Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mayıs '07

 
Kategori
Psikoloji
 

ihtiyaç halinde: İçinizdeki kırmızı düğmeye dokunun!

ihtiyaç halinde: İçinizdeki kırmızı düğmeye dokunun!
 

Hastalıklar ve sıkıntılar hayatlarımızın bazı dönemlerinde, yoğun biçimde deneyimlediğimiz durumlardır. Geçenlerde benimle, bunların başına herzamankinden daha sık geldiğini paylaşan bir arkadaşımla sohbet ediyorduk. Anlatıklarından, onun bunları yaşarken zaman zaman duygularının tutsağı olduğu bu sırada da hayatının kontrolü için direksiyonu onlara bırakıverdiği ardından da, olanlara veryansın ediyor olduğu açıkça görülmekteydi. Ve olan biten içinde, sürekli bir kabahatli arayışındaydı ve işin daha da kötüsü; bulluyordu da. Her bir problemin sonrasında da isyan ediyor ve akabinde kendine acımaya başlıyordu. Medcezirler yaşarken bu çalkantılar zaman zaman onun gerektiğince objektif düşünebilmesine engel olabiliyordu.

Onu, bir nebze olsun huzura davet edebilmek adına; mutluluğun dengede ve nötr olma haliyle mümkün olabileceğini; denegenin ise, onu içinde beklediğini aktarmaya çalıştım. Ona gidecek olanın da, yine bizden
başkası olmadığını söyledim, tabi dilim döndüğünce. Onunla hissediş, deneyim ve düşüncelerimi kendi fark edişim nispetinde paylaşmayı denedim.

Ciddi olmasa da, sürekli bir takım rahatsızlıklar yaşıyordu ve o bu yaşadıklarına: "Hastalık" diyor, bazılarınıda dert ve sıkıntı diye adlandırıyordu. Bir çoğumuzun adlandırdığı gibi, o da fiziksel rahatsızlıklarına bu adı vermekteydi.
Osırada benim aklıma, aldığım eğitimlerin birinde (Labirent) Vernon hocamın söyledikleri geliverdi: Bize, hastalıklarımıza bu adı vermek yerine "proje" diye adlandırmamızın gerektiğini söylemişti. "Bir hastalığım var yerine, bir projem var demelisiniz" demişti...

Terminolojinin önemli olduğuna inanırım ben. İfade ediş için kullanılan kelimeler, düşünce biçiminizin yansımalarıdır. Nasıl düşünüyorsak, öyle hissedecek olduğumuzdan da; "hastalık" demenin hasta hissetmemiz konusunda inatçı ve ceval bir etkiye sebep olacağını da pek çok defa deneyimledim.

Bunun yanısıra, bu adlandırmanın pekte proaktif bir yaklaşım olmadığını da düşünüyorum. Çünkü: Seçtiğimiz ve yaşadığımız her vaka, her şey aslında bir projedir. Ve biz yaşamlarımız boyunca durmaksızın belli sebep, sonuç zincirleri olan projeler yaşamaktayız . Hatta hayatlarımız; "proje bazlı yaşanıyor" denebilir . Biri biterken, öbürü başlıyor. Tabi bu da, o aralar durağansa yaşantımız, biraz olsun yavaşsa akış hızımız. Yoksa bir çok proje eş zamanlı uygulamada da olabiliyor...

Aşamaları ve ne yöne doğru, ne şekilde ilerleyeceği önceden belli olan bir projedir hayatımız. Ve biz buna kader deriz. Ama yinede, tali yollarla seçimler sunanda bir projedir bana göre yaşamlarımız. Ne yönde gelişeceği, doğrultusu beli de olsa; bunu yaşarken alacaklarımızı olan bitene yaklaşımlarımız ve bakış açımız nedeniyle farklı hissedişlerle deneyimleyebilme imkaanımızıda, olaylar esnasıda saklı tutarız.

Hastalık dediğimiz de böyle bir şey değil mi?
Etap etap oluşan bir süreç ... Hatta oluşumundan önce, oluştuğunda ve sonrasın da, adım adım sanki bir "iş akış planı" na sahip olan bir proje. Ana ve ara yolları da (çözümlerini de) kendi içinde, bu planda barındıran bir projeden ibarettir hastalık dediğimiz.

Hastalıklar konusunda benim inancım; tüm hastalıklarımızın aslında psikosomatik kökenli olduğu yönündedir. (Bu konuda daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenleriniz olursa Louisel L. Hay'ın "Tüm hastalıklarınızın zihinsel nedenleri" isimli kitabını öneririm)

Planı oluşturan, projeyi yapan, en önemlisi bunu seçen, buna ihtiyaç duyan, devayı da oluşturacak olan;
sen/ben/ o değil miyiz? Yada; yaradan, tanrı, evren diyelim... İnancınız, öğretiniz her ne ise siz o adı verin, bu bağlamda bence hepsi bir. Bizim içimizde ki yaratıcı, güç değil mi deneyimleri planlayan ve yaşatan ?

Zaten Hallacı Mansur yüzlerce sene önce, bu konuda söylenebilinecekleri söylemiş: "En el Hak " demiş, uğruna canını teslim etmiş. Belkide, sonrasında görünüşte bize işin kolayı düşmüş. Ancak, bence işin bize düşen kısmında da halen zor olan bir yan var, o da: Anlatılmaya çalışılanı doğru, kavramak, idrak edebilmek, idrakinde olunanın sonrasında da; davranış biçimimizi belirlemek ve bu yönde hereket edebilmek.

Yaşamın "kendi ellerimizle oluşturulan zihinsel bir oyun" dan ibaret olduğunu bilerek; oluşanların nedenlerini kavramak. Ve en önemlisi sonuçlarını yaşarken de; "canım yandı, kırıldım, hak etmedim" demeden kendi yaratığımızı bilmek...Teslimiyetle, kabullenebilmek ve alınması gereken bilgiyi de bizim zaten sadece böylelikle ayırdına varabileceğimizi artık kavramak gerektiğini düşünüyorum. Ve sanırım bu aşamaların geçilmesinin akabinde hastalık veya skıntı dediğimiz projemizin oluşum sebeblerini de kavrayabildiğimizde, olgunlaşabilme yolunda bir adım atabilmiş olunacaktır....

Üzüldüklerimiz de, sevinç ve mutluluk dediklerimiz de terazinin kefelerini hep dolu tutan; dengeyi bir o yana, bir öteki yana savuran, varlığımıza bu sebepten külfet oluşturan, zarar ziyan duygular. Ve hepsi geçici, hepsi uçucu. Ancak sonuçları kalıcı...

Bu mutlu olmayalım, haz almayalım, içimiz yanmasın, sevmeyelim demek değil dostlarım. Söylemeye çalıştığım sadece, oluşturduklarmızın apaçık kendi yarattıklarımız olduğudur. Ve bunları oluşturan bizken bir de, bunlara bağlanmamızın anlamsız olduğudur. Bu duygulara bağlanmanın, kendimizi esir etmek olduğunu anlamalıyız. Hepsi bu...

Yüreğimizin sesini ve aklımızla birleştirelim derim. Merkezimizi fark edelim. Orada da, sadece her birimizin sadece kendimizin keşfedebileceği dingin bir yer var. Ona odaklanalım lütfen...

O sakin bir liman gibi. Fırtına ortasındaki sesiz nokta gibi; bizi çalkantılardan, duyguların uçarı rüzgarlarının sebep olduğu dalgalanmalardan ve savruluşlardan; koruyacak, kollayacaktır.

Ve bundan böyle ya kendimize acı çektirmekten vazgeçelim. Yada bundan dolayı şikayet etmekten...
En iyisi mi ihtiyacımız olan yardımı alabilmek için; içinizde ki sizden talepte bulunun. Ve sanki resimde ki kırmızı düğmeye dokunur gibi, gidip ona dokunun...

Hastalık ve sıkıntıtya veryansın etmekse illa ki talebimiz: Belki de bu da bizim seçimimiz. O halde burada da, görmemiz gerekeneler vardır. Bunu seçmişsek, bunu da farkında olalım ki, seçimlerde ki sebepleri anlayalım. Anlayalım ki, aynı dersi tekrar tekrara görmeyelim. Bir üst sınıfın derslerine geçebilelim derim...

Bunlar, ne tavsiye ne de nasihattı. Bakış açılarım ve tüm söylediklerim; bu dostumun yaşadıklarına ben de gözlemci olarakta olsa, ortak olduysam; kendi payıma "üzerime düşen ne?" diye sorduğumda aktarmam gerektiğine inandıklarımdı...

Ben ortaya karışık bir şeyler sundum. Sabah kahvaltısı niyetine arzu eden soframa otursun. Burası Halil İbrahim Sofrası. Dileyen herkeze de açık. İsteyen istediği zaman, istediği kadarını alır.

Nihayetinde; herbirimiz kendi nasibimiz kadarını alacağız. Ne bir dirhem daha fazlası, ne de bir dirhem azı...
Hepsi bu...

Sevgi ve ışıkla,
Ayna

 
Toplam blog
: 268
: 1969
Kayıt tarihi
: 15.09.06
 
 

Var olan her oluş ve bozuluş hakkında gözlem, tahlil ve sonuca varma sürecindeki yolculuğumu, siz..