Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '08

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

İkinci bahar

İkinci bahar
 

ÖZLERMİSİN BENİ, BENİM SENİ ÖZLEDİĞİM GİBİ...


Penceresindeki kuş sesleri ile uyandı Nisan, sanki bütün kuşlar sözleşmişlerdi. Cilveleşiyorlardı camın kenarında bir müddet onları seyretti ürkütmeden. Kalkmıştı ya artık, kuşlar görevlerini bitirmiş, şimdi kalkmak istemeyen bir başkasının camına gitmişlerdi. Pencereyi açtı, mis kokan erik ağacının çiçek kokusunu ciğerlerine doldurdu. Nasılda özlemişti bir zamanlar istemediği bu kasabayı. Karadenizin hırçın, bir o kadarda mavi görüntüsünüde çok özlemişti. O kocaman bir zamanlar yaşanacak şehir dediği İstanbul'dada vardı aslında aynı deniz. Ama burdaki gibi mavi değildi işte. Yarım bıraktığı sanatına geri dönmeliydi, onun için iyi gelecekti tuvale bir şeyler çizmek, renk cümbüşü yapmak. Hayatında her renk olsun istemişti aslında. Ama bunu bir türlü buna muvaffak olamamıştı. Mahkeme salonlarında geçen iş hayatı buna izin vermemiş, hafta sonları yaparım , sonraları tatillerde yaparıma dönüştü. Aradan geçen 8 yılda hiç bir şey yapmadığını fark etti. Ama geç kalmıştı işte.

Düşünceleri bir an annesinin o nazik sesiyle uçup gitti. Biricik kızını kahvaltıya çağırıyordu. Lavaboda yüzünü yıkadı, pijamalarını çıkarıp aşağıya indi. Mutfak kapısında babasının elindeki papatyaları kucaklayıp aldı. Vazoya özenle koyup masanın ortasına yerleştirdi. Bu huzuru hırsları için bırakıp gitmişti. Fakülteden arkadaşı ile içinde aşk olmayan, sevgi ve mantığın önde olduğu bir evlilik yapmıştı. İlk önceleri işle evlilik iyi gidiyordu tutkulu bir aşk olmasada ikiside başarılıydı hayatlarında. Taki bir çocuk olmalı hayatımızda demeye başlayana kadar. Erol buna yanaşmamıştı. Kariyerlerinin doruk noktasında bu sorumluluğu kaldıramamaktan yakınmıştı. Hep ertelemiş geri planların içine atmıştı o yüzden de Nisan. Bir gün eve işten hastalandığı için erken dönmüştü. Baş ağrısı hiç bu kadar zorlamamıştı tek isteği bir an önce yatağına uzanıp derin bir uyku uyumaktı. Nerden bilebilirdiki Erol'un bir çok erkek gibi başka ikinci bir kadını hayatına sokabileceğini. Odadan çıkıp bir daha dönmemecesine ayrıldı. İlk otobüslede anneciğinin şevkatli kollarına attı kendini. Mahkeme çok uzamamıştı. Tecrübeliydi Nisan. Bir çok müvekkilini boşarken, bir gün kendisininde müvekkil olabileceği aklının ucuna gelmemişti. Evet bitmişti işte. 8 yıllık evlilik bir celsede bitmişti. Sebeb şiddetli geçimsizlik, halbuki 8 yıl boyunca birbirlerine yüksek ses tonuyla bile bağırmamışlardı. Demek ki eksik olan birşeyler vardı. Fark edememişti ikiside başarıdan başarıya koşarken. Artık unutmalıydı. Onurlu ve gurulu bir kadındı. Hayata kaldığı yerden devam edecekti.

Kahvaltı neşe içinde bitti. Annesi ve babası kızlarının yuvaya dönmesine o kadar çok sevinmişlerdiki. Hiç bir soru sormuyorlardı. En azaında o kendini beğenmiş Erol'dan kurtulmuşlardı. Oldu bitti hiç sevememişlerdi damatlarını. Bu bir kayıp değildi onlar için, kızlarını tekrar kazanmışlardı işte ve de yanlarındaydı. En büyük mutluluk buydu. Nisan elinde tuval ve fırçaları, boyaları ile 100 metre uzaklıktaki sahile gitti. Yeni verniklenmiş bankta her zaman ki yerini aldı. Ve başaldı başka hiç bir yerde bulamadığı mavilikteki denizi resmetmeye.
Aradan geçen 1 kaç ay sıcak havalarla birlikte yazın geldiğini müjdeliyordu. Sakin bir baharın sonunda yaz gelmiş her yer cıvı cıvıl tatilcilerle dolmuştu. Sıcak ağustos günleri serin karadeniz havasıyla biraz daha yaşanılası oluyordu.

Nisan yine tuvaline kumda oynayan kız çocuklarını çiziyordu. Her birine renkli renkli mayolar giydiriyordu. O çok sevdiği renk cümbüşünü tuvaline yansıtmıştı. Bahardan beri bir sürü olmuştu resimleri. Küçük bir sergi açmayı bile düşünmüştü. Tam bunları düşünürken iri bir Alman kurt köpeğinin tiz havlama sesiyle oda irkilmişti. Küçük kızlar çığlık çığlığa kaçışmışlardı. Hasır şapkasını uçmaması için tutarak ayağa kalktı. Sert bir ifade ile " bu ne cürret böyle, çocukların hem oyunlarını alt üst ettiniz, hemde korkuttunuz. " diyerek çıkıştı. Demir'de mahçup bir edayla elindeki tasmayı sıkı sıkı tutarak, koramaları gerektiğini, kayığın böyle ani çıkışları olmadığını anlatmaya çalıştı. Ama Nisan kızmıştı işte bir kere. Tanışmaları bu tatsız olayla olmuştu. Kayık, köpeğinin ismi bu idi. Ne saçma bir isim bu dedi içinden. Haylaz bir oğlan çocuğu kayık uyurken kulağının dibinde balon patlatmıştı. Kayıkta can havliyle deli gibi koşmuştu. Nisan biraz sakinlemişti. "Sizde oğlunuza biraz daha dikkatli olmasını öğretin o zaman " dedi. "Ama çocuk benim değilki yanımızda oynayan haylazın tekiydi. Kayıkla beraber sakin sakin güneşleniyorduk " dedi. Kayık ismine takılmıştı Nisan. Dayanamayıp ağzından çıkan kelimelere engel olamadı. "Ne saçma bir isim, çok aradınız sanırım bu ismi." diyerek hafifce güldü. Şimdide Demir kızmıştı. Kayık onun can yoldaşı olmuştu. Kırık bir aşk hikayesinin can simidi olmuştu. Demir çok sevdiği karısını amansız bir hastalık sonucu kaybetmiş, onun hasretine kayıkla çare bulmuştu. Artık oda bu küçük şirin kasabada yaşayacaktı. Tayinini buraya aldırmıştı. Hızlı kovalamacalar arasındaki yaşantısına burda devam edecekti. Karşılaştıkları ilk günün ardından hemen hemen hergün sail kenarında görüşür olmuşlardı. Demir'in dediği gibi sakin bir köpekti kayık. Onu da tuvale geçti. Artık sergisinin son eseriydi kayığın uyurkenki hali. Mevsimde sonbahara dönmüş eylül ayının ortaları olmuştu. Demir Nisan'a sergide yardımcı oluyordu. Aralarında çok tutkulu bir aşk başlamıştı. Nisan sergiden sonra işine kaldığı yerden devam edecekti. Ama asla boşanma davası almayacaktı. Küçük onu yormayacak işlerle meşgül olacaktı. Demir'de görevine devam ediyordu. Sergi açılmıştı. Başarılarından dolayı tüm tanıdıkları tebrik ediyordu.

Demir bu akşam yemeğe çıkalım diye teklifte bulundu Nisan'a, Kutlama yemeği olacaktı aslında. Ama Demir'in niyeti ileriye dönük bir adımın yemeğiydi bu. Evlen benimle demişti. Hayatımın kadını olmanı istiyorum demişti. Nisan'da EVET EVET EVET... diye kabul etmişti. Sade bir nikah töreni ile hayatlarını birleştirmişlerdi. İşte yine aynı deniz kenarında şimdi dört kişiydiler. Nisan, Demir, kayık ve Bahar. Evet Bahar kızlarının ismi buydu. Onların ikinci baharlarının meyvesiydi. Nisan yine elinde fırçası tuvale şimdi hem kayığın hemde baharın resmini döküyordu. Mutluluk tablosu gökkuşağının bütün renkleriyle doluydu. Aşk yine kazanmıştı......

Not: Hikayede bulunan isimler tamamen tasadüfen seçilmiştir.

Dip not: Çok yakında 14 şubat sevgilliler günü. Sadece 14 şubatta değil her mevsimde, her haftada sevgimizin, aşkımızın kıymetini bilelim. Hayat çok kısa her gün yaşadığımız nefes aldığımız için şükredelim. Aşk için, sevmek için, sevilmek için çaba gösterelim. Ne dersiniz ? Zor olmasa gerek koşulsuz, şartsız sevmek....

Seven ve sevilen, sevilmediğini düşünüp umutsuzluğa kapılan herkese diyorum; hiç bir şeyi ertelemeyelim, hiç bir şey içinde geç kalmayalım...


 
Toplam blog
: 32
: 929
Kayıt tarihi
: 14.09.07
 
 

3 nisan 1968 BARTIN doğumluyum. KDZ EREĞLİ'de yaşıyorum. Amasra tek tutkum, yazmayı çizmeyi seviy..