Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Haziran '12

 
Kategori
Tarih
 

II. Beyazıt ve Gül Baba

II. Beyazıt ve Gül Baba
 

Sarı – Kırmızı-ya gönül verenler!

Galatasaray lisesi nasıl kuruldu?

Yazmakta olduğum kitabım ‘Ottoman’da 2. Beyazıt dönemini anlatıyorum. O dönemle ilgili bir çok olayın içinde beni çok etkileyen bir olayda; 2. Beyazıt ile Gül Baba’nın arasında geçen konuşmalar, muhabbetler ve sonrasında yapılanlar.

Bazı mubarek insanların dilekleri de mubarek oluyor.

Derlerki, Padişah kendi için bir şeyler dilemisini istemiş, Gül Baba yeni nesiller için istekte bulunmuş. Üstelik eğitim için istemiş. Gençler okusunlar diye istemiş.

Büyük adamların, büyük ve hayırlı istekleri…

 

Evliya Çelebi’nin bir anlatısını sizlere aktaracağım.

Beni çok etkiledi, sanıyorum sizinde hoşunuza gidecek hele Galatasaray Lisesi mezunlarının ve Galatasaray’lıların ve sarı – kırmızıya gönül vermiş olanların daha bir hoşunuza gidecek…

 

İkinci Bayezıd avdan dönüyordu. Bir an önce saraya varıp dinlenmeyi düşünürken atını durdurdu, havayı kokladı ve derin - derin nefes alıp ferahladıktan sonra sordu:
“Bu güzel kokular da nereden gelir böyle?”
Yanındaki vezirlerden biri cevap verdi:
“Devletlü Padişahım! İstanbul kuşatmasına katılan gazilerimizden tabiat aşığı biri vardır ki, O'na Gül Baba derler. Ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyardır. Şu yamaçları güllerle ve dahi türlü çiçeklerle donattı. Bu hoş kokular O'nun bahçesinden gelmektedir.”
Padişah, vezirin anlattıklarını tebessümle dinliyordu. Sözlerini bitirince kararını bildirdi:
“Merhum babamın bu gazi askerini ziyaret etmek isterim!”
Artık yorgunluklar unutulmuştu. Gül Baba'nın kulübesine doğru yürüdüler. Kulübeye doğru yaklaştıkça gül kokuları artıyor, insanın gözü - gönlü açılıyordu. Değerli misafirlerin geldiğini gören Gül Baba koştu, onları kapıda karşıladı. Padişah, daha atından inmeden sordu:
“Savaşta bastığı yeri sarsan, barışta oturduğu yeri gül bahçesine çeviren yiğit asker, selam sana!”
Gül Baba mahçup olmuştu, güçlükle konuşabildi:
“Sizden böyle iltifatlar görmek bizim için ne büyük şereftir Sultanım, sağolun!”
“Sen ki, İstanbul'u fetheden ordunun bir neferi olarak şereflerin en büyüğünü almışsın Gül Baba. O büyük şerefin yanında bizim sözlerimizin hükmü mü olur?”
Gül Baba tebessümle başını öne eğerken Padişah atından indi ve Gül Baba'nın gösterdiği mindere bağdaş kurup oturdu ve O'nun kendi elleriyle pişirdiği kahveyi yudumlayıp yorgunluğunu giderdi. Sonra da şöyle bir teklifte bulundu:
“Dilersen seni saraya alayım. Artık çalışma da yaşlılık devrini dinlenerek geçir!”
“Sağolun Sultanım! Burada oturmak benim için daha iyi. Amma bir iyilik yapmak istersen, şu kulübemin bulunduğu yere bir mektep - medrese yaptır ki, memleketimizin çocukları ilim - irfan öğrensinler!”
Gül Baba'nın sözleri Padişah'ı çok duygulandırmıştı. Yerinden kalkarken O'nu mutlu edecek cevabı verdi:
“Gönlün rahat olsun Gül Baba, dilediğin olacaktır!”
Sonra bahçeyi gezdiler...
Padişah gülleri okşuyor, eğilip kokluyor ve yanındakilerle konuşuyordu. Bu arada Gül Baba da özenle seçtiği gülleri koparıp demet yapıyordu. Padişah ayrılırken O'na bir demet sarı, bir demet kırmızı gül verdi. Padişah gülleri alıp kokladı, bağrına bastı ve atını sürüp gitti.
Kısa zaman sonra ise Gül Baba'nın kulübesi yıkıldı ve oraya büyük bir bina yapıldı. Zaman içerisinde okul oldu, hastane oldu ama hep insanlığa hizmet etti. 1868 yılında ‘Mekteb-i Sultani’ adıyla yeni bir kimliğe bürünen okul, Cumhuriyet döneminde de ‘Galatasaray Lisesi’ adını aldı.
Gül Baba'nın Sultan İkinci Bayezıd'a verdiği o güzel kokulu sarı ve kırmızı güller önce bu lisenin, sonra da Galatasaray Spor Kulübü'nün sembolü oldu.
Gül Baba'nın türbesi bugün de orada, okulun bahçesindeki yeşillikler arasında duruyor
…(alıntı)
Nur içinde yatsın…

 

Burada bir başka yazıyı da sizlere aktarmak istiyorum. Fatih Sultan Mehmet’le de ilgili…

 

İstanbul'u alan Fatih, antik kültürün izlerini taşıyan bu şehirde kuracağı devletin payidar olabilmesi, mesela bir Bizans İmparatorluğu gibi bin yıl yaşayabilmesi için, önceki kültürleri araştırmakta ve sürekli verdiği talimatlarla çevrilen klasik eserleri okumaktaydı.

İşte bunlardan biri olan Platon'un ( Eflatun MÖ 427 – 347)

"Devlet"adlı eseri; devleti ancak filozofların yönetebileceğini yazmaktadır.

Osmanlı'nın yükselmeye başladığı o yıllarda devleti yönetecek filozoflar nasıl yetiştirilecekti?

Saray Okulu vardı ancak bu okula gelecek öğrencilerin ilk ve orta öğrenimleri nerede verilecekti?

İşte bu düşüncelerin neticesinde, II. Bayezıd, babası Fatih'in idealindeki okulu "Galata Sarayı Ocağı" adıyla kurarak Osmanlı Saray eğitiminin önemli bir parçasını oluşturmuş oluyordu.(alıntı)

 

 

Nazan Şara Şatana

http://www.facebook.com/#!/profile.php?id=100002892442552

https://twitter.com/#!/nazansarasatana

 

 

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....