Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Haziran '09

 
Kategori
Sinema
 

İki dil bir bavul

İki dil bir bavul
 

İki Dil Bir Bavul Altın Koza Festivalinde 2 Ödül Birden Kazanma Başarısını Gösterdi.


İnsanların sorunlarını anlayabilmek için onlarla aynı dili konuşmamız gerekir. Anlamak, sorunlarına yardımcı olmak için kullanmamız gereken vazgeçilmez unsur, dildir. Dilini anlamadığımız ya da anlamaya çalışmadığımız insanların sorunlarını çözmek olanaksızdır. İşte İki Dil Bir Bavul filmi, bugüne kadar görmek istemediğimiz, sırtımızı döndüğümüz bir kesimin en önemli sorununu bizlere çok güzel bir anlatımla sunuyor.

Filmin açılış sahnesinde bir dolmuşa yüklenmiş son derece kaliteli daha doğrusu “Batılı” coğrafyaya ait olan bir bavulun hiç alışık olmadığı varoşlara yolcuğu ile başlıyor. İlk öğretmenlik deneyimine başlayacak olan Denizlili Emre öğretmenin bakışlarındaki saflık ve heyecan karşılaştığı toplumsal sorunların içinde, onurlu görevini yaparken karşılaştığı sorunlara şahit oluyoruz. Bizlere uzak gelen ve görmek istemediğimiz sorunların, içine girildiğinde birbirimizi anlamak konusundaki en büyük sorunumuz olarak yansıyor.

Eğitimin unutulduğu, insanların var olma sorunları arasında minicik çocukların küçük yaştan itibaren üzerlerine almak zorunda kaldıkları sorumluluk altında ezilmiş minik kahramanlarımızı görüyoruz. Küçük kardeşlerine bakan, ev işleri yapan, okuldan önce tarlaya giden minik yürekler ve bunlara bir şeyler öğretmek ile yanıp tutuşan öğretmen Emre.

Bir derslikten oluşan okulun, örtülmeyen kapısı, sınıfın içine doldurulmuş silgi ve açacakla yeni tanışmış bir kenarda unutulmuş çocuklarımız. Devletinin kendine verdiği görevi büyük titizlikle yerine getirmeye odaklanmış öğretmenimiz, ilk kez karşılaşacağı ama senelerdir görmezden gelinen Dil sorunu karşısında çaresiz. Sınıftaki öğrencilerinin çoğunun Türkçe bilmiyor olmaması gerçeği, söylenenler karşısında anlamsız bakan minik gözlerden anlaşılıyor. Görmezden geldiğimiz sorunların, eğitim politikalarımızı ne kadar yavaşlattığını, birbirini anlamayan öğretmen, öğrenci ilişkilerinden anlaya biliyoruz. Sincap ve cevizin ne olduğu konusunda bilgisi olmayan minik öğrencilere, kendilerine yabancı gelen Türkçeyi öğretmeye çalışmak ve kendi dillerini konuşmayı yasaklamanın en büyük sorunsalımız olduğu anlatılmaya çalışılıyor. Türkçeyi Öğrenmek konusunda gayret gösteren öğrencilerin kendi aralarında durmadan yasaklanmış dil olan Kürtçeyi konuşması Emre öğretmen tarafından tahtada tek ayak üzerinde bekleme cezasını çarptırılıyor. Kendi bildiği dili konuşarak suç işleyen minik öğrenciler. Tuvalete gitmek için bile, anlamakta zorluk çektiği bir dili öğrenmek zorunda bırakılan bireyler. Aile yaşantısının içinde serbest olan, ilk öğrendiği kelimelerin artık eğitim görmek için gittiği okulunda yasaklanmış bir eylem.

Bizlere uzak gelen, empati kurmadan değerlendiğimiz dil sorunu, genç yönetmenler tarafından etkili biçimde ele alınmış olduğunu görebiliyoruz. Kameralarından bizlere bir kez daha empati kurarak, aynı coğrafyanın insanı olduğumuz bireylerin sorunlarını anlama fırsatı veriyor. Kendi çocuklarımıza benzetemediğimiz, devletin üvey evlat olarak gördüğü, kendi ana dilini yasakladığı toprakların solgun yüzlü çocukları onlar. Küçük yaşta tanıştıkları yokluk, sefalet ve omuzlarındaki yetişkin sorumlulukların arasında büyüyerek tanıştıkları yasaklar.

Emre öğretmenin çocuklara bir şeyler öğretme azmini, yaptığı veli toplantısında hak ve özgürlüklere uymayan konuşmasını bizlere tahsis edilmiş, bedenimiz rahatsız eden kırık sıralarda izler gibi hissedebiliyoruz beyazperde karşısında. Bizim bedenlerimizi rahatsız eden ve coğrafyanın insanların kalbine işlemiş bu dayatılmış zorunluluklar öğretmenimizin ağzından rahatsızlık duymadan dökülüveriyor. “ Sizden istediğim evlerinizde Türkçe konuşmanızdır. Çocuklarınızın Türkçeyi kolay öğretmesi için bunu yapmanız gerekmektedir”. Kürtçe bilmeyen velilerin sözleri belkide yaşanılan durumun gerçek açıklamasını yapılıyor gibi. “ Siz bizden daya iyisini bilirsiniz.” Sözleri devletimizin bize biçtiği kaderi biz yaşamaya hazırız anlamında.

Geride bırakılan zor kış şartları, yaşanılan yokluk içindeki eğitim zorluklarını, kapısı kâğıtla kapanmaya çalışılan sınıfın anahtar deliğinden izleme fırsatı veriyor bizlere. Küçük Zilkif’in (Zülküf) anlamadığı dili öğrenmek konusunda uykusunu getiren kısıtlayıcı gerçeklere, kendini mutlu hissettiği çöp kutusunun başında kalemini açarken görüyoruz.

Bahar mevsiminde tanık olduğumuz 23 Nisan törenleri şaşkınlık silsilesinin son yansıması gibi. Ne anlama geldiğini bilmedikleri, Kürtken Türküm demek zorundaki çocukları andımızı okurken görüyoruz. Tören de Emre öğretmenden duydukları 23 Nisan Çocuk Bayramını Tek kutlayan ülkenin Türkiye olduğu öğrenmeleri, kendimize ise ekrandan bize yansıyan bu çocukların sanki başka bir ülkenin evlatları gibi görünmeleri bu sorgulanmadan kabullenmiş gerçekliğin tezatlık içerdiğini anlıyoruz.

Filmin sonunun geldiğini dağıtılan karnelerle anlıyoruz. Bir yılın emeği olan bu karnelerin, devletimizin size verdiği notlar olarak saklanması gerektiğini hatırlatıyor ve yükümlülüklerimi hatırlatmaktan da geri kalmıyor. Karnelerini ailesini gösteren çocuklar yine bildiklerini konuşmakla gösteriyorlar. Bu coğrafyanın gerçeğini kabul etmek ve dayatmanın sonuç vermediğini anlayabiliyoruz. İnsanlara zorla öğretilen ama yaşadığı kültüre uzak olan şeyler, zaman içinde eski haline dönüyor.

Emre öğretmen bavulunu toplayıp, apartmanlar arasında büyüdüğü memleketine doğru yola çıkmaya hazırlanırken, hiçbir şeyden habersiz gelecekte kendilerini neyin beklediği konusunda hiçbir fikri olmayan çocuklar ise küçük bir derede hayatlarının en güzel anlarını yaşıyorlar. Dayatmalar ve zorunluluklardan uzak. Emre öğretmen bavulunun bir köşesine sıkıştırdığı görev yaptığı köy okulunun gerçeğiyle yüzleşmek isteyecek mi? Bu sorunu görmezden gelip hiç bavulundan çıkarmayıp gelecek sene tekrar yaşamak zorunda mı kalacak. Ya da bu yaşadığı zorluklara bir çözüm üretmek için çaba sarf edecek mi?

Filmin sonunda yapım ekimlerin isimleri derede yüzmeye çalışan minik öğrencilerin eğlenceli görüntüsüyle son buluyor. Belki de hepimizin bugüne kadar dayatma ile kirlettiğimiz bedenlerimizi o çocuklar gibi akıp giden derelerde yıkamalıyız. Unutulan, benzetilmeye çalışılan ruhlarımızı yıkayarak herkesi anlamak için bir adım atmış olabiliriz. Hatalarımızdan bu şekilde kurtulabilir ve bizleri normal gelen yanlışlarımızdan arınabiliriz.

 
Toplam blog
: 32
: 823
Kayıt tarihi
: 12.03.09
 
 

29 yaşındayım Adanada yaşıyorum. Kendime ait bir kırtasiye dükkanım var. Aynı zamanda İşletme mez..