Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ocak '11

 
Kategori
Siyaset
 

İki değil ama, iki buçuk parti yeter

İki değil ama, iki buçuk parti yeter
 

Detaylara inildikçe, insanlar arasında görüş ayrılığı başlar.

Her insanın acıktığında yapması gereken tek şey, karnını doyurmak üzere yemek yemektir.

Yoğun bir iş temposunun ardından vaktin nasıl geçtiğini anlamayan 10-15 kişilik bir ekip düşünün. Nihayet aralarından biri akıl edip:

- Arkadaşlar acıkan var mı? diye seslendiğinde hep bir ağızdan herkes ilkokul çocukları gibi “Eveeeet!” diye bağırır. Ancak sıra “peki, ne yiyelim?” sorusuna geldiğinde, her kafadan ayrı bir ses çıkar.

Önce “çok çalıştık, şöyle kallavi bir şeyler yiyelim” diyenler bir tarafa, “bugün işimiz çok, zaman daralıyor, ayak üstü bir şeyler atıştıralım” diyenler bir tarafa çeker.

Onlar da kendi aralarında anlaşamazlar elbette… “Karnımızı iyice doyuralım” fikrinde olanların içinde, lokantaya gidelim diyenler, kebab söyleyelim diyenler, pizza isteyelim diyenler; “ayaküstü atıştıralım” görüşünde olanların içinde, lahmacun söyleyelim, tost yiyelim diyenler, soğuk sandviçten yana olanlar vs. vardır.

Bu kadar mı? Diyet yapanlar, et yemeyenler, sebze sevmeyenler, dün de onu yemiştik diyenler, akşam evde de aynı yemek vardı diyenler, sayın sayabildiğiniz kadar.

10-15 kişilik bir grubun bir öğle yemeği için ürettiği bu kadar çeşit alternatifi, siz şimdi ülke genelindeki 73 milyona genelleyin ve bu insanların bir öğün yemek değil, tam dört yıllık hayatları için kendilerini yönetmek üzere bir siyasi partiye oy verdiklerini düşünün, aralarında bir uyum sağlamak, ortak bir nokta bulmak mümkün mü?

Allah’tan nasıl oluyorsa, insanlar biraz ideoloji, biraz peşin hüküm, biraz dünya görüşü, biraz menfaat, biraz akıl, biraz mantık, biraz tesadüf, biraz inat, biraz ümit, biraz korku, biraz beklenti, biraz cahillik, biraz bilgiçlik, biraz boşvermişlik filan derken, yine de bir partinin etrafında milyonlar oluşturabiliyorlar.

Bir siyasi parti mitinginde etrafınıza şöyle bir bakın. Ben şu insanlarla aynı görüşü mü paylaşıyorum diye kendinize inanamazsınız.

Elinize bir mikrofon alıp uzatın bakalım vatandaşa… “Nasıl bir Türkiye, nasıl bir gelecek istiyorsunuz, yarından ne bekliyorsunuz?” diye sorun bir bakalım… Her bireyden alacağınız cevap farklıdır.

Elbette "mutlu bir gelecek, rahat yaşanacak kadar ekonomik bir imkân, herkesin hak ve özgürlüklerine sahip demokratik bir ortam" gibi yuvarlak laflar duyacaksınız. Bunlar sabahtan beri ağzına bir lokma koymamış insanların “acıktım, susadım” demesi gibi söylenen sözlerdir.

“Ne yemek istersiniz?” dendiğinde detaylar sizi çıldırtacak boyutlara ve çeşitlere ulaşacaktır.

*****

Evet, birey olarak dünyadaki 6 milyar insanın birbirinden ayrı istekleri ve beklentileri var. Ancak bir ülke yönetimi denince, aslında genel olarak yapılması gereken şeyler de bellidir.

Siyasal olarak ya baskıcı bir rejim uygulayacaksınız, ya demokratik bir yöntem seçeceksiniz. Ekonomik olarak refahı ya devlet eliyle sağlayacaksınız ya ferdi teşebbüsle… Sosyal olarak insanlara ya kısıtlı haklar vereceksiniz, ya da imkânları ölçüsünde yasalara uymak şartıyla serbestlik tanıyacaksınız.

Bütün bunların formülleri genel olarak belirlenmiş ve neredeyse standartlaşmış durumda.

Bugün bütün dünyada birbiriyle yarışan iki ana görüş var. Elbette detaya inildikçe bunların içinden çok daha fazla farklı sesler çıkması doğaldır. Ancak benim kanaatim şudur ki, bu iki görüşü de benimsemeyen, ya da bunları eksik, yetersiz görenleri de üçüncü bir grupta toplamak mümkündür.

Bu şartlarda doğrusu siyasi arenada yarışacak, çarpışacak –rahmetli Özal’ın deyimiyle– 2,5 parti kalır. O zaman bir ülkede siyasi hayat 2 büyük, bir küçük partiyle pekâla yürüyebilir demektir.

Bu noktada belki bazı arkadaşlarımız hemen buna karşı çıkmayı düşüneceklerdir. Onlara bugün ülkemizdeki siyasi yapıyı gözden geçirmelerini tavsiye ederim.

Adı tam olarak böyle konulmamışsa da, uygulamada bugün Türkiye’de 2,5 parti vardır.

Siyasi parti denince, o ülkeyi yönetmeye talip, bütün halkın ve memleketin partisi olmayı hedefleyen siyasi kuruluşlardan bahsediyorum.

BDP ne yazık ki, kendi söylemleri itibariyle bu tanımın dışına çıkmaya ve kendini ülkenin değil, bir bölgenin partisi olmaya mahkûm ediyor. Eğer onu da bu sabit fikrinden arınmış olarak düşünürsek, sonuçta onun da yeri ve yanı CHP’nin bulunduğu platformdur.

Geçmişte onları meclise taşıyan bugünkü CHP’nin önceki versiyonu SHP olmuştur. Bugün bir işbirliği, ittifak ve benzeri bir oluşumda yine kolkola girecekleri tek parti CHP’dir.

Bunu kimseyi üzmek ya da kızdırmak için söylemiyorum. BDP’nin, hatta cesaretle söylemek görekirse, PKK’nın ve Apo’nun temelinin bir sol ideolojiye dayandığını hepimiz biliyoruz.

(Apo, Dev-Genc'i oluşturan Ankara Yüksek Öğrenim Derneği'nin üyesidir. Daha sonra oradan ayrılıp Ulusal Kurtuluş Ordusu'nı kurmuş, mücadelesini etnik bir yapıya kaydırmıştır ama sonuçta geldiği yer de bugün savunduğu ideoloji de köken olarak aynıdır. Bu ayrı ele alınması gereken bir konudur.)

Aslında buçuk görünümündeki MHP de bir anlamda tam bir Türkiye partisi değildir. O da BDP gibi ırk üzerinden siyaset yapan, dolayısıyla ülkede yaşayan çoğunluğu şemsiyesinin dışında bırakan bir yapıya sahiptir.

Derin devlet ve Ergenekon bağlantılı yapı şeffaflığa kavuşturulduğunda, sanırım böyle bir partinin fonksiyonu da ortadan kalkacak, ya kendini feshetmek zorunda kalacak, ya bir tarafa iltihak edecek, ya da bir dernek görüntüsünde diğer küçük partiler gibi tabela partisi olarak kalmayı yeğliyecektir.

Ben 1960 öncesini hayal meyal hatırlıyorum. O zaman da memleketin iki büyük bir küçük partisi vardı. 50-60 yıl önce uygulanan bir noktaya tekrar gelmeyi düşünmek için aslında geç bile kalmış bulunuyoruz.

Aslında aynı görüşü rahmetli Özal cesaretle dillendirmiş ve bu gerçeği gözler önüne sermişti. Sanırım bu zamana kadar bu düşünceyi hayata geçiremememizde, halkın iradesinden çok, toplum mühendisliği yapanların önemli bir rolü vardır.

Vatandaşın bu sağduyuyu göstermesi o kadar zor değil. Zaten bütün dayatmalara rağmen bunu gösteriyor da.

Hatırlarsanız 2002 seçimlerinde parlamentoya iki parti girmişti. 2007 seçimlerinde de 3 parti girdi. Geri kalan bir sürü parti, sadece kurucularının ve yöneticilerinin kendini tatmin etmesinden öteye bir anlam taşımıyor.

Ben bu küçük partilere oy verenleri hem anlıyorum, hem anlamıyorum. Seçim sandığında “bizi yönetsin” diye bir partiye oy verdiğimize göre, oy yüzdesi bindelerle ifade edilen bir partiye oy vermenin mantığı nedir?

Sanırım akla en yatkın cevap şu olabilir: İktidara gelebilecek partileri beğenmeyenler, bu şekilde tepkilerini ortaya koymaya çalışıyorlar.

İşte bu durumdaki bütün vatandaşların üçüncü partiye odaklanarak hiç değilse az sayıda da olsa onları mecliste temsil edecek bir partileri olmasının daha yararlı olacağını düşünüyorum.

Böylece mecliste her görüşten milletvekili olacağı gibi, parlamentoda temsil edilmeyen bir kitle olmayacak ve hiçbir oy boşa gitmeyecektir.

Sizin anlayacağınız ben iki partili meclis fikrini yukarıda anlatmaya çalıştığım sebeplerle onaylıyorum ve destekliyorum.

Bunun yasal bir düzenlemeden çok vatandaşın sağduyusuyla yapması gerektiğini savunuyorum. Doğrusu bugüne kadar vatandaşın bunu yaptığına da düşünüyorum. Biraz daha açık şekilde durum aydınlatılırsa, bu sonucun kolayca sağlanacağına da inanıyorum.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..