Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ocak '08

 
Kategori
Haber
 

İftar krizi mi?

İftar krizi mi?
 

Türkiye'de iftar denince insanın aklına oruç, oruç denince din, din denince de İslam gelir. Bu elbette kötü bir şey değil. Ancak çok doğru da değil. Çünkü artık Türkiye, çocukluğumuzda ezberlediğimiz gibi, % 99'u müslüman bir ülke olmaktan çıktı. Böyle olması da çok doğal.

Olmayan bir şeyi var kabul etmek, azı çok, çoğu az olarak göstermek, belki bir reklam stratejisi olabilir ama, toplumsal barışı sağlayacak bir sosyal tespit olamaz.

Bugünkü gazetelere düşen bazı haberlerde, bir "iftar krizi"nden söz ediliyor. İftar gibi dini ve kutsal bir terimle, krizin neden yan yana geldiği veya getirildiği konusu benim hayli kafamı karıştırdı.

Bilindiği kadarıyla bu iftar programı, Muharrem orucu vesilesiyle Abdal Musa Vakfı tarafından hazırlanmış ve hükümet erkânı da bu programa davet edilmiş. Muharrem orucu, Alevi inancına sahip vatandaşlarımızca yerine getirilen bir ibadet. Sayın Başbakanın 14 bakanıyla beraber katılması beklenen iftara, bazı Alevi dernekleri ve kuruluşları ise katılmayacaklarını açıklamışlar.

Yöneticilerin halkın inançlarını paylaşması, laiklik çerçevesinde, her inanca karşı aynı mesafede durması, takdir edilecek bir durum. Buradaki aynı mesafe, genellikle "uzaklık" olarak algılanır. Oysa kelimenin bir başka anlamıyla bu mesafeyi "yakınlık" olarak yorumlamak da mümkündür.

Bir Alevi derneğinin davetine, hükümet erkânı icabet ederken, bazı Alevi kuruluşların iftara katılmayacaklarını bildirmesi, dini bir bakıştan ve anlayıştan öteye, siyasi bir tavır olarak ortaya konmakta ve en azından öyle gösterilmektedir.

Hatta bunu bir "kriz" olarak yorumlayıp, hükümetin beceriksizliği veya başarısızlığı şekline dönüşmesi arzusuyla el ovuşturup sevinenler bile var.

Biz dövüşen iki kişiyi gördüğümüzde, etrafında halka olup onların bu insanlık dışı davranışını seyretmeye bayılan bir milletiz. Buna karşılık sevişen iki kişi gördüğümüz zaman, onları rahatsız etmekten, yaptıkları insanca davranışa tepki göstermekten, onlara engel olmaktan, hatta gerekirse onları cezalandırmaktan, sadistçe zevk alan bir toplumuz.

Şimdi hükümetle bu toplumun bir parçası olan Alevi kesim arasında bir uzlaşma olacak, ortak bir nokta bulunacak, bir sofrada iftar edilecek diye üzülüyoruz, aksi haberleri aldıkça da bir pürüz çıkacak diye seviniyoruz.

Her zaman söylüyorum, iş lafa geldiğinde sevgiden, barıştan söz etmek çok kolay. Ama uygulamaya gelince, bu kelimelerin anlamları bizim yakınımızdan bile geçemiyor.

Siyasetçilerin millet menfaatine olmasa da, kendi çıkarları uğruna her şeyi istismar etmek gibi bir anlayışları var. Belki bazılarımız bu iftarı da Ak Parti'nin bu şekilde bir davranışı olarak görüyorlar veya görmek istiyorlar.

Mümkündür de. Ama bütün teşebbüsleri peşin peşin kendi arzumuza göre yorumlar yaparak engellersek, nasıl yol alabiliriz, nasıl ilerleyebiliriz, nasıl bir denge kurabiliriz?

Müneccimlik yapmak yerine, aklımıza gelen bu ihtimale karşı tedbirimizi alıp beklememiz ve olayların gidişatını buna göre takip etmemiz gerekmez mi?

Öte yandan dünkü gazetelerde görmüşsünüzdür. SHP, ÖDP ve DTP gibi bazı partiler, iftara katılmama yönünde karar alan Aleviler'e destek çıkmışlar.

Peki Aleviler'in bir iftar yemeğine katılıp katılmama kararıyla, bu partilerin nasıl bir ilişkisi var? Bu da bir tür siyasi istismar değil mi? Bunun arkasında, acaba aradan 3-5 oy koparabilir miyim hesabından başka ne yatar?

Daha da beteri, Bazı dedeler, bu iftara katılanları "düşkün" ilan edeceklermiş. Yani onları artık Alevi olarak kabul etmeyip, dışlayacaklarmış.

Bu konuyu aklı başında herkesin, sakin bir şekilde düşünmesi gerektiğini zannediyorum.

Benim bildiğim inanç, insanla yaratıcısı arasındaki bağdır. Eğer ilâhî bir anlayıştan, dinden, inançtan söz ediyorsak, bir kimsenin inancıyla ilgili gerçekleri bilebilecek ve yargılayabilecek tek merci, Allah'tır.

O insanları Aleviliğe kabul eden o dedeler mi ki, şimdi kızıp çıkartabiliyorlar?

Alevilik bir inanç sistemi mi, yoksa insanların kendi aralarında oluşturdukları bir dernek, bir vakıf, bir kurum mu?

Yirmi birinci yüzyılda hâlâ, geçmişte kendini Tanrı’nın temsilcisi zanneden hıristiyanların afaroz hadisesiyle, yine farkında olmadan hâşâ kendini Allah yerine koyan bazı insanların önüne geleni kâfir ilan etmesine benzeyen akıl ve mantık dışı bir olayla karşı karşıyayız.

Oysa Aleviler kendilerini bugüne kadar, çağdaş, laik, modern, cumhuriyetçi, demokrat anlayışa sahip bir kesim olarak tanıtıyorlar ve hatta bu özellikleriyle İslam çatısı altında bulunmaktan bile kaçınıyorlardı.

Hayatta insanların yaptığı en büyük yanlışlardan biri, söylemle eylem arasındaki bu çelişkidir.

Samimiyet, iyi niyet, dürüstlük, içi dışı bir olma, olduğu gibi görünme, göründüğü gibi olma, empati kurma, ele-bele-dile sahip olma, yalınlık, sevgi, barış, diyalog, hak, adalet, demokratlık, solculuk, aklıselim, sağduyu, orta yol, özgürlük, daha akla gelebilecek benzeri eş anlamlı bütün kelimeleri yan yana getirip kurduğumuz cümleler, söylediğimizle yaptığımız aynı olmadığı sürece, ne yazık ki kendimizi kandırmaktan başka hiçbir işe yaramaz.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..