Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ekim '15

 
Kategori
Sinema
 

İki türk filmi ve iki analiz

Bu hafta iki tane Türk filmine gittim. İkisi de komedi filmiydi. Gerçi son dönemde Türk sinemasında komediden başka bir tür izleyemiyoruz,o da ayrı bir mevzu.

Birinci film "Kara Bela", ikinci film "Yok Artık".

Birinci Film: KARA BELA; Kara Bela filminden çok fazla bir beklentim yoktu. Sonuçta yeni komedi anlayışımız, filme git, izle, gülünecek bir yer varsa gül ve çık şeklinde olduğu için, ben de bu mantıkla gittim. Filmin başrolünü Leyla ile Mecnun dizisinin Erdal Bakkalı Cengiz Bozkurt'tu. Ben Cengiz Bozkurt'u seviyorum. Oyunculuk anlamında bence son yıllarda Türk sinemasının çıkardığı oyuncu gibi oyunculardan. Diğerleri genç oyuncular. Tarık Ünlüoğlu herkesin tanıdığı Tarık abi. Filmin senaristi de yönetmeni de aynı kişi, Burak Aksak. Yalnız, bu noktada bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Sinemanın tekeli konumundaki yapım şirketi BKM.

Şimdi gelelim Kara Bela'nın konusu ve yorumuna; Yaklaşık 5-6 yıldır süregelen komedi anlayışıyla yazılmış ve yönetilmiş bir film. Konusu, klasik Türk usulü hayatının kesitlerinden alıntılanmış. Kudret (Cengiz Bozkurt) hımbıl bir baba karakteri. Karısı, vırvırcı ev kadınlarından. 4 çocukları var. Kudret, gençliğini yaşayamamış, işten eve, evden işe gidip gelen, hayatında hiç bir atraksiyon olmayan bir adam. Eski tip muhasebeci. Kamuda memur olarak çalışıp emekli olmuş. Hayatının tek özeli arabası. Siyah renk,Reno 19 steyşın model bir araba. Araba üstü çadır bezlerle kapalı, evinin önünde kuluçkaya yatırmış bekletiyor. Ne çocukları gezmeye götürüyor, ne kendi gidiyor. Öyle bir tutku halinde bir şey. Araban var mı var hesabı. Filme ilk önce karısı ölüyor, ondan sonra babası. 4 çocuğunu da baldızı alıp gidiyor, kalıyor mu bir başına. Bir gün annesi rüyasına giriyor ve ondan 3 gün içinde Gaziantep Kalesine gitmesini,onun için çok önemli bir şeyin beklediğini söylüyor. Kudret de çıkıyor yola. Yolda karşılaştığı kişilerle geçirdiği maceralar filmi alıp gidiyor ve bitiriyor. Koltukta izlerken ilk bölüm can sıkıntısından patladım resmen. Hatta ara olduğunda bir ara, "Kızım çık git beee" dediğim de oldu. Ama yine klasik Türk kafası işte, "O kadar para verdim, yansın mı?" zihniyetiyle ikinci bölüme de girdim, başladım izlemeye. İkinci bölüm biraz daha hareketliydi. Ama gel gör ki, bir türlü beklediğim o ekşın dolu, hareketli sahneler gelmedi, gelemedi. Sadece beklemekle kaldım ve yüzümde buruk bir gülümsemeyle salondan ayrıldım. Bu filmde de, yine aynı düşük kabiliyet versiyonu vardı. Senaryo eksikliği! Oyunculuklar yine güzel ama senaryo bir tık daha gitse, abicim olur bu iş diyorsun ama, olmuyor. Son yıllar da bizimle dalga geçer gibi bir kanı oluşmuş galiba yapımcının kafasında. "Türk halkına basit, anlayacağı dilden, fazla ekşın olmayan, bizim içimizden, gündelik yaşamlarımızdan bir senaryo yaz ,bir iki iyi oyuncu koy, ver sinemaya gitsin." Evet, yapımcı kolaycılığı artık midemi bulandırmaya başladı. 

Benim bildiğim o furya Cem Yılmaz'la başladı. Ama Cem Yılmaz stand up'ları halkı eğlendirdi. O dönemde halkın kendisiyle ilgili, gündelik yaşam içinde yaptığı davranışları, bu kadar basit bir dille anlatılmıyordu. Halk komedyenin siyaset içermeyen, sadece insanlarımızın günlük davranışlarıyla dalga geçen komedyenle yeni tanışmıştı. O yüzden gerekli ilgiyi gösterdi. Hatta onun taklitleri yapıldı. Sonra Beyaz çıktı, ardından Yılmaz Erdoğan, Ata Demirer... falan. Komediye ihtiyacımız vardı. Ama siyasetten biraz uzak komediye. Halkı, halkın diliyle anlatan, gündelik yaşamlarımızda, her gün yaşadığımız konuşmalarımızın konu edildiği şeyler gittikçe ilgimizi çekti.

Bu arada uyanık yapımcılar türedi. Tiyatro konseptini evimize taşıdılar. Bir Demet Tiyatro gibi güldürü programları başladı. O dönemlerde Olacak O Kadar da vardı ama rahmetli Levent Kırca, daha çok siyasi bir uslüp kullanıyordu. Onun komedi anlayışı hiciv şeklindeydi. Bu tarz komediler de izleniyordu ama halkın ilgi alanı değişmeye başlamıştı. Piyasaya yoğun bir şekilde komedi pompolanmaya başladı. İnsanı fazla düşündürmeyen, gülünüp geçilen, o anlık eğlenebileceğin, üzerindeki stresi sıkıntıyı atabileceğin, tadımlık şeylerdi bunlar. Beşiktaş Kültür Merkezi'nde tiyatrolar yapılmaya başladı. Stand up gösteriler, yeni yazarların üretttiği oyunlar, yeni isimler, oyuncular... 90'lı yıllarda tiyatroya gitmeyen bir nesli tekrar tiyatroya çekmeye başlamıştı. Hatta o dönemde liseye giderken, BKM'de bilet kuyruğuna girmiştim, hiç unutmuyorum. Şimdi bakıyorum, popüler kültürle karışık sanatsal bir bombardıman yaşıyorduk. Edebiyat mı edebiyat, tiyatro mu, tiyatro, sinema mı, sinema... Hepsini yapıyorlardı. Ama tarzları farklıydı. Daha çok sanat halk içindiri oynuyorlardı.

BKM şimdi piyasanın amiral gemisi konumunda. Sahipleri Necati Akpınar ve Yılmaz Erdoğan. Piyasaya sürülen bütün Türk Filmlerinin neredeyse tamamına yakınını bunlar piyasaya çıkarıyor. Dağıtımcısı da BKM, yapımcısı da BKM. Türk sinema piyasasında bence tekel konumundalar. İstedikleri oyuncuyu zirveye çıkarma güçleri var. İstedikleri filmi, istedikleri kopya sayısıyla, istedikleri salonlarda ve istedikleri gün oynatabilme gücüne sahipler. Yönetmen, senarist, oyuncu ve diğer film çalışan grupları, bu iki ortağın bir parmak şıklatmasına bakıyorlar. Şık deyince gelen, pıt diyince giden bir çok tip oluştu. (Birazdan bu konuya tekrar döneceğim, şimdi burada bir es veriyorum.)

İkinci film: YOK ARTIK; Bu filmi, internette hangi filme gitsem diye araştırırken bir iki sinema salonunda gördüm. Merak ettim ve fragmanına baktım. Fragmanı izleyince, bu film beni güldürür diyerek gitmeye karar verdim. Ama her salonda gösterilmiyordu. Gidebileceğim bir salon buldum. Hemen salona girdim ve bolca gelecek filmlerin fragmanları ve reklamlardan sonra film pat diye başladı. 

Filmin geneline baktığım zaman, zamanında Kanal D'de yayınlanmış "Ulan İstanbul" filminin oyuncuları vardı. Caner Özyurtlu yönetmen koltuğuna oturmuş, aynı zamanda ufak bir rol oynamış. Şebnem Bozoklu vardı. Filmin yapımcıları da onlar olmuşlar. Şebnem Bozoklu, Kaan Yıldırım, Caner Özyurtlu. Senarit Serkan Altuniğne'ydi. İşin enteresan tarafı, Kara Bela filminde oynayan Erkan Kolçak Köstencil, bu filmde de karşıma çıktı. Hani iki gün üst üste aynı adamı karşımda görünce, yani nasıl desem bilemiyorum da tuhaf oldum. Aynı tip, aynı saç sakal ve hemen hemen aynı karakter diyebilirim. Oyuncular arasında Demet Evgar vardı, Algı Eke, Murat Akkoyunlu, Çağlar Çorumlu...Bu filmin senaryosu biraz daha hareketliydi. Hiç olmazsa, biraz insanın kafasını yordu! Biraz, bir nebze, bir kuple... Artık ne derseniz diyin.

Filmde Fikret (Erkan Köstencil) usta bir yalancı. Onun anlattığı ufak çaplı hikâyelerle gülmeye başlıyorsunuz. Yanlış hatırlamıyorsam, filmin içinde anlatılan 5 ayrı hikâye var. Bu hikâyeler de birbirinden bağımsız, farklı konularda. Bu komedi biraz absürd. Rutin bir seyri yok. Oradan oraya gidiyorsunuz. Güldüm mü, evet Allah için güldüm. Sonu ise yine senaryonun kendine yakışır bir şekilde bitirilmiş, yani absürd bir şekilde. Bu filmden daha çok zevk aldım, doğruya doğru. Hani dört dörtlük mü derseniz, bana göre değil. Ama hiç olmazsa verdiğim paraya değdi. Benim sinemayla ilgili arkadaşlarımla aramızda yaptığımız bir yorum vardır. "Kabız olarak mı ayrıldın salondan?" deriz. Bu filmden çıkarken kabız değildim açıkçası. 

Gelelim meselenin son virgülüne, BKM'nin sinema,tiyatro,gösteri,konser,kitap,dağıtım vs konularında piyasada tekel konumunda olmasından biraz sıkıldım açıkçası. Neden sıkıldım biliyor musunuz? Çünkü siz farkında değilsiniz ama hep tek tip şeyler izlemeye başladık. Artık içime buhranlar gelecek derecede aynı basma kalıp komediler, senaryolar, yapımlar, oyuncular görmeye başladık. Basit, sıradan, hatta çoğu zaman bayağı, bazı zamanlar sırf bir iki yönetmen ve oyuncu para kazansın modunda yapımlar görmeye başladık. Beynimiz uyuşturulmaya başladı.

Sanat anlayışımız tek düze hale getirildi. Farklı bir yorum, farklı bir teknik kullanılmıyor. Sanki hepimize eskiden olduğu gibi simsiyah bir önlük giydirilmiş. Çoğumuzu sabahları sıraya girip, andımızı okumaya hazırlanan ilk okul öğrencisi gibi görmeye başladım. 

Değişin artık... Komedileriniz de güldürmüyor, dramlarınız da ağlatmıyor. Tamam, vatandaşa sanatı sevdirdiniz ama kafa yapınız hiç değişmedi be kardeşim. Değişin, değişin artık. Direnmeyin yahu. Senaryolarınızı değiştirin, tekniklerinizi geliştirin, oyuncularınızı çeşitlendirin... Bizlere hep aynı tornadan çıkmış şeyler vermekten vazgeçin... Tekel olmaktan çıkın. Bu piayasaya başkalarının girmesine izin verin. Bırakın diğer sanatçılar da ekmek yesin. Siz yeterince doymadınız mı?

 
Toplam blog
: 28
: 2562
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazar, çizer  ..