Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Eylül '06

 
Kategori
Haftasonu
 

İğneada, bir sığıntı limanı

İğneada, bir sığıntı limanı
 

Belki de çoğumuzun adını coğrafya derslerinden duyduğu, bazılarının hiç duymadığı bir yer İğneada. İğneadayı ilk kez gördüğümde 16 yaşlarındaydım. Bir doğa parçasının bu güzellikte olabileceği o zamana kadar hiç aklıma gelmemişti. Belki de Kırklareline en yakın deniz kasabası olduğundan bana cennet gibi gözükmüştü. Deniz, orman ve göllerin bir arada, doyasıya yaşandığı bu ortam bana her sene yaz tatillerinin en güzel anlarını yaşattı diyebilirim.

Aslında İğneada Kırklareli'ne bir, İstanbul'a iki saatlik mesafede olan küçük bir sığıntı bir liman kasabası. Belki oradan öte yolun olmadığını bildiğimiz yerlerden biri. Küçücük bir kasaba, bir kaç balık lokantası, bakkalı ve moteli ile insanlara çok şeyler vaad eden turizm merkezlerinden değil ama bir hafta sonu canınız sıkıldığında iki günlük kaçıp kafanızı dinleyebileceğiniz yerlerden biri. Karadenizin dalgalarını dinleyebileceğiniz, ormanlarında yeşille iç içe duyumsayarak yürüyebileceğiniz, hele o longozların görüntüsüne saatlerce bakıp kalacağınız bir yer. Kumsalda yan yatmış bir balıkçı teknesi ve sadece Trakyaya özgü bir sahil yürüyüş yolu görüntüsü karşılar sizi.

Öğrencilik yıllarımızda bir kaç arkadaş birleşip çadır kurmaya giderdik. Bu, tatil paramız bitinceye kadar sürerdi. Oradaki esnafta bizim öğrenci olduğumuzu bilir, bize hissettirmeden tatilimizin uzamasına yardım ederdi. Çünkü onlardan aldığımız 100 gram peynir, zeytinle ve duble çaylarla eski motelin oradaki Orhan abinin kahvesinin yanındaki çay bahçesinde kahvaltımızı ederdik. Tabii şimdi oraları nostalji oldu. Çay bahçesinin yanındaki, İğneadanın en güzel manzaralı yerinde bir motel vardı. O motelin yerine İğneadayı dünyaya duyuracak bir otel dikmeye çalıştılar ama onun nefesi bu duyuru yapmaya yetmedi. Çünkü bir türlü bitemedi. Şimdilerde hâlâ korkuluk bir otel görüntüsüyle İğneadaya ilk girişte bilenlerin 'bitmedi mi bu otel daha' dedirten sözleriyle sizleri karşılıyor. Yeni belediye başkanı Tahsin abi herhalde bu kanayan yarayı bilenlerden ve bu problemi çözecektir sanıyorum. İnşallah bir daha ki gelişimizde korkuluk otelin yerine bitmiş bir otel ya da yeşil bir park alanı karşılar bizi.

İşte bu yüzden hiç gelişmedi İğneada. Karadeniz'de yaz mevsiminin kısa oluşu ve dalgalı geçmesi buraya bir yatırımın olmaması İğneadayı hep gizli saklı tuttu.

Bir nükleer santral hikayesi çıkardılar da içim cız etti. Yoksa sonunda İğneadayı da mı mahvedecekler dedim. Ama sonra vazgeçildi. Hep el değmemiş bakir doğası ile bize kaldı İğneada. İşte o zaman, hep çocuklarım da benim gördüğüm doğası bozulmamış şekli ile görsünler istedim İğneadayı. Onu yaşasınlar solusunlar istedim, o dileğim gerçekleşti bu sene. Fırtınalı bir günde çok büyük sıkıntılar çekerek gittik İğneadaya. Sık ormanların içinden kıvrılarak giden yola bir de yağmur eklenince 1 saatlik yolculuk 2 saat sürdü ama o İğneadanın girişi varya, işte o nokta çekilen tüm sıkıntıları unutturuyor insana. Sağnak yağışa rağmen arabadan inince yüzünüze çarpan deniz havası, daha tatilin başladığı ilk dakikalarda size derinden bir 'ohh' çektiriyor. Biz hiç denize giremedik ama bambaşka bir güzellik yaşadık. Eşim çocuklarla sahilde deniz kabuklarını toplarken bizler Karadenizin hırçın dalgalarının kıyısındaki Martı motel güzelliğinde kitap okuyup dinleniyorduk. Öylesine güzeldi ki İğneada, güneşlenme imkanı olmasa da, durmadan yağmur ve fırtına bile olsa bu güzelliğe hiç gölge düşmedi. Fırtınanın en şiddetli zamanında denizdeki dalgalar, o dalgaların sahile vurduğunda çıkan ses ve arkasında bembeyaz köpükleri bırakarak geri çekilmesi kolay rastlanmayacak manzaralardandı. Bu güzellik gece bir başka şekle bürünüyordu. Kömür karası bir gökyüzü, pırıl pırıl parlayan yıldızlar, açık denize çıkmayı bekleyen gemilerin ışıkları ve mis gibi deniz kokusu. Dalgalardan uzakta ise huzuru sınırsız yaşayabildiğimiz yeşil orman bize ayrı bir doğa senfonisi dinletiyordu. Limanda bekleyen balıkçı teknelerini andırıyorduk, yarın güneş saklandığı bulutların arasından çıkarsa ve dalgalar durulursa yolumuza devam edecektik.

Çay bahçelerinde oturup içtiğiniz çayın tadına ancak sizi rahatlatan manzara ile varabilirsiniz. Manzara ve çay sanki birbirini tamamlayan ikili gibi. Deniz kenarında yürürken mis gibi deniz havasını içerinize çekip, kafanızdaki bütün sorunlarınızı veya düşünmek istemediklerinizi bir akşam balık sofrasındaki rakı ve sohbet ile unutabileceğiniz bir yer. Valla ben uzakta olmam nedeniyle her sene, bugünler çabuk bitmesin diye İğneadanın bu güzelliğini yudum yudum yaşamaya çalışıyorum, sizlere de tavsiye ederim.

Not: Eğer sizin de gönlünüzden İğneada geçerse www.igneada.com a bakarak bilgilenebilirsiniz.

 
Toplam blog
: 8
: 1979
Kayıt tarihi
: 19.08.06
 
 

1964 KIRKLARELİ doğumluyum. Eğitim kökenli olmakla birlikte 17 yıldır yurtdışında eğitim dışında res..