Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Kasım '13

 
Kategori
Kültür Turizmi
 

İki sevgilinin huzurlarında, yangınlardayız: Konya

İki sevgilinin huzurlarında, yangınlardayız: Konya
 

Semazen


‘’Ey Şems, sana geldim! Bir nefes almaya geldim!’’ diyerek girdik Tebrizli Şems’in kapısından... Mevlana’yı Mevlana yapan Şems... Maşuk Şems... Adı gibi ‘’güneş’’ olan, o yüce zatın ‘’güneş’’i olan Şems...Güçlü kişilik, en güçlü ilhamların kaynağı Şems...Adı bir zamanlar Tebrizli Muhammed iken Tebrizli Şems’e dönen Şems!

Hz. Mevlana’nınkinin yanında gözlerden çok daha uzak ve çok daha mütevazi olan türbesine adım attığınızda hissettikleriniz elbette ki kelimelerle tarif edilemez. Hiçbir sözcük yoktur ki o manevi hazzı anlatabilmenize kâfi gelsin...Vaktiniz olsa belki de saatlerce tefekküre dalmanıza, uzun uzun duaların dünyasına girmenize veya meditasyona davet eden bir ruhaniyetle karşılaşıyorsunuz. Kadim Konya ili, sadece bu sebeple bile tekrar tekrar gidilesi bir mekân oldu bizim için. Konya, Şems’le buldu anlamını kalbimizde...Bu konuda bize söylenenler doğruydu besbelli: ’’Konya’ya bir kez giden, defalarca daha giderdi mutlaka!’’

Şems-i Tebrizi’nin türbesine yaklaşırken Şerafettin Camii’nin yer aldığı o geniş ve aydınlık meydan, insanın üzerinde farklı bir etki bırakıyordu. Nedense tam da oradan geçerken içinizden belki onlarca kez okumaya sanki davet edildiğiniz  dualar tam da yerini bulmuştu. Daha sonra öğrendiğimize göre o meydan, zamanında bu iki zatın, bu iki âşığın, bu iki hak âşığının sıklıkla karşılaştıkları mekândı. Bu gerçeği öğrendikten sonra oradan her geçişte, Şems’e her gidişimizde , gözlerimiz sanki onların gölgelerine rastlama ümidi de taşıyordu.

Tasavvufla az çok ilgilenen herkesin bildiği gibi  Hz.Mevlana’daki tüm cevheri ortaya çıkartan bu zat, hak ettiği değeri hiçbir zaman bulamamıştı. Bunun içindir ki işin aslını bilmeyen herkes  çoğunlukla bir tek Mevlana’ya akın ederken, ne mutlu ki Şems’in türbesi, bizlere ve biz gibilere kalıyordu.

Avustralya, İspanya gibi ülkelerden, dünyanın dört bir yanından gelerek Hz. Mevlana’nın türbesini ziyaret için sıraya girmiş insanları, gecenin bir yarısı yorgunluktan ayaklarını sürüyerek sema gösterisini izlemeye giden turistleri görünce bir burukluk hissettim açıkçası. Ben kendi ülkemde bu ziyareti neden bu kadar geciktirmiştim ki! Fakat yine Şems’in bir sözüyle teselli buldum: ‘’ Gökteki ayın hilâlden dolunaya varması için zaman gerekir.’’

‘’Eyvallah’’ dedim içimden...Her şeye, herkese olduğu gibi buna da ‘’eyvallah!’’ Ne de olsa ‘’Eyvallah’’ın o çok derin anlamını daha da kavradığımız, bu çok özel kelimeye daha da saygı duyduğumuz, kalben iyice bağlandığımız makamlarda ve mekânlardayız! Yangınlardayız! Bizler de  ateşin etrafında dönen birer pervane olmuşuz! Bu iki can’ın bize öğrettiği kadarıyla biliyoruz ki sevgi, pervane misali ateşte yanmayı gerektirir. Konya’da, bu asil Selçuklu ilinde, onlarla birlikte, asırlar sonra da olsa onların aşkıyla ve Allah aşkıyla yandıkça yanmak istiyoruz, ne gam!

Dualarımız kalplerimizden ellerimize, ellerimizden semaya ulaşıyor. Kâh Şems’in kâh Mevlana’nın makamlarında, kâh gecenin bir yarısı yorgunluktan ve sarhoşluktan gözlerimizden akan uykuya karışan sema gösterisinin loş ışıklarında, kâh kalp rengi o derviş postunun kızıllığında, göklere uzanıyor dualarımız...Başımız dönüyor...Şems’in, Mevlana’nın, aşkın, duaların sarhoşu olmuşuz bu Selçuklu ikliminde!

Selçuklu’nun izlerine hemen her adımda rastladığınız bu değerli şehir, bu medeniyetin muhteşem eserlerini de topraklarında barındırıyor.  Başta bir zamanlar Selçuklu Sarayı’nın gül bahçesi olan Mevlana Türbesi olmak üzere Alaaddin Camii, Karatay Medresesi, İnce Minareli Medrese, Sırçalı Medrese ve Osmanlı dönemine ait Selimiye ve Aziziye Camileri ile Yusufağa Kütüphanesi bunlardan ilk aklımıza gelenler. Mevlana’nın türbesinin Hâmuşân (Suskunlar) kapısının açıldığı Konya’nın en eski mezarlığı olan Üçler Mezarlığı’nı da bu tarihî eserlerin arasına katmak gerekir. Sonbaharın muhteşem renklerinin gözlerinize ziyafet çektiği ağaçlarla dolu bu ulvi mekân, birbirinden ilginç  ve değerli mezar taşlarıyla dolu...

Bu eşsiz manevi özelliklerinin yanında keşke Konya biraz daha olumlu bir takım özelliklere sahip olabilseydi. Onca yerli-yabancı turisti gönül rahatlığıyla ağırlayabilecek büyük ve yeterli bir havaalanına sahip olabilseydi mesela. Hindistan’ı andıracak kadar çok dilenci olmasaydı sokaklarında. Akşamları o korkunç hava kirliliğine bir çare bulunabilseydi tez zamanda. Esnafın yüzde sekseni kredi kartı kullanmayacak kadar tutucu olmasaydı. Bu çok özel şehir, aslına sadık kalınarak, asırlardır topraklarında ve gökyüzünde hüküm süren o ulvi ruhlara yakışacak bir kent haline getirilebilseydi.

Bu tür olumsuzlukların yanı sıra, Konya insanının güler yüzünü, samimiyetini ve yardım severliğini görmezden gelmek de imkânsız. Hele bir de Konya mutfağı var ki bu bir gurme gezisi olmadığı halde tadına bakmadan dönemeyeceğiniz lezzetlere sahip.

Yıllarca herhangi bir şehirden farklı olmayan Konya, bu ziyaretle can buluyor içimizde. Mevlana ve Şems nefes alıyor sanki. Mevlana’nın dergâhında gönüllü aşçılık yapan Ateşbaz’la da tanışıyoruz türbesinde, o da tam karşımızda işte! Gül bahçelerinin çok yakınında yatan Tavus Ana; onunla da selamlaşıyoruz, elimizi göğsümüze koyup ‘’eyvallah’’ laşıyoruz karşılıklı. Karatay Medresesi’nin sonsuzluğa açılan atlas rengi kubbesinin altında dervişanla, erenlerle birlikte oturuyoruz, sessizliğin sesini dinliyoruz, tarihi dinliyoruz, dervişlerin asırlar öncesinden gelen fısıltılarına kulak kabartıyoruz.

Anlatılmaz yaşanır, derler ya, tam da öyle işte! Hepsiyle karşılaşıyoruz kendi mekânlarında...Ya da biz onlara eriyoruz kısa süreliğine; hayalimizde, kalbimizde, belki de gerçekte... Veya hayalle gerçek arası bir vakitte...

‘’Beden bakımından ondan ayrıyım ama/ Bedensiz ve cansız ikimiz de bir nuruz/ Ey arayan kişi! İster onu gör ister beni/ Ben O’yum O da ben.’’- Mevlana -

Şems, Mevlana’ya bir eş, bir aynaydı; Mevlana Şems’i kendisinde, kendisini de Şems’de bulmuştu. Önemli olan ‘’ayna kırmamak’’tı. Çünkü Mevlana Türbesi’ndeki ‘’Aynayı kırma, seni yüz surete sokar.’’ levhasında da yazdığı gibi insanlar arasında ayırım yapmadan gerçeği tek parça halinde net görmek varken, kırık bir aynanın, gerçeği parçalar sayısınca çoğaltıp insanı yanıltabileceği açıktı.

Mevlana’nın söylediği gibi  herkesin bir eşi, kendisini görebileceği bir aynası olduğu muhakkak. Evet, herkesin aynası kendi içinde mevcuttur esasında ama teşbihte hata olmaz ; gerçekte herkesin bir ‘’Şems’’i var bu dünyada. Farkında olanlarımız, rastlayanlarımız için bu büyük bir şans olmalı. Sizi siz yapan, sizdeki güzellikleri, yetenekleri ortaya çıkartan Şems, ya bir arkadaştır, ya bir dost, ya eş ya da bir sevgili...

Konya’ya ve iki sevgiliye veda ederken  elimizi kalbimize koyup bir köşede sessizce ‘’eyvallah!’’ diyoruz. Eyvallah, yerine göre ‘Allahaısmarladık’ , yerine göre ‘Teşekkür ederim’, yerine göre de kırgın veya samimi bir kabulleniş olan ‘Öyle olsun’ anlamlarına gelir. Biz de Mevlana ve Şems’in ülkelerinde; ‘’Yaşadığımız sürece; alana da verene de, gelene de gidene de, sevene de sevmeyene de, tüm mahlûkata, her şeye, herkese eyvallah!’’diyoruz.

 
Toplam blog
: 28
: 1805
Kayıt tarihi
: 31.07.13
 
 

İ.Ü Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ..