Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

27 Mayıs '19

 
Kategori
Ramazan
 

İftar Yemekleri Yüz Güldürdü

Ramazan dolayısıyla çeşitli kuruluşlar ve bir yerlerde yöneticiler peş peşe iftar yemekleri düzenliyorlar. Bu durum Ramazan ayı öncesi müşterisizlikten yakınan, ekonomik sıkıntı çektiklerini söyleyen lokantacı esnafının yüzünü güldürdü. 
 
Fakir fukara evinde ne yiyor, iftarını sahurunu hangi marka zeytinle ya da çorbayla geçiriyor bilemiyoruz ama birkaç gözde restoran, iftar açtıran zengin iş adamlarının veya bazı kuruluşların, hatta eş, dost akrabanın konuklarıyla dolup taşıyor. Artık en yakın akrabalar bile evlerine iftar yemeği için birbirlerini davet etmiyorlar. "Dışarıda yemek kolaylık, hem herkese hizmet etmekten yorulmuyoruz, hem de evimiz kirlenmiyor." diyorlar. Bu mantıkla maneviyatı yok ediyorlar, kayıpları düşünmüyorlar. 
 
Üç gün önceden telefonla ara restoranı rezervasyon yaptır, bütçene uygun yemekleri belirle, çağıracağın kişi sayısını bildir. Sonrasını düşünme, para halledecek sonrasını... 
Çağırdığın kişilere garson hizmet edecek, yemek bitince bulaşıklar bırakılacak. Karşılanmayı uğurlanmayı bile lokantacı yapacak, oh havanızda pek hoş olacak.
 
Bir kaç yıldır bu böyle; kardeşin, eltin, dayıoğlun bile iftar daveti için restoranı adres gösteriyor. En çok konuk akınına uğrayan yerlerde müşterilerine temizlikleriyle, titiz hizmetleriyle güven vermiş restoranlar oluyor. Bu Ramazan ayında da iftar davetlerinde tercih edilen mekânlar yine restoranlar oldu. 
 
Gündüzleri yoğun çalışanlar için akşam yemeklerini hazırlamak ve yemeklerin masaya servisini yapmak, işten gelen bedene ağır gelebiliyordu. Bu yüzdende pek çok çalışan akşam yemeklerini tez pişti sebze yemekleriyle geçiştiriyordu. Ramazan ayının vazgeçilmezi iftar davetleri özellikle bu öğün geçiştiriciler için bol çeşitli alternatif sundu. 
 
Ben de iki akşam üst üste, iki ayrı kıramayacağım dostlarımın davetlisi olarak iki ayrı restoranda iftar yemeği yedim. Aslında bu tür davetleri pek sevmiyorum. Bir de tek başına gidiyor olmam ve çocuklarımdan ayrı yemek yiyişim içime sinmiyor, ne var ki âdetim değildir parasını kendim ödemeyeceğim yere çocuklarımı götürmem. O yüzden de bu tür davetlere pek katılmam. Ama hatırını kıramayacaklarımın davetlerine iştirakle cevap veririm.
 
Davetli olarak gittiğim restoranların adını vermeyeceğim, sahipleri reklamlarını kendi imkânına göre yapsınlar. Ancak ben iftar yemeği yediğim bu mekânların düzeninden söz edeceğim biraz, anlatımımdan sonra siz de arzuladığınız bir akşam yemeğini böyle yerlerde yemeği tercih edebilirsiniz. 
 
İlk davetli olduğum dostun başka konuklarıyla birlikte bana da sunduğu iftar yemeğini yediğimiz yer geniş ve ferah bir ortamdı. Davetlilerin diğerlerini tanımıyordum. Bu biraz sıkıntılı oluyor, ortamda samimiyet bulunmuyor. Belki yeni kişilerle tanışma imkanı sağlanıyor, ama o ilk anlar herkes birbirinden tedirgin oluyor. Sofrada bir resmiyet havası esiyor, yemek boyu sürüyor. Ben dahil, tüm davetliler bir göreve gelmişler gibi, sanki vazife bitince masayı boşaltacaklar. Dinlenmek için hızla evlerine koşacaklar. Evin kıymeti soğuk ortamlarda daha bir anlaşılıyor. Bitse de gitsek havası herkesten alınıyor. Kimse kimseyle gözgöze gelmek istemiyor. Bazısı etrafa bakınıyor, bazısı yanlışlıkla bakışı birine değse yalandan gülümsüyor. Bende iftar ânına kadar etrafıma bakındım.
 
Restoranlarda yediğim yemeklerde temizlik konusunda çok titiz biri olduğumdan önce işletmenin bu yönünü dikkate aldım ve mutfak bölümleri dâhil, genel temizliklerini  beğendim doğrusu. 6-7 çalışanı var, misafir çok olduğundan o akşam işletmenin sahibi ve yöneticileri de yardıma koyuluyorlar. Örneğin iş yeri sahibi konuklara kendi eliyle yemek servisi yapabiliyor; bu davranışı da müşteriyi memnun ediyor. Müşteriyle ilişkiler samimi, bu ilişkilere güler yüz hâkim.
 
Restoranda daha çok ızgara çeşitleri var. Sıcak yemek olarak iki tür çorba hazırlamışlar, biri mercimek, öteki ezogelin. Ancak hangisi mercimek, hangisi ezogelin restorana ilk kez gelmişseniz ayırt etmek mümkün değil. Çünkü ezogelin diye getirdikleri çorbada da dibe çökmüş bol kırmızı mercimek var. 
Bu iki benzer çorbayı birbirinden ayıran özellik ise, gerçek mercimek çorbasının yanında bir dilim limon oluşu ve çorbanın renginin ötekine göre biraz daha sarı görünmesi. Ezogelin çorbası bol salçalı ve bol yağlı oluşu nedeniyle bizim grupça pek tercih edilmedi. Sofraya konulan yemek öncesi iftarlıklar göz doldurucuydu hatta karın doyurucuydu. Hurmaları da öyle en ucuzundan alınıp, masa da bulunsun da laf olsun, türünden alınmamış en iyisinden sunulmuş. Kıpkırmızı, bol susamlı pidelerin yanı sıra lavaş servisi de yapıldı. Fırından yeni çıkmış lavaşları ben biraz kalın açılmış buldum elimi sürmedim. Oysa sıcak lavaşın içinde eritilmiş tereyağlı lokmaları çok severim. Ne var ki, lavaşın kalın oluşu çıtır çıtır pidelerin yanında cazibesini kaybettirdi. Izgaraları ve salata çeşitleri de güzeldi. Ancak ızgaralar biraz daha ateşin üzerinde kalabilirdi, türünden olmuş. Yine de lezzetli buldum ve Ramazan’da işletmecileri eleştirmekten kaçındım. Tatlı olarak masamıza gelen künefenin kadayıflarını da biraz fazla buldum. Kadayıflar biraz daha ince açılıp döşenmiş olsalardı, tatlının hamursu tadı hissedilmeyecek, tarafımdan daha keyifli yenilecekti. Buna rağmen ben bu iftar yemeği yediğimiz restorandan memnun kaldım. Çünkü masalarda her şey eksiksiz ve hizmet kusursuzdu. Masa düzenlerinin temiz ve bakımlı oluşu, kürdanlıkla, peçeteliğin orijinalliğinin göz alıcılığı ve hizmette, güler yüzle müşteriyle ilgilenmenin dikkate alınması, buranın her zaman tercih edilmesine örnek gösterilebilir. 
 
İkinci akşam iftar yemeğine davetli olduğum restoranın içi için olumsuz diyebileceğim hiçbir eksiklik bulamadım, tek kelimeyle mükemmel bir yer. Dekoru özenle yapılmış, ses düzeni, ışıklandırılması bir harika. Mekânın içine kulakları rahatsız etmeyen, aksine dinlendirici bir müzik yayını verilmiş. Yemek masaları biraz küçük ama sandalyeleri rahat, keyifli bir ortamda kendinizi huzurlu hissediyorsunuz. İki katlı bir mekân, biz üst katta VIP salonunda yemek yedik. Üst kat Ramazan ayı dışında Cafe olarak hizmet veriyormuş, bu yüzden olsa gerek masalarda tuzluk biberlik gibi aparatlar yoktu istek üzerine getirildi. İftar mönüsünde mantar çorbası, İzmir köfte, pirinç pilavı ve kayısı kompostosu vardı. Ama yemek öncesi sunulan iftar açma ikramından söz etmeden geçmek olmaz. Bülbülyuvası gibi küçücük cam kâseler içinde gül reçeli, küpçükler halinde doğranmış kaşar peyniri, kalamata cinsi zeytin, hurma ve sıcacık, dilimlenmiş Ramazan pideleri.
 
Bu restoranda İsteyene ızgara çeşitleri de hazırlanıyor, ama biz Ramazan’a özel mönüyü tercih ettik. Çorba acı biberliydi fakat enfesti, aşçıya teşekkürlerimizi ilettik. Masanın dar oluşundan yemek tabakları, salata ve komposto tabağı birbirine girmiş gibi duruyordu. Bu durum göz zevkimizi bozsa da yemeklerin lezzeti açığı kapatıyordu. 
 
VIP salonuna tek garson verilmiş, bu da hizmette gecikmeye yol açıyordu. Ancak garson genç, pratik ve son derece nazik biri olduğundan, makul bahanelerle sizi oyalamasını biliyor. Dolayısıyla ikinci yemeğin servisini beklerken veya biten ekmeğinizin yerine yenisi gelinceye kadar bekleme sürecinde sinirlenme, sıkılma gibi olumsuzluklarla tanışmıyorsunuz. İzmir köfte adına yaraşır nefasetteydi, pirinç pilavı da tam kıvamında pişmiş, fakat belki servis gecikmesinden olabilir soğuktu. Dostlarla bir arada olmanın verdiği sıcaklık bu kusura da hoşgörü yansıttı… 
 
Yemek sonrası müessese tarafından meyve ikramı yapıldı bizim dostlar meyve çeşidini reddedip çay istediler çay ikramı büyük cam fincanlarla yapıldı, ancak ben kahve içmek istedim. Bol köpüklü Türk kahvem kısa sürede geldi. Yanında bir de sigara yakayım, dedim. Malum kahveyle birlikte yemek üzerine iyi gidiyor, keyif meselesi. Ama ben sigarayı 5 yıl öncesinde bırakmıştım. Öylesine eski dumanlı günleri yâd ettim. Çok şükür iyi ki de bırakmışım, akciğerimi rahatlatmışım. Kahveyle keyif mazide kaldı. Zaten masamızda kül tablası yoktu. Birisi tarafından garsona söyleyince saniyeler içinde geldi gelmesine de, bence bu hizmet istemeden düşünülürse daha hoş olur. Üstelik sigara yasağı levhası bulunmayan bir yerde buna daha çok dikkat edilmeli, tiryakilere de saygı gösterilmeli küllüğü masada hazır bulundurulmalı diye düşünüyorum. Parasını el, dumanını yel alan bu meredi bırakmak isteyip de bırakamayan bazı tiryakiler sigaralarını tellendirdikten sonra alt kata indik, artık gitmeye hazırız. Fakat restoranın sahibi yolumuza çıkıp her birimize ayrı ayrı iltifat sıralamaya başladı Adeta isme özel methiye düzüyordu adamcağız, oysa gelişimizde karşılama bu kadar görkemli olmamıştı. Bunun nedeni acaba gelişimiz zamanında onların iftara hazırlık telaşından olabilir miydi? Ya da bu adamcağız, bizi özenle uğurlayacak ki, bizde etkisinde kalıp hep kendisini tercih eden mi olacağız, bilemedik. Ama ikinci görüşümüz doğruysa, adam gerçekten amacında başarılı oldu. Biz restorandan çıkar çıkmaz, bir arada güzel bir yemek yemiş olmanın verdiği huzuru unutup müessese sahibinin ne kadar güler yüzlü, nezaket dolu bir insan olduğunu, ara sıra dışarıda yediğimiz yemeklerde hep bu mekânı tercih edeceğimizi konuştuk durduk. 
 
Gözden kaçmayan bir hususta lokantacı esnafının artık müşteriyi çekme yöntemini öğrenmiş olmalarıydı. Önce temizlik, sonra güler yüzlü hizmet ve lezzetli yemekler. Bu üç püf noktayı birleştirmesini ve sunmasını bilen esnaf bana göre kesinlikle müşterisiz kalmaz. Yapamayanlar ve ekonomik sıkıntı çektiklerini söyleyenler, bence bu üç püf noktayı iyi öğrensinler ve sunmayı bilsinler. Müşteri ve dolayısıyla kazanç bu ilgiye duyarsız kalmayıp tekrar tekrar gelecektir. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkartır sözü, esnaflıkta daha bir ilintili ve geçerli, tatbik edilmeli. 
 
Ramazan ayı vesilesiyle iki akşam üst üste gittiğim iftar yemeklerinde, dostlarla bir arada olma bahanesiyle buluştuğumuz bu restoranlarda, işletmecilerden gördüğümüz muamele yemeklerden daha şahaneydi diyebilirim. İlgi görmek her nefsin hoşuna gidiyor, evlerde verilen iftarları gayri kimse önemsemiyor. Hâsıl-ı kelâm; pek çok konuda olduğu gibi, maneviyatımızda da gelişmiyoruz, ama hayli değişiyoruz.
 
Ayfer AYTAÇ - ayferaytac.com
 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..