Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mayıs '09

 
Kategori
Güncel
 

İki gazeteci...

İki gazeteci...
 

Birinci gazeteci...


Birinci gazeteci Hasan Cemal, yılların gazetecisi. Geçtiğimiz günlerde başarılı bir söyleşi yaptı terör örgütünün Kandil’deki lideri Murat Karayılan ile. Ve bu söyleşi gazetesi Milliyet’te yayınlanmakla kalmadı, Çankaya’dan kabul gördü ve hatta Cumhurbaşkanı tarihi bir fırsattan söz etmeye başladı ki henüz bu fırsatın ne olduğunu hiç kimse çözebilmiş değil.

Hasan Cemal bu Kandil haberinden sonra olumlu/olumsuz çok eleştiri aldı ve bugünkü köşesinde <ı>“Hasan Cemal, sen Kandil Dağı’na neden gittin?” başlığıyla kendine gelen –özellikle olumsuz- eleştirilere bir yanıt verdi. Aslında yanıtı bitmiş değil çünkü yanıtına yarın da devam edecekmiş.

Hasan Cemal’in bugünkü yanıt yazısından öğreniyoruz ki; söyleşinin başında Karayılan’a söylediği gibi “<ı>Ankara’dan veya şu ya da bu çevreden Kandil’e bir mesaj” götürmemiş. Öyleyse Kandil’e niye gitmiş Hasan Cemal? Onun da yanıtını vermiş Karayılan’a (ve elbette bugünkü köşesinde okurlarına)“<ı>Gazeteci kimliğimle buradayım. Kandil’in düşüncelerini, varsa mesajlarını gazeteme yazmak için geldim.

Yani Kandil’e TC adına bir mesaj götürmemiş ve böyle bir görev üstlenmeyi düşünmemiş, belki de yanlış bulmuş ama PKK terör örgütü’nün mesajlarını TC Devletine (o, gazeteme diyor!) taşımaya gönüllü olmuş. Bir gazeteci olarak böyle bir görev üstlenmeyi doğru buluyor olabilir –ki bana göre söyleşi kısmı gazeteciliktir- eğer bu görüşüne katılmıyorsanız “<ı>Bir gazetecinin böyle bir göreve gönüllü olması ve üstlenmesi yanlış” dersiniz o kadar. Bundan ötürü kendisine terör örgütünün elçisi yakıştırması yapmak ve daha da ileri gitmek –bana göre- yanlış olur.

Evet, size göre ister doğru olsun ister yanlış, kendine göre doğru ki Hasan Cemal PKK’nın Kandil’deki liderine “Mesajınızı taşımaya gönüllüyüm” demiş ve taşımış... Bu gazetecilik olayıyla Türkiye’de iyi de gürültü koparmış ve gündem yaratmış... Gazetesinde gazeteciliğini özgürce sürdürmekte.

Gelelim ikinci gazeteciye... Mustafa Balbay, o da yılların gazetecisi. O, PKK terör örgütünün lideriyle değil de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir kurumunda önemli kişilerle, bazı generallerle görüşmüş ve haber yapmış. Sonra bir gün sabaha karşı evi basılarak gözaltına alınmış ve tutuklanmış. Yaptığı gazetecilik Hasan Cemal’in gördüğü kabulü görmemiş ve –kendi ifadesine göre- çoğunu işi bittikten, haber yaptıktan, kitaplarında kullandıktan sonra çöpe attığı görüşme notları, polisin teknik çabalarıyla silinip atıldığı çöplükten çıkarılmış ve suç kanıtı olarak dosyaya konulmuş.

Yine Balbay’ın kendi açıklamalarına göre bu notlar üzerinde oynanarak, eklemeler çıkarmalar, anlam kaydırmaları yapılarak bir günlük oluşturulmuş. Medya’da “<ı>Balbay Günlükleri” diye adı geçen günlüklerin düzmece olduğunu söylüyor Balbay. Ama öyle bir akıl tutulması yaşanmakta ki, onun bu ifadesine değil hakkında ileri sürülen iddiaya inanılmakta başta meslektaşları tarafından olmak üzere. İddia sahibinin ispat etmesi gerekliliğinin en basit hukuk kuralı olduğu bilmezden gelinerek.

İşte Hasan Cemal’in PKK ile ilgili son gazetecilik örneğinin yanlış olduğuna inanıyorsanız, bunun yanlış olduğunu sadece belirtmekle yetinmeli, eleştirmeli ama suçlamamalısınız. Eğer daha ileri gider ve Cemal’in kendini savunduğu yazı ve yanıtları görmezden gelirseniz, Hasan Cemal’in durumuna düşersiniz. Balbay’ın “<ı>Bu günlükler benim değil!” feryadını duymazdan gelip, köşesinde Mustafa Balbay’a yargısız infaz uygulayan Hasan Cemal’in yanlışına ve durumuna düşersiniz.

Şu sözler Hasan Cemal’in: “<ı>Balbay günlükleri, Ergenekon olayı açısından bir dönüm noktasıdır. Böylece Türkiye belki tarihinde ilk defa darbecilikle yüzleşebilecek, darbe ve darbecileri yargılayabilecektir... Balbay günlükleri haberin Allah’ıdır... Mustafa Balbay günlüklerinin içeriği, bir gazetecinin, bir gazete başyazarının ne yapmaması(veya bir gazetenin ne olmaması) gerektiği konusunda çarpıcı örneklerle doludur... Darbeye teşebbüs suçlamasına muhatap olanları, ‘basın özgürlüğü’ne sokarak savunmaya kalkışmak ise bir başka yanlıştır, talihsizliktir...” Bu kadar değil elbet. Dahası için H. Cemal’in 19.03.2009 günlü yazısına bakabilirsiniz.

O yazısında bunlardan gayrı diyor ki Hasan Cemal “<ı>Neyin haber, neyin haber olmadığına karar verecek olan gazetecilerdir; ne iktidar sahipleridir, ne büyük paşalardır, ne de patronlardır.” Bu kuralı PKK söyleşisi için kendine hak görüyor ama Balbay’ı gazeteciden saymıyor ki onun yaptığı haberin suç olduğuna imza atıyor!

Yine o yazısında diyor ki Balbay’ın görüşmeleri ve haberleri için “<ı>Bu örnekler, gazeteciyle haber kaynakları arasındaki olağan ilişkinin ne kadar aşıldığını sergiliyor. Bu örnekler, darbe tertipleri konusunda ‘askere hizmet arzı‘nın hüzünlü ipuçlarını veriyor. Bu örnekler, ne yazık ki, darbe tertiplerinde taraf olmanın çizgilerini de taşıyor.”

<ı>

Sakın ha, H. Cemal’in Kandil söyleşisi ve mesaj taşıması olayını onun sözlerine kanarak değerlendirmeyiniz. “<ı>Hasan Cemal haber kaynağı ile arasındaki olağan ilişkiyi aşmış.” demeyin. “<ı>Bu söyleşi ve mesaj taşıma PKK’ya hizmet arzı’nın hüzünlü ipuçlarını veriyor.” demeyin. Hele hele “<ı>Bu örnekler, ne yazık ki, teröre ve terör örgütüne taraf olmanın çizgilerini de taşıyor” hiç demeyin!

İki gazeteci; biri Hasan Cemal öbürü Mustafa Balbay. Birincisinin terör örgütü lideriyle yaptığı söyleşi ve PKK’nın gönüllü elçiliğini yapması gazetecilik sınırları içinde kabul edilerek “tarihi fırsatlara” vesile oldu, ikincisinin terör örgütü değil ama TSK’nin komutanlarıyla yaptığı söyleşi notları ve haberler darbecilikten tutuklanıp içeri atılmasına...

İki gazeteci...

 
Toplam blog
: 195
: 688
Kayıt tarihi
: 04.10.07
 
 

Dünyanın internet sayesinde küçüldüğü günümüzde büyüyen sorunlara ilişkin duygu ve düşüncelerimi pay..