Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ocak '09

 
Kategori
Felsefe
 

İdrak-ı materyanın içinden – Kelimelerin nörobiyolojisi ve nöropsikolojisi (Fribourg Üniversitesi U

Bu yazımı yarın 7. yaşına basacak olan biricik oğlum Uzay Luzardo’ya hediye ediyorum...

‘Makro’larımızın büyüklüğüncedir ‘mikro’larımızın sonsuzluğu; biri aklımızda büyüdükçe ona uzanan ellerimizle buluşamadan sonsuzluğa uzar gider, diğeri gözlerimizde ufaldıkça ona dalan düşüncelerimizi öksüz bırakışını hiçe sayıp, arkasına bile bakmadan, hiçliklerin minnacık karanlıklarında kaybolur gider.

Biz insanların varlığının anlamı da bu iki verinin, yani büyüdükçe büyüyen ve ufaldıkça ufalan iki alem arası mekik dokudukça genişledikçe genişliyor. İnsanlık her iki alemin aşırı uç noktalarında mesafe katettikçe, biz insanlar anlayışımızın, varlık yasalarımızın temelini, temmellerini, yıkılıp yok olmak istemiyorsak, her biri bir idrakî depreme denk bu gelişmelere doğru orantılı olarak günbegün esnekleştirmemiz gerekiyor.

Bu yazımda sizleri böylesi bir idrakî esnekliliği beraberinde getireceğini umduğum bir düşünsel jimnastik seansına, cüssesi ufacık, heybeti ‘ehhhh beeee!!!’`bilinsin istediğim beynimizin ‘şu kadarcık’ sonsuzluklarına davet etmek istiyorum. Göreceksiniz ki, sonsuzluğun ‘şu kadarcığı’yla bile olsa üstesinden gelmek o kadar da kolay bir şey değil. Bu bağlamda beynin mikro sonsuzluklarında kaybolmamak için herkese vermeyi düşündüğüm kırmızı iplik makara konu ‘dilimin ucunda’ fenomeni olsun istiyorum.


Nedir bu ‘dilimin ucunda’ fenomeni?


Adından da anlaşılacağı üzere nörobiyoloji, nöropsikoloji, nörolengüistik ve nörofelsefe’de ‘dilimin ucunda’ fenomeninden bahsedildiğinde dilin işlevselliğinde, daha doğrusu leksikolojik bilgi birikimine (kelime hazinemize) erişim aşamasında izlenen (bilgi-) işlem aksaklığı, ya da tıkanıklığı, yani düşünürken, konuşurken, okurken ya da yazarken hatırlamak isteyip de hatırlayamadığımız, dolaysıyla her seferinde ‘dilimin ucunda’ diyerek içinde bulunduğumuz çıkmazı tasfir etmeye çalıştığımız durum anlaşılmaktadır.

Peki, böylesi bir durumda beyinde neler olup bitiyor, daha doğrusu neler olamayıp, neler bitemiyor?

Kelimelerin nörobiyolojisi:

‘Dil’ veya ‘konuşma’ yetisi, şüphesiz insanın en önemli vasıflarından biri, öylesine karmaşık bir konudur ki, teknolojik imkânların doruklarına taht kurabilmiş olmasıyla günbegün biraz daha popülerleşen, medyanın her bir köşesinde ilmî mankenliğin şimdiye kadar görülmemiş örneklerini bize sergileyen ‘beyin bilimi’, yani ‘nöroloji’ dahi‘dil’i kullanabilmemizi, onu anlayabilmemizi sağlayan sinirsel (sinaptik) bileşkelerin peşine yeni yeni düşmeye başlamıştır.

Bu bağlamda ‘dilsel’ birimlerin, yoğun işbirliğinden kaynaklanan, güçlü bağlantılı, sağlam ilişkili sinir hücreleri grupları olarak beyinde kendilerine yer buldukları varsayılır. Bir başka önemli konu ise bu birimlerin hiyerarşik (alttan-üste) açılımının, harf-ses, hece-ses, kelime-ses, karmaşık kelime kombinasyonları (basit cümle, karmaşık cümle, deyim vs.) şeklinde kolaydan zora doğru, yani basit bileşkeli sinir hücreleri gruplarından, karmaşık bileşkeli sinir hücrelerine doğru büyüdüğü, büyümeye doğru orantılı olarak hücre sayısının da, sinaptik bağlantıların da, bilgi işlem kapsamına giren beyin arealleri sayısının da, yani lob sayısının da, arttığı, yani çözülmesi gereken problem kompleksleştikçe, yardıma koşan nörolojik birimlerin de hem nicelik hem de nitelik olarak arttığı savından ileri gidilmektedir.

Şimdi bu bilgi işlem prosesinin tümüne denk hiyerarşik açılımın merdivenlerini en alttan en üste, taa ki asıl konumuz ‘dilimin ucunda’ fenomenine ulaşıp açıklığa kavuşturana dek, öyle nörolojiden, biyolojiden, psikoljiden ve filolojiden koparılamayan soyut kavramların gölgesine sığınarak değil, örneğin ‘tolerans’ kelimesini mercekleyerek somut bir şekilde, birer birer, çıkalım.

‘Tolerans’ kelimesini telafuz etmek istediğimde beynimde vukuu bulan icraatlar nelerdir?


Siz ne kadar bir nefeste ‘tolerans’ deyiverseniz de, beyniniz aklınızın alamayacağı bir hızla mevzu bahis kelimenin içerdiği harflerin tümünü bir scanler, yani kopyalar. Bunu öyle bir hızla yapar ki, siz kendinizi bu kelimeyi söylerken izlediğinizde (düşünürken değil), gözlemleyebileceğiniz hıza denk beyinsel işlem en az iki üç aşama sonraki ‘harflerin seslerini birbirine uyuşturma’ safha olacaktır. Yani biz ‘tolerans’ derken, beynin ‘t’ harfini nasıl işlediğini değil, bu harfin ses-motorik telafuzunun bir sonraki harf ‘o’nun ses-motorik telafuzuna nasıl uydurulması gerektiği aşamasında, yani hecesel işlem aşamasında, yani ‘to’ hecesinin telafuzu aşamasında gözümüzü açabiliriz; ondan öncesi bizim işlem hız anlayış kapasitemizi aşmaktadır.

(Bu durumu, yani beynimizde, yani bizden bir yerimizde, kendimizin dahi işleyiş hızına akıl erdiremediğimiz bir olgudan söz edilebilir olmasını, kendilerine ‘evangelikler’ diyen ve Amerikan kiliselerinden dünyaya dağılarak evrimin yeni, Darwinden Mendelson'dan uzak, tanrıevî boyutunun kabul edilmesi için bu tür ‘mutlak çelişki’ dedikleri ilmî verilerde kendilerini haklı görmek isteyenler, kendi çıkarları için kullanmaktadırlar. Ancak burada öyle bir çelişki yoktur. Siz çelişkiyi ‘zaman’da, yani tanımını dahi mutlak yapamadığınız bir ‘belirti’de ararsanız, varayacağınız yer her zaman spekülâtif (kurgusal) olacaktır, aynı inandıklarınız gibi...oysa çelişki ‘zaman’da değil, çözüm ‘hız’dadır, ‘harekettedir’...evangeliker’in mantığına uyacak olsaydık (ki bu durum birçok dinî bakış açısı için geçerlidir) kendi ürettiğimiz ‘otomat’larımızı da ilahîleştirmemiz gerekirdi...bu noktaya değinmeden edemedim, çünkü dünyamız birçoğunun düşündüğü gibi ileriye gidiyor olabilir, ama aynı zamanda birçoğumuzun düşnemeyeceği kadar geriye doğru gidiyor, şaşılası derecede yobazlaşıyor, korkulası derecede despotlaşıyor...)

Biz yine de beynin aklımızı aşan bilgi işlem aşamalarını ‘slow motion’, yani ağır çekim izleyelim. Bu bağlamda ‘t’ harfini telafuz edebilmek için beynimizin sol yarı kesitinde bulunan Brodmann bölgelerinden (aşağı yukarı kulak hizasında) birçoğunun, hepsinden önce Broca bölgesi (ünlü nörolog Paul Broca’nın keşfi), motorik bilgilerin (dil, dudak, ağız...) işlendiği, Wernicke bölgesi (ünlü nörolog Carl Wernicke'nin keşfi), leksikoljik bilgilerin (harf, hece, kelime, cümle bilgilerinin depolandığı, dil bilgi bölge...) ve bu ikisinin yanısıra mimiksel bilgilerin işlendiği yüz kaslarını kontol eden motorik bilgi işlem bölgesi, birçok akustik (audio) bilgi işlem bölgeleri vesayire vesayire.

Şimdi, nörobiyolojik bazda ‘t’ harfinin kendine öz bir mikrobiyoljik parmak izinin olduğu düşünülmektedir. Yani bizim beynimize, onun işleyiş kuralları ve bu işleyiş kurallarının yerine getirildiği mikro- ve nörobiyolojik dile sadık kalarak, ‘t’ harfinin işlendiği leksikolojik bilgi birikimi (kelime hazinesi) bölgesine sinaptik bağlantıları aracılığıyla haber gönderip ‘bana şuradan bir ‘t’ harfi verin!’ dedirtebilmemizin yine kendine has bir dili olduğu varsayılır. Bu dil mikrobiyolojik boyutta irdelendiğinde ister istemez moleküler alfabeye dayanan bir dilin kullanım alanlarının hangileri olduğunu bilmek gerektigi gercegi ortaya cikar. Bunu başardığınızda beyninizin sizin niyetinizin (niyet aslında çok zayıf bir kelime...angloamerikan dil ailesinde ‘intention’ kelimesi kullanılmaktadır...belki sizlerden bu terime daha yakın düşen, hatta onunla örtüşen başka bir kelime önerisi gelir...sevinirdim) ‘t’, ondan sonra ‘o’, ondan sonra ‘l’ ondan sonra ‘e’, vs. vs. vs., harflerinden oluşan ‘tolerans’ kelimesini telafuz etmek olduğunu sinaptik bağlantılar aracılığıyla, moleküler bilgi paketleri halinde önce leksikolojik bilgi birikimi bölgesine, sonra buranın işbirliğiyle motorik bilgilerin işlendiği bölgeye, oradan da az önce yazdığım diğer bölgelere gönderir ve siz niyet ettiğiniz kelimeyi telafuz edersiniz.


(Burada her harfin, her hecenin, her kelimenin farklı, Kalsiyum (Ca) iyonlarının, Natriyum (Na) iyonlarının ve bunları işleyen Acetylcholin molekülün ve Cholinesterase enziminin dozajına bağlı olarak (dilerim bu terimlerin Türk mikrobiyoloji dilindeki karşılıkları da aynıdır), moleküler şifresi olduğunu düşünmek gerekir. Bu şifreler harften, heceye, heceden kelimeye, kelimeden cümleye, cümleden kalıplaşmış bilgi paketlerine, deyimlere, özdeyişlere vs., vs., kadar uzar. Yani her bir bilgi birimi şu kadar Ca ve şu kadar Na içerir ve işlenmesi için şu kadar ve şu kadar Acetylcholin molekülüne, şu kadar ve şu kadar Cholinesterase enzimine ihtiyaç vardır ve bu verilere göre işlenilmesi gereken bilginin ‘tolerans’ kelimesi olduğu anlaşılmıştır şeklinde. Tabii beynimizin bizimle böylesine dilsel anlamda bir irtibata girebileceği savını ön koşarsak.)

Şimdi ‘dilimin ucunda’ fenomenine dönelim ve ‘tolerans’ kelimesini hatırlayamayışımızın sebeplerine bir göz atalım.

Kelimelerin nöropsikolojisi:

‘Dilimin ucunda’ fenomeninin tanımı beynin sahip olduğu ‘artık bilgiye’ göre değişir. Bilirsiniz, bazen telafuz etmek istediğiniz kelime aklınıza gelmez ama ilk harfinin şu ya da bu harf olduğuna eminsinizdir. Yani ‘tolerans’ diyemeseniz de ‘ttttttt’ der durursunuz. İşte bu artık bilgidir. Şayet ‘to’ diyebiliyorsanız, o zaman 'artık bilginiz' hecesel işlem aşamasındadır ve dilinizin ucundaki kelimeyi bulma olasılığı iyice yükselir. Tabii artık bilgilerin dilinizin ucundaki kelimeyi bulmaya yardımda ne kadar etkili olabileceği sorusu, dilinizin ucundaki kelimenin uzunluğuyla, ne kadar ünlü ya da ünsüz harf içerdiğiyle de yakından ilgilidir. Ama öyle ya da böyle, eğer dilinizdeki kelimeyi hatırlayamıyorsanız, biliniz ki nörobiyolojik ve mikrobiyolojik bazda bir bilgi işlem zayıflığı söz konusudur. İşlem zayıflığı da bu bağlamda her zaman zayıf sinaptik bağlantı, yani zayıf moleküler bilgi (yeniden) tanımı anlamına gelir. Yani bir kelimeye denk sinaptik bağlantıyı ne kadar sık kullanırsanız, o bağı o kadar güçlendirirsiniz ve o bağlantıya denk kelimeyi unutma ihtimaliniz o denli azalır. Aynı Darwin’in türler teorisinde olduğu gibi, burada da az kullanılan sinaptik bağlantılar körermese de hafızamızda zayıf bilgi olarak kategorilendirilir ve belli bir zaman sonra kayıttan silinir, biz de kendi dilimizce ‘unuttuk!’ deriz.

Hatırladığımızda ise hissettiğimiz sevincin, ruhî rahatlığın nörobiyolojik, nöropsikolojik boyutu şudur: beyin bir kelimeyi ilk kez leksikolojik bilgi birikim merkezine (kelime hazinemize) kaydederken kelimenin kendisi dışında birçok ikinci dercedenmiş gibi görünen önemli başka bilgileri de kaydeder. Örneğin akustik bilgiler de önemli olabilir. Siz bilmezsiniz belki ama ‘tolerans’ kelimesini ilk kez duyduğunuzda fonda Behiye Aksoy’un ‘Bir garip yolcuyum’ adlı şarkısı çalıyordu. Şimdi belli bir süre sonra bu kelimeyi hatırlayamadığınızı düşünün. Gerçi zor bir ihtimal ama, siz ‘tolerans’ kelimesini düşünürken radyoda mevzu bahis şarkının çaldığını varsayalım. Bu durumda sizin ‘dilinizin ucuna’ takılan kelimeyi hatırlayabilmeniz iyice kolaylaşır. Bu diğer akustik veriler içinde geçerlidir. Aynı şekilde koku da çok önemli bir yan veridir. Aynı kelimeyi ilk kez bir çilek tarlasının yanından geçerken duymuş olabilirsiniz. Bu durumda ‘çilek kokusu’ dilinizin ucuna takılan kelimeyi hatırlamanızda büyük bir yardım olacaktır. Beyin bu ve bunun gibi birçok yan veriyi de kaydettiği kelimeyle birlikte paketlemektedir.

Uzun lafın kısası, siz bir kelimeyi ararken beyninizin bin şeyi aramasına akıl erdiremeyip, olup bitenleri kendinizin dışında bir yerde aramayın lütfen. Tam tersine, şayet beyninizin işleyiş hızının kimi zaman ışık hızının birkaç katına denk düştüğünü öğrendiğinizde herkesten önce kendi varlığınızla, insan oluşunuzla gurur duyun ve hislerinizin sizi ulaştırdığı haklı yüksekliklerde öpülesi eller aramaya kalkıştığınızda herkesten önce kendi elinizi öpün, çünkü o el sizin değil, koskoca bir insanlığın elidir ve bütün bunların ahlakî meyvesi alçakgönüllülüğünüzle onu bunu değil yine herkesten önce kendinizi, varlığınızı yüceltin, bencilleşmeden, yüceltin ki, insanlığınızın varlık yüksekliklerinde bir başka insana rastladığınızda, kısacık da olsa kendinize ‘ben tanrıyı mı gördüm?!’ diyebilecek kadar ileri hoşgörülü olun! İnanın bu dünyayı artık toleranstan başka bir şey kurtaramaz! Beyninize selamlar!

 
Toplam blog
: 47
: 537
Kayıt tarihi
: 09.04.08
 
 

Freiburg Üniversitesi Nörolengüistik ve Felsefe bölümü mezunuyum. H..