Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Şubat '17

 
Kategori
Aile
 

İki kardeş taban tabana zıt yaradılıştadır; “abla” ne kadar dışa dönükse, ortanca o kadar içe dönük.

 
1959 yılının Haziran ayı sonlarına doğru, Üsküdar Yeldeğirmeni’nde oturan anneannesi, “abla”nın, hamileliğin bulaşıcı olduğu tezini kanıtlarcasına üç kızının aynı yıl içinde doğurduğu kız bebeklerden sonuncusunu, “abla”yı görmeye, Hatay Hassa’ya yola çıkar. Uzun zahmetli yolculuk sonrası, büyük kızının oturduğu eve ulaştığında, anneanneyi bir oda dolusu kadın karşılar; ziyaret sona erip, kadınlar birer ikişer ayrıldıklarında anneanne, kadınlardan birinin bebeğini unuttuğunu görür! Oysa, kadınların ziyaret sebebi de olan bu bebek, sütten kesilmeden hamile kalınmaz geleneği uyarınca sütün koruyuculuğuna güvendiğinden, canının ekşi elma çekiyor olmasına bir anlam veremeyen kızının, ikinci kızı, “abla”nın kendisinden tam 13 ay küçük, ortanca kız kardeşidir!
 
İkili set olarak, birlikte geldiklerini düşündürecek kadar az zaman aralığıyla doğmuş olduklarından, “abla” kardeşinin doğumuyla ilgili bir şey hatırlamaz. Bebeğin ağzına iri bir karamel parçası tıkmaya çalışırken yakalandığı gün işlenmeye başlayıp evrilerek bugüne ulaşan “abla”lık teması görünen o ki, bebeğin hayatta kalmasını sağlamıştır.
 
Doğuştan iç dünyası zengin, dengeli, mutlu, sadece kendisiyle değil, börtü böcek yaprak çiçek, her şeyle herkesle barışık çok şirin küçük kız, elbiselerinin eteklerini yelpaze gibi iki yana açarak poz verdiği fotoğrafları süslemekle kalmaz, istendiğinde masa, sandalye üzerine çıkıp hiç nazlanmadan şiirler okur, neşesiyle günleri, geceleri güzelleştirir.
 
İki kardeş taban tabana zıt yaradılıştadır; “abla” ne kadar dışa dönükse, o, o kadar içe dönüktür. “Abla” heyecanla koşarken, kardeşi, burcunun temel davranışı uyarınca suda devinircesine sakin, neredeyse yüzer; bulaşığı sırayla yıkadıkları yıllardan kalma "Büyük tencereye bol su koy, ocağın altını iyice kıs!" sözü halâ kulaklardadır. 3.5 yıl sonra doğan en küçük kız kardeşlerinin dengeleyici tavrı olmasa, lise yıllarına dek dövüşüp boğuşan “abla”yla ortancanın itişip kakışması hiç bitmeyecek! Geç kalıyorum, kaçırdım dehşetiyle zaman, “abla”nın yaşamının değişmez, göz ardı edilemez parçasıyken ortancanın zaman kavramı yoktur. Stres anında çok daha verimli olduğu son dakikada atağa kalkıp arayı kapatır. Sezgileri güçlüdür, daha çok bedeni içinde gezer, kıyı köşe bakınır, iç organlarını gözler, hastalıklarını önce kendisi teşhis eder. Dörtte bir kadarına sahip olsa çok daha farklı bir yaşamı olacak “abla”nın tersine çok sabırlıdır; kılı kırk değil dört yüz yarar. Dünya üzerinde bilgi üzerine bilinen ne varsa, kız kardeşi, öğrencilerine sevgiyle özene bezene aktarır; bu özen, yazılı kâğıtlarında "…istediği kadar iyi olmadığı, soruyu şu veya bu nedenle iyi yanıtlayamadığı için…" üzüntüler belirten minik içten notlarda açıkça gözlenir. “Abla”nın sevecenliği bir bardak su ise, ortancanınki, mezun ettiği genç öğretmenlerin, diploma törenlerinde boynuna sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlayarak şaşılası bir üniversitesi manzarası sergiledikleri, koskoca bir okyanus!
 
“Abla”nın, kendisine kavuşma yolculuğunda örnek aldığı ortanca kız kardeşi, doğuştan zaman kavramı olmadığından her daim anda oluşuyla, engin sabrı, sezgiselliği ve sevecenliğiyle kendisi gibi olmak istediği az sayıda kişidendir. Böyleyken “abla”, bilgi bilgisi öğreten kız kardeşini, 40’lı yaşlarında varlığını hissettiği, kendisine yeni geldiğinden yeni bir bilgi biçimi diyerek söz ettiği, aslında Dünyanın en eski yerli topluluklarının, bizde Mevlâna’nın, Alevî’lerin Müslümanların hışmından korunmak için Hz. Ali ile sarıp sarmaladıkları en eski inançlarında görülen kendilik bilgisi fikirleriyle kızdırır. Yetmez! "Bu kadar zıt karakterli iki kız kardeşin bunca az zaman arayla Dünyaya gelmelerinde de bir hikmet olduğunu, her şeyin rastlantıyla açıklanamayacağını, dahası akıllıca tasarlanmış olduğu düşüncesinin, kendi aklına pek yattığını" söyleyip bu sabırlı kadının, sabrının sınırlarını zorlar!
 
İç dünyasında mutlu ve dingin yaşamaktayken dış dünyanın güzelliklerinden de deriiiiin zevk almayı bilen kardeşiyle yaptıkları bir Tahtakale ziyareti sırasında “abla”, onun, bunu bir bayram, bir şenlik gibi yaşayan yüzünde yakaladığı çocuksu sevinci, gözlerindeki Tanrısal ışığı görüp büyülenir. Dış dünyanın, “abla”nın varlık/iddia alanı, yapılması gereken işler kısmıyla ilgisi olmadığından, kitaplar yazıp perdelerini yıkayamayan kız kardeşi, sağlığında böyle zamanlarda onu destekleyen annesini "18 yıl önce ölecek ne vardı?" diyerek hasretle anarken, taşınmasına yardım için gelen “abla”, marketçi Rıza’dan alıp şehirlerarası yolculukla getirdiği kolilere kitaplarını yerleştirerek annelerinin eksikliğini bir parça gidermeye çalışır.
 
Yaşamını zengin, kaliteli, görkemli kılmak için desteğini hiç esirgememiş, kaynaklarını her iki ablasıyla da kayıtsız şartsız paylaşmış en küçük kız kardeşi yanında, ortanca kız kardeşine de “abla” demek ister ki!
 
"Zaman zaman farklı bir boyutta yaşarmış görünerek her şeyin bundan ibaret olmadığı düşüncemi destekleyen, sezgiyle varılabilecek içsel bilginin doğruluğunu kanıtlayan, kendini sevmenin ne demek olduğunu bilip gösteren, koşulsuz sevgiyi, sınırsız sabrı alçakgönüllülükle sergileyerek, beraberce büyürken, büyümeme neden olan kardeşim olduğun için, sana çok teşekkür ederim." 
 
Toplam blog
: 591
: 63
Kayıt tarihi
: 27.07.15
 
 

İstanbul'da 20 yıldan fazla, tasarımcı grafiker olarak çalışırken bir kız çocuğu da yetiştiren "a..