! Ama o anne, o baba çocuğundaki dengesizliği sezer, sezmekle kalmaz, çocuğunu götüremese bile kendi bir psikolağa gider, danışır; gerektiği hallerde elleriyle giydirir arkadan bağlı gömleği…

******

Biraz ütopik mi geldi? Gelir… On yıl önce öyle değildi, zati bu kadar da ayyuka çıkmamıştı edepsizlik, insanın bir onuru vardı arkadaş; dürüstlük iyi bir şeydi, mesela… Haa, hep kötüye kullanılmaya çalışılmıştır ama hırsızlığa “İyi, güzel” diyen de olmamıştı yani…

******

Başı türbanlı bu kadar kadın yoktu, badem bıyıklı adamlar da, keza; ama bu kadar da çocuk kaçırılmıyordu arkadaş! Bu kadar elinde tabanca ile ölüm saçan adamlar!...

Tecavüzler bu kadar çok muydu, yoksa medya sayesinde mi açıklanır oldu?

Yine de, var ya, bu kadar nefret, bu kadar kin; bu kadar öfke yaşamamıştı bu ülke!

Aman haa, çocuk katilleri için idam istemeyin; gün gelir yok yere idam edilirsiniz bu ülkede!...

(Bu arada, çocuklara verilecek dersler hakkında epey bir söyleyeceğim vardı, arada kaynadı gitti. Ciddi fikirlerim var, bir başka yazıda söylerim  artık; konudan konuya atlamayı “İp atlar” gibi sevdiğimden… Sahi, çift ip ile atlayanlar vardı, bilir misiniz? Halamın arkadaşları yapıyorlardı; becerebildiğimde nasıl sevinmiştim!

Böyle şeylere sevinen insanlar zarar gelmeyeceğini de düşündüm şu anda!)

(Yine bir parantez, Gizem’in katil zanlısının fotoğrafına baktınız mı? Bir çok katil zanlısının ortak özelliğini taşımıyor mu sizce de? Gözlerinde bir karanlık, dudaklar kilitli… Kaç genç fotoğrafında böyle ifadesiz çıkar? Etrafınızdaki insanların gözlerinin içine bakın; gözlerini kaçırıyorsa sakının!)

Haa, bir de, ayıp olmasın falan diyerek böyle insanları etrafınızda barındırmayın!

Hatta şikayet edin! Tencere-tava çalanları şikayet edenler kadar kabül göreceğinizi sanmam ama sessiz kalmamaktan iyidir, yani!     

http//twitter.com/Gulgunkaraoglu

gulgun_2006@hotmail.com

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..