Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '17

 
Kategori
Tarih
 

İki Türkmen cengaver: Yavuz ve Şah İsmail

İki Türkmen cengaver: Yavuz ve Şah İsmail
 

Kudretli Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim ve İran’da dördüncü kez Türk hakimiyetini başlatan Safevi Devleti kurucusu Şah İsmail. Her ikisi de Türkmen, aynı zamanda çağdaş olan bu iki büyük cihangir arasında yalnızca, düşünce farklılığı vardır. Yavuz, 1470 yılında çağ açıp, çağ kapatan Fatih Sultan Mehmet’in büyüttüğü muazzam devletin şehzadeler şehri Amasya’da dünyaya gelmiş ve atalarının muhteşem tarihine ait dünyaya nizam verme ve Allah’ın dinini yayma prensipleri ile kahramanlık hikâyelerini birinci ağızlardan işiterek büyümüştü.

Şah İsmail ise başlangıçta Sünni tarikat iken, dedesi Şeyh Cüneyt ile babası Şeyh Haydar zamanında tarikata giren, henüz İslam’ın fıkhi ve tasavvufi yönleri ile tanışmamış Heteredoks Türkmen dervişlerinin katılımlarıyla eksen kayması yaşayan Safevi tarikatının merkezi Erdebil’de, 1487’de dünyaya gelir. Erdebil, İran kuzeyinde, Güney Azerbaycan sınırları dâhilinde, tamamı Azeri Türklerinin yaşadığı bir şehirdir.

Şah İsmail’in annesi Halime Begüm, Sünniliğe oldukça bağlı olan Ak Koyunlu Türkmen devletinin meşhur hükümdarı Uzun Hasan’ın kızıdır. Ancak Uzun Hasan, Kara Koyunlular ile aralarında uzun zamandır eden savaşlardan ötürü, müttefik bulmak amacıyla, kızını Safevi tarikatı şeyhi Haydar ile evlendirilmiştir. Ak Koyunlular daha sonraları bu tarikatın sadece mistik yönleri ile ön plana çıkan bir tarikat olmayıp, yayılmacılık siyaseti güden ve yeni bir mezhep eksenli dini anlayışı yayma peşinde olduklarını anladıkları zaman da müdahale edeceklerdir.

Şiiliği yaymak amacıyla, Azerbaycan’da hüküm süren Şirvanşahlar devleti üzerine açtığı sefer sırasında, Şirvanşahlara yardım gönderen akrabası Ak Koyunlular tarafından öldürülen Şeyh Haydar’dan sonra, Safevi tarikatı mürşitleri yurtlarını terk ederek Hazar Denizi güneydoğusundaki Gilan’a giderler. Şah İsmail 13 yaşına kadar Gilan hükümdarı Mirza Ali’nin sarayında kalır.

Türkmen aşiretlerinin büyük katılımıyla oldukça güçlenen Safevi tarikatı mürşitleri, 1501 yılında merkezlerini Tebriz’e taşıyarak devletleşme yolunda büyük adım atarlar. Tebriz’de, Türkmenlerin hükümdarlık alametlerinden olan kılıç kuşanma merasimi yapılarak, Şah İsmail yeni “Şeyh” ilan edilir. Yeni Şeyh’in ilk işi, babasının ölümüne sebep olan Şirvanşahlar üzerinedir. Şirvan hükümdarı Ferruh Han, sağ yakalandıktan sonra öldürülür ve cesedi yakılarak ortadan kaldırıldıktan sonra Şirvanşahlar ülkesi de baştan sona talan edilir.

Ertesi yıl Tebriz’de su gibi Türkmen kanı akar. İtalyan tarihçi G. M. Angiolello’ya göre, henüz Ak Koyunlu toprağı olan Tebriz’de yaşayan Sünni Türkmenlerden 40 bin kişi, mezhep değiştirmek istemeyince Şah İsmail tarafından kılıçtan geçirilir (1). Osmanlı tarihçisi Kemal Paşazade de olayı doğrular ve “kendisine karşı çıkan annesini de öldürmüştür” (2) der.

Şah İsmail kısa zamanda bütün Doğu Anadolu ve Azerbaycan’ı topraklarına katar. 1508 yılında Ak Koyunlu başkenti Diyarbakır’ı savaşmadan ele geçirip, Bağdat’a kadar uzanır. Osmanlı tebaası Türkmen aşiretleri üzerinde de tesirli olan Şah İsmail, başta doğu ve güneydoğu olmak üzere bütün Anadolu’dan 1 milyon Türkmen’i kendi safına çekerek İran’a göç ettirtir ve meydana getirdiği “Şahseven” birlikleri vasıtasıyla da Osmanlı topraklarına karşı saldırılara geçer.

Sultan II. Bayezid ve Osmanlılar, “Hıristiyan Avrupa ülkeleri ile uğraşmak varken, doğuda İran taraflarında ortaya çıkan bir şeyhin ve müritlerinin hiçbir tehlike arz etmeyeceğini, Müslümanlar yerine küffar ile cenk edilmesi ve Safevi şeyhinin kendileri için tehlike oluşturmayacağını düşünüp” konu ile fazla ilgilenmemişlerdi. Ancak Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail tarafından ele geçirilen yerlerdeki insanlara büyük işkenceler yapılarak mezhep değiştirilmeye zorlandıkları, yönünde kendisine ulaşan bilgilere ve Trabzon valisi iken Erzincan taraflarında Safevilerin yaptıklarına bizzat şahit olduğundan, padişah babasını da haberdar etmiş, fakat bir tedbir alınmamıştı.

1512 yılında Osmanlı tahtına geçen Yavuz Selim, Hıristiyan Avrupa ülkeleri ile savaştıkları bir zamanda kendilerine saldıran Safevileri öncelikli tehdit olarak kabul ettiği için, tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla 1514 baharında İstanbul’dan hareket eder. İki bin kilometreden fazla olan yolu, üç ayı aşan bir zamanda kat eden Osmanlı ordusu, Tebriz şehrinin kuzeybatı istikametindeki Çaldıran Ovası yakınlarında ordugâhını kurarak artık kaçınılmaz olan savaş için son hazırlıklarını yapar. Osmanlı Ordusundaki çağın en gelişmiş silahları olan top ve tüfekleri gören Safevi ordusunun ok ve mızrak kullanan Türkmen muharipleri hayli çekinirler.

23 Ağustos 1514 günü Çaldıran Ovası’nda karşı karşıya gelen dönemin en büyük iki Türk Ordusunun çarpışmasında, yorgun olmasına rağmen Osmanlılar üstün silah güçlerinin vermiş olduğu avantajla galip gelmiş, sadece ok ve mızrak kullanan Safevi süvarileri ise büyük hezimete uğramışlardır. Savaş meydanında eşi Taçlı Hatun’u bırakarak kaçan Şah İsmail, ölüm tarihi olan 1524 yılına kadar Osmanoğulları ile iyi geçinmeye gayret edecektir (3).

Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail, Türklerin cihana hükmettikleri bir zamanda, birbirleri ile savaştılar. İkisi de büyük cihangirdi, ama bir farkları vardı! Yavuz, Nizam-ı Âlem için İlay-ı Kelimetullah yolunda, küffar ile mücadele eden bir gelenekten geliyor ve aynı şekilde devam etmek istiyordu. “İki Müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de cehennemdedir”, Hadis’i Şerif’ine binaen İslam ülkeleri ile savaşmak istemiyordu. Buna rağmen Şah İsmail, Anadolu içlerine gönderdiği dervişleri vasıtasıyla, propaganda yaptırarak göçebe Türkmen aşiretlerini Osmanlıya karşı kışkırtıyor, elde ettiği Türkmenler vasıtasıyla teşkil ettiği askeri birlikleri ile de saldırılar düzenletiyordu.

Yavuz Sultan Selim’e atılan “Alevileri katletti” iftirası, tamamen dayanaksız, hiçbir tarihi vesika ile desteklenip, belgelenemeyen asılsız söylentilerden ibarettir. Yavuz’un en büyük askeri birliklerinden olan yeniçeri ocağının tamamı Bektaşi dergâhına mensupturlar.

Yavuz’a atılan iftiraların büyük bölümü Celali İsyanları olarak bilinen ve 100 yıla yakın bir müddet Osmanlıyı uğraştıran isyanlar sırasında yaşanan olaylarla ilgilidir. Yozgat, Amasya ve Tokat havalisinde yaşayan konar-göçer Türkmen aşiretleri ile medreselere mensup bazı talebelerin, isyana adını veren Bozoklu Şeyh Celal önderliğinde Osmanlıya karşı başlattıkları isyan Yavuz’un padişahlığının son senesinde başlamışsa da, etkili olduğu yıllar yarım asır sonradır.

Sultan 1. Ahmet döneminde gittikçe şiddetlenen Celali İsyanları, İran şahı Abbas tarafından isyancıların İran’a davet edilmesi üzerine boyut değiştirir. Bazı isyancılar İran istikametine hareket halinde iken kendilerini takip eden Hırvat kökenli Murat Paşa komutasındaki birlikler tarafından yakalanarak kuyulara atıldıkları şeklinde rivayetler mevcuttur. Murat Paşa’nın bu hadiseler dolayısıyla “Kuyucu” lakabı ile anıldığı da bilinmektedir. Ancak, bu isyancı Türkmenlerin Sünni oldukları, İran’a yerleştikten bir müddet sonra, bu ülke ile aralarında mezhep sorunu yaşandığından Osmanlı-İran hududu çevresin terk etmemişler ve bölge dışına çıkmamışlardır.

Zamanla Urmiye Gölü ve Türk sınırlarına yakın yerlere yerleşen Celali isyancılarının mühim bir kısmı da, istekleri üzerine Osmanlı tarafından (Doğu) Beyazıd mıntıkasında iskân edilmişlerdir. Doğubayazıt’a yerleşen Celali isyancılarının torunları zaman içerisinde tamamen Kürtleşeceklerdir. İran’da kalanların büyük kısmı ise Şiiliği kabul etmişlerdir. Ayrıca, Salmas şehri ve Urmiye Gölü civarlarında yaşayan Celali asıllı Sünni Türklerde mevcuttur.

Osmanlının Avrupa’yla sonu gelmeyen savaşını fırsat bilen Şah İsmail’in ise bütün mücadelesi Müslüman devletlere karşı olmuştu. Orta Asya’daki Özbek devletini, Şirvanşahları ve pek çok Türk beyliğini ortadan kaldırmış, sönmekte olan Farısi-İran medeniyetine “Türkmen” gücü katarak, gelecekte kurulacak olan İran devletinin de temellerini atmıştı.

Kuru bir cihangirlik davası gütmek yerine, büyük davalar peşinde kısa hayatını tamamlayan Yavuz Sultan Selim neslinden gelenler ise Türkiye Cumhuriyetini kuracaklardır. Aralarındaki fark bu kadardır.

Çaldıran Savaşı’nın sonuçlarına gelecek olursak: Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türkler eliyle başlatılan Türksüzleştirme faaliyetleri, azami seviyeye ulaşmış, bölge halkının ekseriyetini teşkil eden Sünni Türkler, Safevi Türkmenleri tarafından baskı, göç, mezhep değiştirmeye zorlanma ve katliam gibi yollarla imha edilirken, Şii Türkmenlerde Osmanlılar tarafından tehdit kabul edilerek sürgün ve baskı uygulanarak sindirilmişlerdir.

 

Giovanni Maria Angiolello, İtalyan tarihçi, uzun yıllar Anadolu ve İran’da bulunmuş, bir dönem Fatih S. Mehmed’in hizmetinde de olmuştur.Narrative of Italian Travels, s. 105-190-191.
Prof. Dr. Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, s. 24. Türk Tarih Kurumu, Ankara 1999
Mehmet Fatih Bekirhan, Van Gölü Havzası ve Erciş Tarihi, Konya 2012.    

 
Toplam blog
: 65
: 3764
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Ercişliyim. 2012 yılı içerisinde "Van Gölü Havzası ve Erciş Tarihi" 2015 yılında "Doğu ve Güneydo..