Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '09

 
Kategori
Dostluk
 

İki şahit ve sonra hayatın bitik!!!

İki şahit ve sonra hayatın bitik!!!
 

Vah öğretmenim vahhhhh.


02/03/2009

Ne günlere kaldık Yarabbi! Artık gölgemizden bile kuşku mu duymalıyız?

10 yıl önce Suudi Arabistan`ın Cidde şehrinde berber dükkânı açan vatandaşımız Sabri Boğday, "bir tartışma sırasında Allah`a küfrettiği iddiasıyla" tutuklanmıştı. Suudi Arabistan`da Bidayet Mahkemesi tarafından ölüm cezasına çarptırılmıştı. Başı kılıçla gövdesinden ayılacaktı. (Yazarken bile insanın tüyleri diken diken oluyor vallahi.)Tüm Türkiye’nin gündemine oturan bu vahşet neyse ki sonraları Cumhurbaşkanı Sn. Gül’ün araya girmesiyle affa uğramış ve vatandaşımız yurda salimen dönmüştü.

Bu örnek demokratik hukuk ile şeriat yasalarının arasında ne kadar fark olduğunu bize anlatıyor. Biliyorsunuz halen şeriat yasaları uygulanan ülkelerde, akrabası veya kocası yanında değil de başka bir erkekle kadının sokakta dolaşması da tutuklanıp Recm cesası uygulanarak ölümüne neden oluyor. Neydi bu Recm cezası! Kadın beline kadar toprağa gömülüyor ve taşlanarak öldürülüyor. Şayet kadın ve erkek zina halinde yakalanırlarsa o zaman ikisi de taşlanarak öldürülüyorlar.

Şimdi bu da durup durduğu yerden nereden çıktı diye düşünebilirsiniz ama bir dakika anlatacağım. Buraya nereden geldim, yalancı şahit meselesinden. Birisine gareziniz mi var intikam mı almak istiyorsunuz o zaman hemen iftira atın diyin ki ;

“Şu kimse devleti yıkmak için çete oluşturdu veya iktidarı eleştirdi veya başbakana şu hakareti yaptı.”

Olaylar işte bundan sonra başlıyor. Sorgusuz sualsiz hemen, memursanız sürülüyorsunuz veya suç tespit edilmeden yargıdan önce birileri karar veriyor, gözaltına alınıyor içeri tıkılıyorsunuz. Hatta bazen neden suçlandığınızı dahi bilmeden, mahkemede suçsuz olduğunuzu ispat etmek için aylarca belki de yıllarca mahpusta kalıyorsunuz. Çünkü yargı geç işliyor ve sizin mahkeme sıranız bir türlü gelmiyor.

“Allah kuru iftiradan saklasın insanı”.

Bunun örneklerini Ergenekon Davası denilen ama halen ne olduğunu anlayamadığımız bazı kesimin çete dediği bazılarının da halk kahramanları dedikleri kişilerin durumlarına bakarak gözlüyoruz. Bu durum bir vatandaş olarak birçok kişi gibi beni de üzüyor ve gelecek hakkında kaygı duymama neden oluyor. Ve düşünüyorum Türkiye’de neler oluyor daha neler göreceğiz.!!!!

Birkaç gündür basın ve televizyonlarda bir haber oldu. Haberin içeriği kısaydı.

Mersin Zeki Sabah İlköğretim Okulu öğretmeni Gülay Tatar Özkaya hakkında, sınıfta "Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Başbakanı ve mensup olduğu siyasi parti aleyhine konuşma yaptığı" gerekçesiyle soruşturma açıldı. Öğrencilere Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'ni anlatırken metinde geçen "Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler" cümlesinin ne anlama geldiğinin öğrenciler tarafından sorulması üzerine açıklama yapmasının ardından, Özkaya'nın iki ayrı okula tayin edildiği iddia edildi. Evet, haber buydu.

Bu da bir iddia olabilir miydi? Düşündüm açıkçası. Ama içime de bir şüphe düşmüştü. Çünkü geçtiğimiz sene içerisinde ziyaret ettiğim ve dinlediğim EĞİT SEN de öğretmenlerin çoğundan Atatürkçü öğretmenlere çok zorluklar çıkartıldığını ve okullarından başka okullara tayinlerinin çıktığını duymuştum.

Dün Mersin’den arkadaşım Senem aradı beni. Konuyu ona sorduğumda,

“Yaa! Sorma Tünaycım kıza iftira attılar mesele Atatürkçü olması. Benim arkadaşım o. Şimdi birlikteyiz. Söylenenler yalan derste hükümet hakkında herhangi bir konuşma asla yapmamış. Sadece Atatürkün Gençliğe Hitabesi'ni okumuş ve çocukların anlayamadığı eski terimleri açıklamış. Tüm olanlar bu imiş. Kızı oradan oraya sürüp duruyorlar.” dedi.

Atatürk ismine tahammül edemeyen ve kimliği açıklanmayan birisinin şikâyeti ile de 27 Ekim2008

Tarihinde İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından soruşturma başlatılmış. Özkaya, 11 Kasım 2008 tarihinde geçici görev ile 23 Nisan İlköğretim Okulu'na, oradan da 13 Şubat 2009 tarihi itibari ile Ahmet Şimşek İlköğretim Okulu’na gönderilmiş.

Mesele ne yazık ki tahmin ettiğim gibiydi. Atatürk’e bu düşmanlık, tahammülsüzlük nedendir? O olmasaydı, bizler Neyzen Tevfik’in dediği gibi anaları belli ama babaları belli olmayan fertler olmaz mıydık?

Aklıma bizim mahalledeki sağlık ocağında Atatürk kabartma resminin kapı arkasına atılması geldi. Oysa ki o resim ve sağlık ocağını bağışlayan hacı beyin resimleri kapıdan girişte tam karşı duvarda asılıydı. Açılışta belediye başkanı ve diğer yetkililer mahalle halkı birlikteydik. Yani nerede olduğunu biliyordum. Kapı ardına asılmasına elbette karşı çıktım. Gittim geldim uğraştım. Sağlık ocağının yetkilisi bana ne dedi biliyor musunuz?

“Hanım, diğer yerlerde asmıyorlar bile bakanlıktan emir böyle. gidin bakın isterseniz. Biz yine asıyoruz. Bakın şikâyet etmişsiniz karşı tarafa astık” dedi. Astıkları yer kapının diğer kanadı ve o kapı açılmadığı için Ata arkada kalmıyor. Ama yine fark edilmeyecek bir yerde.

Vah Türkiye’m vahhhh! Hindistan’da resmi duvarlarda olan, okul kitaplarında anlatılan Atamı onun kurtarmış olduğu vatanda ortadan kaldırmaya unutturmaya çalışıyorlar.

Bir an bunlara dalmıştım Senem'in sesi dalgınlıktan uyandırdı beni.

“Tünay orda mısın?”

Özür dilerim Senemciğim başka bir şey geldi aklıma dedim ve arkadaşın şimdi ne yapıyor? Diye sorduğumda Senem gülerek;

“Ne yapacak boynunda kocaman bir Atatürk madalyonu ile dolaşıp, halen suç işliyor” dedi.

İşte böyle sevgili dostlar. Nerden nereye geldik.!!!!!

 
Toplam blog
: 375
: 801
Kayıt tarihi
: 30.04.08
 
 

İstanbul Kadıköy doğumluyum. Herhangi bir menfaat grubuna bağlanmadan, açık fikirli, dürüst, önya..