Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mart '07

 
Kategori
Tarih
 

İkaros'un kanatları ve güneşe uçanların şarkısı

İkaros'un kanatları ve güneşe uçanların şarkısı
 

Neler yaşanmadı ki bu topraklarda... Efsaneler savaşlara, kılış sesleri zafer bağırışlarına, ölümler doğumlara karışa karışa...

Yüzyıllar boyunca... Her şeyiyle zengin olan bu topraklar, bitki örtüsünün, doğal zenginliklerinin yanı sıra, dünyada eşi benzeri bulunmayan tarihi eserleri ve efsaneleriyle de benzersiz... Her yıl Likya ülkesinin topraklarında yapılan, analık ve kadınlık kutlama törenleri sadece bu efsanelerden biri. İnlice Ovası’na girilirken, çamların içinde, kayalara oyulmuş duran bir Likya anıt mezarı vardır. Sütunları kırılmış olan anıtın özelliği ise, her yıl analık törenlerinin buradan başlatılmış olmasında yatar... Böylece, mezardaki de ovada olan biteni izleyebilirmiş. İnliceliler, bu anıta “Daidalos Anıtı” vermişler. Çünkü Daidalos yapmış bu anıtı, o güçlü ve yetenekli elleriyle biçimleye biçimleye... Tıpkı Fethiye’deki anıt mezarları da yaptığı gibi.

Tanrı Zeus’un buyruğuyla gelin heykelini tahtadan oyan, Tanrıça Hera’yı bile kıskandıracak güzellikte heykeller yapabilen bir heykeltıraşmış Daidalos... Ustaların bile ustasıymış! Bir tek can eksikmiş eserlerinde...

Daidolos’un bir oğlu varmış. İkaros adındaki oğluyla birlikte İnlice Ovası’nın denizle öpüştüğü yerde, bir yarın üzerinde yapmış oldukları kanatları açarak karışmışlar uzaklara... Güneşe doğru... Güneşin ve uzakların sonsuz şarkısı çağırmış çünkü onları...

Bu olayla ilgili efsanelerden birine göre, Girit’te, Minos Krallığı’nın kutsanması için Kral Minos, denizler tanrısı Poseidon’dan kurbanlık bir boğa istemiştir. Denizler tanrısı, Kral Minos’un bu isteğini yerine getirir. Ancak Poseidon öyle bir boğa gönderir ki, apak tüyleri, kar beyazı gibi güneşte baktırmaz... Boynuzları ise altın gibi parlamaktadır, bileklerindeki halhal renkleri boğumludur. Vücudu kıvrak, sevecen yapısı ile denizin ak köpüklerinden yaratıldığı her halinden bellidir.

Kral Minos, bu güzel ak boğadan o kadar etkilenir ki, boğayı kurban etmeye kıyamaz. Başka bir boğayı kurban eder... Kurbanlığının alıkonduğunu, tanrılara sunulmadığını öğrenen Poseidon, Kral Minos’un karısını, ak boğaya âşık ederek cezalandırmış. Minos’un karısı da ak boğa işçin yanıp tutuşmaya başlamış... En sonunda, heykeltıraş, mimar, ustaların ustası Daidalos’dan bir dişi inek heykeli yapmasını ister.

Heykeltıraş Daidalos, tüyleri ışıl ışıl yanan, içi boş, üzeri inek derisiyle kaplı bir heykel yapar. Ayaklarına birer tekerlek koyarak onun hareket etmesini sağlar. Heykeltıraş Daidalos, ineğin heykelini bitirdiği zaman, yaşlı sığırtmaçlara gösterilir. Canlı inekten hiçbir farkının olmadığında hemfikirdirler...

İçi boş ineğin arka ayakları açık, karnı şişkin ve boğayı kabullenmeye hazır, istekli bir görüntüsü vardır... Kral Minos’un karısı ineğin içine girecek, iki ayağını ineğin arka bacaklarının içine sokacak, ak boğayla birleşmiş olacaktır.

Gün gelir, ak boğa sığırlardan ayrılarak, karalın karısı Persopene’nin içinde olduğu inekle, yani Persopene’yle birleşir.

Persopene doyumsuz zevklere kanmıştır. Zamanla hamile kaldığı ortya çıkar. Başı boğa ama gövdesi insan olan bir yaratık dünyaya getirir. İnsan etiyle beslenen bu yaratık, bir labirente kapatılır. Olayı duyan Kral Minos, ustalar ustası Daidalos ve oğlu İkaros’u bir kaleye hapseder. İşte baba ve oğul, bu labirent şeklindeki kaleden , yaptıkları kanatlarla, uçarak kurtulurlar.

Doğal olarak mitolojilerde yer alan kimi söylencelerin daha sonra gerçekleştiğine tanıklık ederiz. Her gelişme insanoğlunun düşlerinden, isteklerinden doğar ve gelişir. Örneğin Daidolos ile oğlu İkaros, insanlardaki uçma isteğinin bir simgesi gibidir. Labirent ve Minatauros söylencesinde de yer alan bu olayı, insanoğlunun uçma isteğinin ilk belirtisi olarak düşünebiliriz.

Burada en önemli olan uçuş isteğidir... Bu mitolojik dilek, 19. Yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında kuru bir istek olmaktan çıkmış ve insanoğlu bu isteğine kavuşmuştur. Doğal olarak insanoğlu uçuş aşamasına gelinceye dek çeşitli ve güç evrelerden geçmiştir... Bilim adamları “aerodinamik yasalarını” bulmak ve yüksek teknolojik buluşlar gerçekleştirmek, patlamalı motorlar yapmak zorunda kalmışlardır. Önce balonla uçmak olanağı, daha sonra sesten hızlı uçan araçlar; jetlere ve uzay mekiğine dek gelinir sonrasında...

Bir başka anlatıya göre, Girit kralı Minos’un karısı, ak boğayla birleştikten sonra Monitoros adında bir canavar dünyaya getirir. Adı, “Minos’un Boğası” anlamındaki bu canavar, insan bedenli ve boğa başlıdır... Ve bu canavar yalnız kralın değil, bütün Girit halkının ve giderek bütün Atina halkının başına felâket kesilir. Monitoros’u halatlarla, zincirlerle bağlayıp tutmak olası değildir!... İşte kral Minos da Daidalos’a bu konuda akıl danışır. Bunun üzerine Daidalos; “Labirentos” adını verdiği çok büyük ve içi dehlizlerle dolu bir bina yapar. Bin bir odalı ve karmaşık koridorlarla örülü bu binaya giren biri, bir daha geri dönüp dışarı çıkamıyordur...

Monitoros denen canavar; Daidalos’un ustalık yapıtı Labirentos’un o karanlık dehlizlerine kapatılır. Ne var ki bu canavara her yıl, yedi delikanlıyla yedi güzel genç kızı kurban etmek gerekiyordu. Kral Minos da bu kurbanlık gençleri, o zamanlar egemenliği altındaki Atina krallığından isteyip getirtir.

Atina kralı bir gün, oğlu ve Atinalıların en büyük ulusal kahramanı olan Theseus’u; Labirentos’a kapatılmış canavarı öldürmesi ve Atina halkını her yıl on dört genci kurban olarak gönderme yükümlülüğünden kurtarması için gizlice Girit krallığına gönderir.

Girit adasına gelen Theseus, bir yolunu bulup kral Minos’un güzel kızı Aryadne (Ariadne) ile tanışır. Birbirlerine aniden ısınan iki genç, birbirlerinin sırdaşı da olurlar. Theseus’un canavarı öldürdükten sonra Labirentos’tan nasıl dışarı çıkabileceği konusunda genç kız, binanın mimarı Daidalos’a danışır. Mimar; Theseus’un dehlizlere giderken bir yumak ipliği çöze çöze ilerlemesini; canavarı öldürdükten sonra da bu ip yardımıyla dışarı çıkmasını önerir. Böylece canavarı öldürüp dışarı rahatça çıkabilen Theseus ve kralın kızı olan sevgilisi, daha sonraki günlerde bu dehlizlere ip yardımıyla sık sık girip çıkmaya ve kimselere görünmeden aşklarının tadını çıkarmaya başlarlar...

Ne var ki bir gün Tanrı Poseidon; Kral Minos’u öfkeden kudurması için, kâhini aracılığıyla dostu Daidalos’un gizli olarak çevirdiği dolaplar konusunda bilgilendirir. Poseidon’un hesapladığı gibi öfkeden küplere binen Kral; canavarın doğuşuna, kızının gizlice bir düşman prensle sevişmesine yardımcı olduğunu öğrendiği ve can dostu saydığı Daidalos’u bundan böyle artık can düşmanı ilân eder!... Bu kez Daidalos’u ve sarayındaki kölesi bir kadından olma oğlu İkaros’u, Labirentos’un çıkışı olmayan dehlizlerine kapatır.

Daidalos, ilk başta oğlu İkaros’un özgür kalabilmesi için krala uzun uzun yalvardıysa da hepsi sonuçsuz kalır. Ne var ki bir süre sonra kralın karısı, bir yolunu bulup çok sevdiği sanatçı Daidalos’la oğlu İkaros’un Labirentos’tan kaçışlarına yardımcı olur. Ama olayı haber alan kral, Girit’teki bütün deniz ve karayollarını anında kapattırır...

Ustalar ustası Daidalos’un aklına bir fikir gelir: Uçmak!... Hemen bir yerlerden bulup buluşturduğu balmumuyla kuş tüylerini birbirlerine yapıştıraraktan, hem oğlu hem kendisi için iki çift kanat yapar. Bu kanatları, hem oğlunun hem kendinin omuzlarına gene balmumuyla yapıştırır. Daidalos; yolculukları sırasında oğluna, “Yükseklerden uçma, kızgın güneş yakar, çok alçaktan uçma, tuzlu suyla ağırlaşırsın, beni takip et, sana kılavuzluk edeyim” diye öğüt verir. Ne var ki baba-oğul olarak birlikte havalanmalarından az sonra İkaros; ilk uçan adam olmanın sarhoşluğundan ve havalardaki maviyle, ışıklarla, bulutlarla çocukça oynaşmanın o doyumsuz hazzından olacak; bir ara güneşe doğru yükselir de yükselir... Altında Fethiye Körfezi sessiz bir düzlük, on iki adalar boncuk taneleri gibi gözükmeye başlamış. Körfezin çevresinde toplanan tüm Likya halkı, baba ve oğlu seyrediyorlarmış. İkaros o kadar yükselmiş ki, babasının bağırmaları bir sinek vızıltısı gibi gelir olmuş kulaklarına.

Güneş tanrısı Helios; insanoğlunun bunca yükselişine, haliyle tanrılara böylesine yaklaşmasına çok öfkeleir. Hemen kızgın ışınlarıyla İkaros’un kanatlarını omuzlarına yapıştıran balmumunu eritir. Sıcaklığın etkisiyle mumlar erir ve tüyler çözülmeye başlar. En sonunda ufak bir tüy bile kalmaz İkaros’un üzerinde... Kanatlarından kopan İkaros da, Ege Denizi’ndeki Sisam Adası yakınlarında sulara çakılıp gömülür. Onun için oraya artık “İkaros Denizi” demeye başlanır... Baba Daidalos ise, sağ salim ama tek başına, kederle içinde Sicilya adasına iner...

Kanatlarını tanrı Apollon’a hediye ederek birde tapınak dikmiş adına...

Efsaneye göre iki kez de İkarus’un düşmesini resmetmeye çalışmış fakat her ikisinde de oğlunun anısından duyduğu acıyla parmakları gevşemiş ve kalem düşmüş elinden...

Ne var ki oğlu İkaros’un, güneşe ve uçsuz bucaksız göklere, yani bir anlamda tanrılara meydan okuması, nice ozanlara esin kaynağı olurken, onun bu yükseklik sevdası, insanoğlunun evreni egemenliği altına alma yolundaki bitmeyen serüvenlerine de sürekli kılavuz olur...

Tıpkı Yüksek Sadakat’in, “İkarus” adlı şarkısında söylediği gibi:

Gözlerimiz uçurtmanın
Kuyruğuna takılınca
Göz göze gelip gülümseriz o an
Sen ve ben anlarız ki özgürüz

Mumdan kanatlı bir adamın
Güneşe ulaşması kadar
Anlamlı bu dünya, biliriz
Sen ve ben şaşarız insanlara
Anladım sananlara

Yapraklar döküldükçe
Ve rüzgar süpürdükçe o yerleri
Anlayamazsınız

Sen ve ben biliriz ki
Doğmak ölmeye başlamaktır
Ve böyle oldukça
Söylenecek onca az şey var ki

Sen ve ben hep deriz ki
Tutku en büyük yanılgıdır
Ve böyle oldukça
Söylenecek onca az şey var ki

Güneşe uçanların şarkısı o günden bugüne yankılanır durur gökyüzünde...

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..