Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

İki dil bir bavul misali...

İki dil bir bavul misali...
 

 Vizontele Tuuba’yı izlediniz mi  bilmem ama ben yinede izlemeyenler için cok kısa bahsetmek istiyorum. 

‘’Türkiye’nin doğusu’nda, herkesin ve her şeyin uzağında, küçük bir masal şehrinde geçer hikâye. 1980 yılının yaz aylarıdır.

Tüm ülke siyasi bir kaosun içindedir.

Siyasi şiddet ülkeye egemendir.

Sağ’da ve Sol’da onlarca değişik fraksiyon türemiştir.

Bu anlaşılmaz, saçma, acıklı ve komik “anarşik” atmosfer “Vizontele” şehrine çok başka ve kendine özgü biçimde yansımıştır.

Bu şehirde hiç sağcı yoktur. Bunun yerine hangi konuda anlaşamadığı bilinmeyen iki solcu dernek vardır; DEKD ve DFKD! 

Ve Kütüphane memuru Güner Sernikli...

Tarık Akan’ın canlandırdığı ve 12 Eylül 1980'de bu uzak şehre sürgün edilmiş bir devlet memurudurudur Güner Sernikli.

Her şeyin saçma bir rota izlediği günlerde Sernikli ailesi uzun ve çileli bir yolculuğun sonunda “Vizontele” şehrine gelirler.

Kızları Tuba ise belki de o şehre “dışarıdan” gelmiş en güzel “şey”dir. Şehre gelen tüm aykırı şeylerin tanışacağı bir başka “şey” ise Yılmaz Erdoğan’ın canlandırdığı Deli Emin’dir elbette..

Dönem karışıktır…''

Kütüphane memuru Güner Bey kütüphanesi olmayan bir köye sürgün edilmiştir.

Kütüphanesi ve kitapları olmayan bir köyde bir kütüphane memuru ne arar demeyin.

‘Mümkünlü de herşey Mümkün’ dür.

Sürgündür, ama Güner Bey olaya sürgün olarak değil, 'Türkiye'nin her yeri aynıdır' diye bakar.

Önce Vizontele şehrinde bir kütüphane kurmak için yola koyuluyor köylülerin yardımıyla, sonra İstanbul’a mektup yazıyor cevap gelmiyor ama yılmıyor birkaç tanıdıgına ulaşıyor kitap istiyor , çok gecmeden koli koli kitaplar geliyor yardım sever vatandaşlardan ve şehirde bir kütüphane oluşturuluyor, okuma günleri düzenliyor.

Güner Bey köye bilgiyi getiriyor.

Sernikli Ailesi, o yaz şehre sanki bir hediye paketi gibi gelir

.Amaaan alt tarafı bir film deyip geçmeyeceğini bilirim duyarlı halkımın zira, hiçbir diziye dizi diyip geçmediğinden bilirim. 

Yeri geldiğinde kötü adam olduğu için Erol Taş’ı taşlayan, Adnan karakterine üzülüp Bihter seni aldatıyor gözünü aç diye uyaran, Caroline karakterine inanıp aile kurtulsun diye Çalışma Bakanına şikayet eden,  Kurtlar vadisinde Çakır karakteri ölünce sayfa sayfa vefat ilanı verip Mevlit okudan caaanım halkım acaba Güner beyin yaşadıklarını izlediğinde içinden neler geçirmişti .

Bu gerçeklerden uzak bir hayatın içinde oldukları için aman canım film işte diyip gülüp geçmiş midir yoksa gülerken düşünmüşmüdür  ? 

Aradan okadar zaman geçti şimdi bu filmi neden anlattı diyenler için, izlemeyenlerin kafasında senaryoyu canlandırmak adına filmden bahsetmek istedim biraz. 

Çünkü Vizontele’den farksız değildi doğudaki bir okula ataması yapılan arkadaşımın yaşadıklarıda.

 17 yaşında kazandı üniversiteyi... 

Umutları vardı, geleceğe yönelik hayalleri, henüz reşit bile değildi üniversiteyi kazandıgında...

Tek isteği öğretmen olmaktı.

4 sene okudu ve zamanında mezun oldu.

Ama o 4 senede cok sey degısmışti.Öğretmen acıklarından dolayı emekli olan tüm öğretmenler, öğretmenlikle alakası olmayan mühendisler öğretmen acıgından dolayı öğretmen olarak alınınca, hemen hemen tüm kadrolar dolmuştu. 

Olan o dönem mezun olan öğrencilere oldu.

Formasyon dediler aldı, sınav dediler girdi, şukadar puan gerek dediler cok yüksek puanlar aldı.

Sonrası mı ? Bir üniversite daha okudu ama olmadı. Çoğu açıkta kaldı. Mezun oldugunuz bölümde şukadar sayıda öğretmen alınıyor dediler , öylece kalakaldı. Çoğu özel sektörde denedi şansını, özel sektörde iş bulamayanlar yıllarca üniversiteli olmak için mücadele verdiği o sıralarda, simdide mezun olduğu  bölümle alakalı olmasada herhangi bir bölüme atamasının yapılması için ter döküyordu tozlu sıralarda. Hersene önceki senelerde çıkan sistemin yanlışlığının bedelini ödedi, diğerleri gibi. 

17 yaşındaki umutlarının ve hayallerinin üstüne, stresten dökülen saçları, hersene  biraz daha derinleşen alın kırışıklıkları ve omzuna yüklenen ve hersene biraz daha ,biraz daha ağırlaşan sorumluluklar eklendi. 

Öğretmen olmak istiyordu. Sevdiği işi yapmak istiyordu. 

Sınava girdi ve öğretmenlikle hiçbir alakası olmayan bir sektörde memur olarak çalışmaya başladı. 

Bunada şükür dedi.

Mezun olduğu 2 üniversite ve girdiği onca sınavlardan sonra gelmek bilmeyen öğretmenlik atamasından sonra ‘bunada şükür’ dedi.

Hem çalıştı hem tekrar üniversite sınavlarına girdi. Bölüm öğretmeni olamıyorsa anaokulu öğretmeni olurdu, sistem değişmeden, kadrolar dolmadan.

Hem çalışıp, hem kazandıgı okulundan mezun olmak için büyük mücadeleler verdi.

Ve mezun oldu.

Atamasının yapılması için yine bir sınav bekliyordu, girdi ve bunda ataması yapıldı.

3 yıllık zorunlu şark görevi için Doğuda bir okula atandı.

O da Güner Sernikli gibi Türkiye’nin her yeri aynıdır diye bakıyordu.

Çalıştığı iş yerindeki güzel ortama, yaşadıgı şehrin sundugu sosyal yaşama rağmen, ideallerinin, sevdiği işi yapma isteğinin peşinden gitti.

Geçenlerde durumunu sormak için aradığımda Vizontele ‘yi yaşıyorum demişti bana.

Kütüphane memurunu canlandıran Tarık Akan’ın kütüphanesiz bir köye atanması sahnesi geldi o an gözlerimin önüne.  Atanmış olduğu köy okulunda anaokulu için sınıfta yoktu.

Oradaki diğer öğretmenle birlikte,  elbirliğiyle temizledikleri okula yakın bir yerde bir sınıf açtılar.

20 kişilik sınıfında öğrencilerini ilkokula hazırlamak için değil, türkçe öğretmek için mücadele versede bu durumdan bir kere bile şikayet etmedi genç öğretmen.

Hergün kaçırılan öğretmen haberleri  kaygıyla okuyup hergece onun için dua edip yatsamda, her sabah korkuyla gazete sayfalarını açtığımda kaçırılan bir öğretmen haberi okuyup büyük bir kaygıyla telefona sarılsamda o işini öyle severek yapıyorki, sesinde ne bir şikayet ne bir tedirginlik var.

Sınıfı için ihtiyac duydugu malzemelerin yetersizliğinden başka şikayeti yok.

Yine Vizontele filminde Başkan Nazmi rolünü başarılı şekilde canlandıran Altan Erkekli’nin filmde bölge halkına yaptığı bir konuşması 'orda ne işin var, gül gibi işin vardı' diyenlere inat,  arkadaşımın içinde bulunduğu duruma en güzel örnekti ve bu durumunu en iyi şekilde özetliyordu.

‘’İnsan memleketini niye sever? Başka çaresi yoktur da ondan. Ama biz bilirizki bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı orayı sevmektir. Burayı seversen, burası Dünya'nın en güzel yeridir. Ama Dünya'nın en güzel yerini sevmezsen, orası Dünya'nın en güzel yeri değildir...’’  

Bizler hertürlü imkanların içinde sürekli şikayet ederken, hep daha fazlasını isteyip,doğuda yalanan gerçeklikten uzak neyimiz eksik  Avrupa Birliğine neden  almıyorlar bizi diye söylenirken, aynı ülkenin sınırları içinde çoğu insan tarafından bilinmeyen acı bir gercektir maalesef yaşanılanlar. 

Hepimiz kardeşiz, bu ülke hepimizin deriz demesine de doğudaki kardeşlerimizin yokluk ve yoksunluklarından bir haberizdir.

Doğudaki illeri sadece cografya derslerindeki haritalardan biliyordur coğumuz, o bölgelerdeki gerceklikleri, yaşam şeklini, geleneklerini yada güzelliklerini başkalarından dinlediği kadar, kitaplardan, gazetelerden okudugu kadarıyla biliyordur bir çoğumuz. 

Nihat Doğan ‘Burası Survivor, Burda herşey Gerçek’ diye çığlıklar atarken akın akın o gerçekliği görmek için Dominik Cumhuriyeti’ne akın etmiştiniz de Turizm patlaması olmuştuya hani...

Bir Survivor’ın Türkiye’nin doğusunda mı yapmak gerekir ülkemizin sadece haberlerde izlediğiniz bölgelerine aynı ilgiyi göstermeye, orada yaşayan halkın gerçeklikleriyle yüzleşmeye...

Kışın kapanan yollarda çıplak ayaklarıyla okuluna gitmek için mücade eden Ahmet’in, Mehmet’in, Ayşe’nin, Mizgin’in, Dilan’ın  yaşadıkları Survivor değildir de nedir?

Nihat Doğan’ın bas bas bağırması mı gerekmektedir burda yaşananların gerçek olduğuna... 

Aynı sınıfın içinde 1. Sınıftan 5. sınıfa kadar herkesle ilgilenen 1 öğretmenin yaşadıkları Ramiz Dayının ölümünden daha gercektir inanın buna.

2. 3. Sınıfa gelmiş bir cocugun okuma yazmayı hala öğrenememesi, ilkokula yeni başlayan bir öğrencinin Türkçe bilmediği için öğretmeninin dilini anlayamaması,  Osmancık’ın dramından daha da trajiktir inanın bunada. 

Öyle Bir geçer zamanki’deki Osmancık’ın dramına ağlayan, Erol Taş’ı ulan şerefsiz diye taşlayan, Çakır’ın ölümüyle mevlit okutan, Beyaz Gelincik dizisinde rol gereği uyusturucu satan tiyatrocuya ‘Adi P.şt ‘ diye saldıran, Ramiz dayının ölümüyle yasa boğulan caanım ülkemin vicdanlı bireylerinden ve duyarlı diğer kişilerden bir şey istiyorum. 

Doğudaki bir okula ataması yapılan arkadaşımın ve daha nicelerinin yaşadıkları,  Osmancık kadar, Cemile’nin başına gelenler kadar etkilemesede sizi,  maalesef ki  gerçek. 

Ve ben o okuldaki birtakım şeylerden yoksun cocuklara türkçe konuşmayı ve anlamayı kolaylaştıracak eğitici oyuncaklar,  boyama kitabı, resim defteri , boyama kalemleri, masal kitapları ve cdleri ve buna benzer anaokulu malzemeleri göndermek istiyorum. 

Sizlerden de aynı duyarlılığı göstermenizi bekliyorum.

Göndermek istediğiniz malzemeler için bana milliyetblog sayfamdaki mesaj bölümünden ulaşabilirsiniz. 

Sevgiyle kalın, eğitimsiz kalmayın... 

Gönül Sonzamancı     

 
Toplam blog
: 58
: 3499
Kayıt tarihi
: 16.11.10
 
 

Mersin Üniversitesi Turizm Otelcilik Konaklama işletmeciliği mezunuyum. ..