Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '06

 
Kategori
Dostluk
 

İki kadın

Ah bizi kimseler bilmiyor, kimseler... Bilseler mi artık? Ne biraz fazla bana, ne biraz eksik. Karalansak mı tarihe artık? Yoksa şimdiye bir düş olmuş bir geçmişte mi kalsın yaşanılanlar... Hüznünü eksiltmeyen bir tebessüm gibi. 

Geçmiş zihnimde derya benim. Bazen balık avlamaya bazen sadece bir kayıkla salınmaya bazen bir çocuğa bakar gibi bakmaya gidiyorum ona. Onun kendine has havaları, benim kendime has havalarım... Ben biliyorum bizi birilerinin bildiğini ama bilemiyorum biz kimiz ki. Çatışarak, takılarak, kucaklaşarak oynaşan kadınlar. Bazen bir balık olup dalmaya gidiyorum, suyun altında başka bir hayat var. 

Daha önceleri de onu görmüştüm. Benim de onlarcasından biri olarak gittiğim yere onlarca gelenden gidenden biriydi. İlk nerede gördüğümü hatırlamam bile, zamanını, hiç... Birkaç laf edilmişmişse aramızda, lafın gelişi olmuştur. Sorulsa onları da hatırlamam. 

Ama onu ilk ‘gördüğümde’, bekliyordum. Saçları çok güzel bir adamı bekliyordum. Gözleri çok güzel bir adamı. Bilmişliğinin içinde bilgiçlik olmayan bir adamı. Daha önceleri nasıl saatlerce beklediysem, aşktan başka saydığım hiçbir şey olmadığı bir zamanda, bekliyordum. 

Onu ilk ‘gördüğümde’ aşık olunandan bağımsız bir aşk içinde bekliyordum. Çünkü aşık olunanın, çocuğu gibi sevdiği saçları vardı. Önce yıkayacak, sonra kurutacak, sonra tarayacak ve belki de aşık olunana bakar gibi, gözünü alamadan, uzun uzun aynaya bakacaktı. 

Ben ise bekliyordum. Öylece bekliyordum. 

O da bekliyor gibi duruyordu. Bekler gibi duruşui nasıl da benimkine benziyordu. Bu bekleyişler nasıl da bekleyişe benzemiyordu. 

(- Beklerken de yaşamayı beceriyoruz hala. Şu saatten sonra beklemek bile beklemek değil.
- Kim söylemiş ki beklediğimi. Ben aşığım.) 

Susuyor. Susuyorum. Ama ben bir şeyler duyuyorum. Gene kendi kendime mi konuşuyorum. Hayır, şu köşedeki suskun kızın konuşmaları duyuyorum. Bir de yüzüme baksa... 

Benim deliliğim başkalarının sessiz konuşmalarını duymakla başladı. Onun kargaşası başkalarıyla konuşmasıyla... gibi... duruyor. Emniyetsiz. 

Biri birinden ateş mi istiyor ya da hatırlayamıyorum her ne biçimde ise işte konuşmalar dile dökülüyor. Bir saat iki saat üç saat dört saat... O da birini bekliyormuş. Beklenenler gelmiyor. Ya da... 

(- Biz beklerken tanıştık. Beklediklerimiz bir türlü gelemezken. Belki de...
- ... esas olan, beklenmeyenin gelmesiymiş sanki yıllardır beklediğinmiş gibi) 

Beklerken yemek yiyoruz. Beklerken çay üstüne çay sigara üstüne sigara içiyoruz. Beklerken hayatı hemen senaryolaştırıp, başrolünü oynamaya başlıyoruz, bile bile eğleniyoruz. Akşam bize gel diyorum. Üç saattir tanışığım halbuki. Nasıl diyorum, gelmesini istiyor muyum, durduk yere, şimdi, nerden çıkarıyorum, bu istek... Garip, laf düşünülmeden çıktı ağızdan. Kendimi yadırgıyorum. Yapmam böyle şeyler. Hele odamda tanışlarımı bile çok istemezken, odamın mahremiyetine zarar gelmesinden korkarken... Gelirim diyor. Şaşırıp kalıyorum. Bize gelecek. 

(- Anne ben bugün bir aşk içinde durakalmışken hayat bana bu kızı getirdi. Sen ne kadar tanımıyorsan ben de o kadar tanımıyorum. Tanımak zaman ister değil mi anne, sen sevecenlikle karışık süphecilerdensindir ne de olsa. O zaman başlatalım zamanı, nasıl olsa geçecek... bakalım nasıl olacak gidişler.) 

Biz beklediklerimizi unutmuşken beklenenler geldi. Onlarda tanışmadan sözleşmişler gibi aynı anda geldi. Aşık olunan niye geç kaldığını söyledi. Saçlarını yıkamış. Biliyordum, dedim. Bazen birine inanmak için onu tanımak gerekir. Yoksa inanışım aşktan değildir. Saflıktan hiç değildir. Halbuki ben... Aşkı yaşatanla biraz daha vakit geçirmek için kirlerinin altında ezilse de bazen başım, saçımı yıkamadan giderim. Ben ona o saçlarına aşık. Ben ona o bana benzemez. 

Beklenenlerden ayrılındı. Onlara şöyle denildi: Biz bugün tanıştık. Bu gece bana kalmaya gidiyoruz: Ben senin saçlarına aşık olmana şaşırmıyorum. Sen de benim şimdiki heyecanıma şaşırma, hatta seni hemen burada bırakıp eve gitme isteğime şaşırma. Nasıl olsa yokluğun da varlığın da aşkın çatısı altında birlik yapmış. Sana olan aşkım senden bağımsızlaşmış: Ben gideyim. 

Eve varıldı. Mahremiyetime ayak basıldı. Ben yine de tedirginim. Hemen iki kahve yapıp geleyim. Kahve fincanlarıyla kapıdan girerken... 

- Bu resmi kim yaptı?
- Ben
- Bu... bu muhteşem
- Ben resim yapamam, sadece boyaları birbirine bulaştırıyorum.
- Bu resimde bir sürü deniz kızı kadın erkek yunus var
- Ben bir şey çizmedim... hem nerede var
- Bak işte şurayı görüyor musun... işte deniz kızının kuyruğu yüzü göğüsleri ya arkasındaki adamı bir de yana çevirince gördün mü şuradaki peri kızını
- Aaaa hakikatten benziyor
- Bak iyi bak şimdi şuradan... 

Bakıyorum... Onun gözlerinin bakışına bakıyorum. Hayatın onun gözünden görünüşüne... 

Anne coşkunun hissini alıp odaya girer. Meyve, bisküvi, bir şeyler getirmiştir. 

- Bakar mısınız bir, bu resim harika olmuş
- Evet, ben de beğeniyorum ama resim yeteneğim yok diyor.
- Ya siz de görüyor musunuz, deniz kızı bakın şurada kafası...
- Bak bir de şu taraftan bakalım
- Ah evet evet 

Anneyle işbirlikçi olunuyor. Ben aradan çekiliyorum. Annemin beni resim yapar yapmasından korkuyorum. O arada muhtemelen sıkılıyor müziğe dalıyorum. Anne gidene kadar ben odada yokum. Resim anne ve konuk var. 

Anne gidiyor. İlgisi resimden tarot kartlarıma kayıyor. 

- Aaa, sen tarot mu bakıyorsun? 

Eli kartlarıma uzanıyor. Ben can havliyle atılıyorum. 

- Dur dokunma 

Elini geri çekiyor. Biraz bozuluyor. Suratı ekşiyor. Hemen yabancılaşıyor. Yabancılaşırken sinirli. O anda siniriyle tanışıyorum. Bir uçtan bir uça bir anda geçiyor. Biraz önceki coşkusu kadar şimdi de bir çeşit öfke. - hayır, biliyorum bana karşı değil- 

- Yani yanlış anlama. Biri onlara dokununca düşlerime düşüncelerime dokunacakmış gibi geliyor. 

(‘Halbuki anahtarı sadece bende olan kapalı kutularım var.’ O bu cümleyi böyle duyuyor ve gülümsüyor ve anlıyor, karşısındakinin de zevkle kaybolduğu yalnız bir labirenti var. Konuyu imgesinden çıkarmak için belki, peki bakabiliyor musun tarot, diyor. Sesinin tonu gerçekçileşiyor, yemek yapmayı biliyor musun der gibi, manasızca, madem öyle, sen de görünen yüzünden bahset, der gibi) 

- Ben önümü göremem, ne geleceği göreceğim... 

İşte şimdi gülüyor. Şimdi beni biraz daha seviyor. Aynı yanlışlığın farklı karşılıklarıyız hayatta. 

- Eee, ne yapıyorsun bunlarla
- Oyun oynuyorum 

Bu konu kapanmalı artık. Başka biri açılırken kapanıyor da. Konular açılıp açılıp kapanıyor, biz birbirimize biraz daha açılırken. Ama kapanma anları tamamlanma anları değil. Onları yıllar tamamlayacak. Yıllardır, geçen yıllar.... Hala sonlarında üç nokta... ve noktalar üzerinde sek sek oynuyor bir kız, diğeri elinde top yapmış çeviriyor noktaları. Yıllar hala geçiyor. Biri son görüşüşlerini bir internet sayfasında yazmış diğeri ilk görüşüşlerini yazıyor. 

Bir daha ki görüşmeye kadar... Bir kahve yapılır, yanına sigara yakılır, mümkünse gökyüzüne, kent ışıklarına, ama keşke mümkün olsa, bir tren garına bakılır. 

- Bir günün bir gece yarısı bir Vosvosla kapının önüne geleceğim, "atla gidiyoruz" diyeceğim
- Camdan atlarım sonra hastaneye gideriz
- Bak ben ciddiyim
- Sen önce gel de bir kapımın önüne...
- Söz ver ama gelecek misin?
- Sen de söz ver gelecek misin, veremezsin, benden de isteme
- Ben gelirsem gelecek misin
- Sen gelirsen... gelirim. 

O evlenmeden birkaç gün önce: 

- Eh ben artık camımın önüne gelmeni beklemeyeyim.
- Konuşma be, sen de beni terkedip gidiyorsun zaten
- Ben şu dünyada bir bunu anlamadım. Herkes gider ve "gidiyorsunuz" deyince sen zaten gitmiştin derler. Ben anlamıyorum kim gidiyor kim kalıyor?..
- Bana bak, bir yere gittiğim yok benim, bir gün çıkar gelirim valla dinlemem hiç bişi... 

Ben gülümsüyorum. O gülümseme dercesine kaşlarını çatıyor. 

- Kapayalım bu evlilik bahsini bugün
- Daha yeni açılıyor o güzelim
- Aman bari sen açma, hadi içmeye gidelim
- Ben aylardır aralıksız içtiğim için bugün perhiz yapayım demiştim
- İyi de niye hep benle buluşacağında tutuyor perhizin
- Ne bileyim, senle kahve daha güzel gidiyor gibi geliyor ama... hadi gidip içelim, perhiz de başka bahara... 

Konuşmalar... gülüşmeler... ağlaşmalar... takışmalar... kahkaha atmaktan gözler yaşarırken bitmeye çalışan gece, gelmeye çalışan uyku, bir kahkaha bir kahkaha... sonsuz bir saçmalığa dönüşüyor hayat bir anda, halbuki yıllardır, günlerdir, saatlerdir ne kadar da derin bildik onu... 

Yıllar geçer, geçti, geçmekte, geçiyor. Şu saatte ölmeyiz gibi de, herhalde, daha geçer gibi de. Ve şimdi ben deniz aşırı uzaklardan, ama hala gözlerinin içine içine bakabiliyorum. Gülümsüyorum. Sevgiyle... 

 
Toplam blog
: 16
: 2070
Kayıt tarihi
: 31.08.06
 
 

Yazmazsam ölmem ama yazarsam hiç ölmem gibi... Yazmazsam kendime ihanet ederim gibi... Yazmayarak ke..