Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ocak '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

İğneada' da avcılık

İğneada' da avcılık
 

Trakyanın yıllar yılı gittiğimiz avlaklarından biri de iğneada ve Demirköy meralarıydı.

Bu dağlık ve ormanlık yörede, Bulgaristanla aramızdaki hududu oluşturan, Rezve deresine kadar pek çok sürek yerimiz vardı. Hava şartlarına göre bazen ormanda kamp kurar veya iğneada ile karacadağ da, kalırdık. Buralara Nuri beysiz gittiğim hiçbir avı hatırlamıyorum.

Aslında Nuri beydi bana yöreyi tanıtan. Romanya Türklerindendi....

Nuri beyle longoza ilk girişimizi anımsıyorum. Bu sahillerdeki bir ormanın adıydı longoz.

Ama ne orman! Girilmesi de dert çıkılması da; hele burayı tanıyan birkaç köylü olmadan!

Longoz tam anlamıyla balta girmez denen türden bir ormandı.

Fakat biz buraya, tam tersine, ancak baltalarla girebilmiştik, hem yol açmak hem ağaçları işaretlemek için. Ormandan çıkışı bu işaretleri izleyerek çıkmak gerekiyordu. Ne yazık ki Longoz da çektiğim fotoğrafların hiç biri içinde bulunduğumuz çevreyi yeterince yansıtmıyor. Ağaçtan ağaca sarmaşıklar, birbirine dolanmış dallar, her biri kurt kapanı gibi dikenlikler ve bataklıklar arasında bir orman.

Öte yandan domuz ve kurt sürüleriyle, karaca ve geyikleriyle de bir av cenneti. Bu ilk longoz avımızdan eli boş dönmüştük ama gördüğümüz izler av heyecanımızı yeterince tatmin etmişti.(Av tutkusu 1983, Derin Türkömer'in kitabından)

Sayın, Derin Türkömer, Nuri Köseoğlu, Ali Üstay, Güngör ve diğerleri İğneada'ya birçok kez bu tutkularını yaşamak için gelmişlerdir.

Bunu iğneada'daki avcılar ile avcılar (korfa) köyündeki, avcılarda bulunan av resimlerinden biliyorum. Bu resimlerde benim akrabalarım da var. Keşke diyorum bu değerli insanlarla bende bir kez ava gidebilseydim.

Küçük bir anı:

Dededen kalma, tırnak kaçırma gibi bir arızası olan Belçika yapısı eski üstten horozlu çiftemle, söz konusu ormanda avcılığımın ilk günleri; uçları kalın ortası ince olup, boşlukta ışınların uzantılarını odağa toplayacak şekilde olduğundan küçük göstermeye yarayan gözlükleri ile doğuştan miyop Ertan dayım, Kulağının yanında silah patladığı için önemli ölçüde duyusunu yitirmiş arkadaşım deli Sedat neden deli olduğunu daha sonra anlayacaksınız.

Bakkal Zihni dayının, gamsız oğlu Faruk ve acemi avcı ben, pardon birde bizi böyle silahlı görüp eski günlerini yâd etmek için peşimize takılıp bizi elli metreden takip eden ihtiyar uyuz bir av köpeğimiz var.

Bu deli Sedat'a daha o zaman uyuz kapmıştım! Arkadaş yola paralel gidiyoruz o mahsustan beni yormak için elinden geleni yapıyor. Nerde çatak var dalıyor oraya, nerde tepe bayır var vuruyor oraya. Bende mübarek aç kalacakmışım gibi yarım tepsi çörek ekmeği, peynir, kaynamış yumurta, kafa kafa soğanlar, sucuk, helva tuz biber anca gider hesabı her yer su birde matara almışım yanıma. O zamanlar yetmiş veya yetmiş iki kilolardayım.

Belimdeki kütüklükten başka ceplerim bile fişek dolu. Birde her adımda elimde ağırlaşan tüfeğim var.

Avcılıktan çoktan vaz geçmiştim ama deli Sedatın diline düşmekten korkuyordum, kendi kendime kızıyordum senin ne işin var bunlarla.

Tek başıma gitseydim hem böyle sabah namazında yola çıkmama gerek yoktu. Hem yol ve patikalardan gideceğim için bu kadar yorulmayacaktım.

Artık isyanıma ramak kalmıştı deli Sedat benim elli metre önümde pis pis gülerek, dağa tırmanıyoruz, tüfekten fişekleri çıkarmış tüfeği baston gibi kullanmaya başlamıştım, düşmemek tepeden aşağı yuvarlanmamak için.

Yerde otuz veya yer yer kırk santim akşamdan yağan kar vardı.

Genellikle en gerideki köpeğin önünde ben olduğum için, Allahtan kimse benim yerlerde süründüğümü görmüyordu! Köpek benden beterdi! O'da çamur içinde kalmış'tı benim izlerimi takip ettiği için.

Birden suspus olduk. Sedatın hareketi ile; dinleyin dinleyin diye hafiften söyleniyordu. Ben, kendi nefesimden başka bir şey duymuyordum, zaten umurumda bile değildi! Benim amacım biran önce tepeye düze çıkmaktı.

Az sonra Sedat'ın durduğu yere geldiğimde, gördüğüm çukurları domuzların açtığını öğrendiğim zaman arayı açmamaya karar verdim! Yamaçta bu hayvanlar kardan sonra elli santim çukur kazmışlar hem de onlarca sanki definecilerin istilasına uğramış buraları.

Nihayet düze çıktık. Bremen mızıkacıları gibi! Önde deli Sedat, arkasında Ertan dayı, onun arkasında Faruk, onun arkasında ben, benim arkamda ihtiyar kopay, keçi patikasına dizildik.

Sedat bize sakin ve dikkatli olmamızı söyledi. Tüfeklere domuz dokuzluklarını koyduk pür dikkat gidiyoruz.

Bizim ihtiyar it, elli metre geriden sanki arkasında şeytan görmüş gibi bacaklarımın arasından mermi gibi geçti, bunu gören Sedat onun önünü kesmeye çalıştıysa da başaramadı güya biz sessiz iz avı yapıyorduk ama köpek işi bozdu.

Önde köpek, arkasında Sedat, bize abartısız yüz metre fark attılar ve bir silah sesi duyduk, maki gibi küçük ağaçların olduğu bir alana geldik. Sedat bağırıyor "koşun koşun" diye.

İster misin kendini yaralasın bu deli diye içimden geçirirken, bu günkü bu dijital kameralı fotoğraf makinelerinin o zaman olmaması ne kötü!

Bir rodeocu gibi seksen, yüz kiloluk yaralı domuzun üstüne oturmuş onunla birlikte zıplıyor sağa sola beraber kafa atıyorlar, bize çabuk bana eski bir fişek verin ya da siz vurun diyordu.

Faruk namluyu domuzun kulağına dayadı ve tetiği çekti. Domuz yıkıldı Sedat tüfeğini açtı fişek "çaktı mı?" diye sorduk. "Ne çakması içinde Avrupa fişek var onu atmaya kıyamadım" dedi.

Hadi buyurun siz bu adama akıllı deyin, bir dolarlık fişek için hayatını tehlikeye attığı yetmiyormuş gibi birde dalga geçiyor.

Zafer kazanmış ordunun kahraman askeri gibi heybetli ve büyük bir ihtişamla madalya bekleyen bir edayla, gurur ve asalet içinde arka ayaklarının üstüne oturmuş, ön ayakları dümdüz başıyla beraber dik durarak havayı koklayan ve payını bekleyen av köpeğimize Sedat okkalı bir tekmeyle ödüllendirdi! (O olmasaydı belki domuzları yatarken bulacak ve hepimizin vurma şansı olacaktı, Sedatın öfkesi bundan dı.)

Ayrıca bize de domuzu köye kadar taşıttırdı, ( âdet böyle) ilk defa domuzdan aldığım pay ile bol bol fişek aldım.

Not: Bu Sedat delidir melidir ama iyi arkadaştır, bir başladı mı anlatmaya onu susturana aşk olsun!

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..