Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Eylül '08

 
Kategori
Ramazan
 

İftar vakti, çorba vakti mi?

İftar vakti, çorba vakti mi?
 

Hayat, doğumla başlayıp ölümle biten bir sürecin adı... Ortalama 60-70 yıllık bu süreç içerisinde, kalbimiz hiç durmadan atmak zorunda... O durduğu an, hayat bitiyor. Şu veya bu sebeple, birkaç günlük bebeklerden, onlu, yirmili, otuzlu yaşlardaki gençlere kadar, ortalama ömrün yarısına bile gelmeden, kalbi durup bu dünyadan ayrılanların sayısı da az değil.

Bir takvim yılı içinde yaklaşık doğan bebek sayısı kadar insan da hayata veda ediyor.

*****

Bugün Ramazan'ın ilk günü… Geçen yıl bu zamanlar, bu kutsal ayın mutluluğuna erenlerden bir kısmı, şu an aramızda değiller. Sırası geldikçe, süresi dolanlar, bu geçici hayattan ebedi hayata göç ediyorlar.

Ölüm, insanı rahatsız edecek kadar acı, ama yadsınamayacak kadar da katı bir gerçek. Hayatın sonsuz olmadığını hepimiz biliyoruz. Ama yine de hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışıyoruz, uğraşıyoruz, didiniyoruz.

İslâm peygamberinin bu konuda bize önemli bir uyarısı var: "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de âhiret için çalışın" buyuruyor. Biz genellikle birinci emri hiç düşünmeden yerine getirirken, ikincisini sanki duymazdan geliyoruz.

Duyduklarını ve kaale aldıklarını zannedenler de, biraz yanlış, biraz eksik algılıyorlar.

Çünkü peygamber efendimizin bir başka sözü daha var ki, çok ilginç: "Dünya âhiretin tarlasıdır" buyuruyor. Yani öbür dünyadaki hayatın mutlu ve rahat geçebilmesi, bu dünyada yaptıklarımıza bağlıdır.

Bazıları zannediyorlar ki, âhireti kazanabilmek için, dünyada çok çalışmak lâzım. Doğru... Yalnızca âhiret için çalışmak lazım. İşte bu yanlış... Dünya için çalışırken bir taraftan âhireti kazanmak gerekiyor. Yani dünyada dünya için yaptıklarımız, bize âhireti kazandıracak kadar iyi, güzel, doğru ve faydalı hareketler olmalı...

Bunun en kestirme yolu, insan gibi yaşamak, insanlara ve insanlığa faydalı olacak işler yapmaktır.

Din, bir insanın beşikten mezara kadar hayatı boyunca, yapması ve yapmaması gereken kuralların bütünüdür.

Bu bağlamda dini, insandan ve yaşamdan koparmanın imkânı yoktur.

*****

Çoğumuz dini, gerektiğinde kullanılmak üzere, evimizde, arabamızda bulundurduğumuz - yangın söndürücü gibi- bir eşya olarak görüyor. Yıllarca ona hiç ihtiyacımız olmaz... Tam ihtiyacımız olduğunda da biz zaten mezarı boylamış oluruz, ailemiz ve dostlarımız, onu ancak arkamızdan kullanır.

Bazılarımız da onun Allah'ı memnun etmek için yapılması gereken bir iş olduğunu düşünüyorlar.


Doğrusu ise, hayatımızın her safhasında bizim, dürüst, güvenilir, iyi, faydalı bir insan olarak yaşamamızı amaçlayan bir güç, bir enerji olmasıdır.

Birbirinden farklı, hatta birbirine zıt bu tanımlar, görüşler, uygulamalar nereden çıkıyor?

Elbette ki dini, hayatın bir gerçeği olarak ele almak yerine, onu dogmatik bir uygulama olarak görmekten çıkıyor.

*****

Din, doğrudan insanlara verilen bireysel bir mükellefiyettir. Her insan da farklı bir akılla donatıldığına göre, bu durumda herkes dini kendi anladığı kadar algılayacak ve algıladığı kadar da uygulayacaktır.

Genellikle cahil insanların dine daha çok bağlandığından, bunun da bağnaz bir kitle oluşturduğundan yakınırız. Bundan kurtulmanın yolu, belli bir kültür seviyesine ulaşmış insanların dini kavrayıp yaşamalarıdır.

Oysa bizde aydın ve entelektüel olabilmenin ilk şartı, dinden uzak durmaktır. Dolayısıyla biraz okumuş yazmışlığınız varsa dinden uzaklaşırsınız, ya da uzaklaşmak zorunda bırakılırsınız. Çünkü dine bulaşmış insanları, toplumdan ve özellikle "kamu"dan uzak tutmaya çalışırlar.

Sonra da kendi ellerimizle cahil kesimlerin eline terk ettiğimiz dinin yanlış uygulanmasından şikâyetçi oluruz.

*****

Ramazan’ı bize daha sevimli gösteren, dinin sıcaklığını iliklerimize kadar hissettiren ulvi duygulardan biri de iftar saatleridir. Şimdiye kadar iftar vaktini, duaların kabul olduğu özel zamanlardan biri olarak bilirdik. Şimdi ise televizyon reklamlarında, iftar vakti, çorba vaktidir deniyor.

Ramazandan, oruçtan, iftardan, kısacası kutsal bir aydan topluma yansıyan ve yansıtılan değerlerin hepsi yemeye içmeye endeksli… Yemeden, içmeden, belli bir süre sabretmeyi bir “ibadet” olarak kabul eden dinin yaşandığı bir ülkede, insanlara sunulan şu manzaraya bakın…

Önümüzdeki yıllarda “Allah iftarı filan çorbayla yapanlarıı sever” gibi sloganlar duyarsak şaşırmayalım.

*****

İşin şakasını, esprisini, bir tarafa bırakıp isterseniz şu ramazan günlerinde yarından itibaren, “Allah gerçekten kimleri sever, kimleri sevmez” bu konuyu irdelemeye çalışalım.

Hepinize, mutlu, huzurlu, sağlıklı ve samimi bir ramazan diliyorum.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..