Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

05 Şubat '07

 
Kategori
Sinema
 

İklimler..

İklimler..
 

İki değişik anlatım sunmak istiyorum sizlere. Aslında birinci ve ikinci anlatımları okuduğunuzda hangisinde "kendim"in konuşmaya, anlatmaya daha fazla hevesli olduğunu anlayacaksınız süphesiz. Ama benim aradığım o değil, daha başka. Mürekkep imparatorluğunun korkak karanlığında "ukalasesler" çıkarana mı, yoksa; yeni, farklı, en akla yatkın olanın tahtını alaşağı edip, gözlerinizin içinde sakladığınız -göz- bebeklerinizi uyandırıp, sizi yeniden düşünce trenine çağırana mı saygınız? yoksa köle-lik-ye- mi kaygınız?

Gitmeleri gerektiğinde -veya kaçmaları- aynı kapıdan, sırayla; mürekkep imparatorluğunun korkak karanlığında burjuva kaygısında "ukelasesler", sonra, göz bebeklerinizi uyandırıp trene bindiren, arkasından; köle...pardon köle hâlâ burada, "hadi sen de dışarı", "yoksa gidecek bir yerin mi yok" dememi çok beklediniz. Yanılıyorsanız?

"Köle de anlatsın o zaman, onun da hakları var" mı dediniz? Merak etmeyin "köle" arada konuşacak.

Adı üstünde; kölenin adı olmaz!

(bir)

Son dönemde Türk sineması üzerinde yıllarca bir leke gibi duran, "alt tarafı bir Türk filmi" söyleminden, genç ve yetenekli yönetmenlerle gerçeğin aydınlık "dünya"sına yelken açmaya çalışıyor sinemamız. Sayın Yılmaz Güney'le başlayan ödül avcılığının, anahtarını bulmuş görünüyor "darbeler ülkesinin sessiz kuşağından çıkmış genç yönetmenler". Sayın Oğuz Atay'ı bana anımsatan yönetmen sayın Zeki Demirkubuz ve doğrularında sakin yönetmen sayın Derviş Zaim'den, tv deki saplantılarını (mafia babalığı) anlamakta zorlandığım sayın Uğur Yücel'in "yazı tura" filminden bu yana, beni etkileyen bir filmdi "iklimler". İstanbul, Kaş, Ağrı üçgeninde geçen bir aşk hikayesinden fazlası vardı filmde. Her insanın bir iklimi vardır sözüne göndermeler içeriyor film. Her iklimin içinde de bir yanlızlık. Filmin müzik konusunda seçiciliği, müziği az kullanması, izlenmesindeki duruluğa katkı yapmış. Aşkın insanı nerelere sürükleyevereceğinin de bir anlatımı olmuş Ağrı sokakları. Karın dingin anlatımında, yönetmen, sakinlik ve hoş bir yanlızlık duygusu tattırıyor bize. Filmden birşey anlamayı beklemeden, zaman bulursanız izlemenizi öneririm. Türk sinemasındaki arayışları izlemeye devam edeceğim.

(iki)

Sizler, neleri kategorize ettiniz hiç düşündünüz mü?

Yaklaşın biraz, evet siz, neleri kategorize ettiniz?

Yazılanları, çizilenleri, binaları, hayvanları, insanları, sevinçleri, kederleri, sevgileri, gördüklerinizi, duyduklarınızı, duymak istediklerinizi, duyamadıklarınızı, yaşadığınız yılları, yaşacağınız yılları, "an"ları, zamanları, damlayan suyun sesini, savaşları...evet savaşları bile.

Ne çok obje, yani "şey", hiç "benzemezlerden" aynı şeyin içinde.

Savaşları, yöntemler geliştirerek, "öldürmenin en kestirme yollarını" bulmak için teknik bir kategorizmada sınıfladınız. Arayınca bulunması kolay olsun ha.

Canınızı sıkmış olmalı bunca farklı "şeyi" bir arada kategorize etmiş olmam. Ayrıca sinir de bozuyor değil mi?

Amacımın o olmadığını bilirsiniz.

Bildik Kaş, bildik kaçışlar diyerek girmek isterdim size filmden bahsedeceğimde. A-aa, kategorize olmuşuz biz uyurken. Sebebi iklimim ondan birazcık.

Aziz Nesin, taraf olmamak için, "başarılıları ödüllendirmenin başarısızları cezalandırmak olacağını" söylememiş miydi?

Başarmak mı dediniz? Evet bu film başarmış.

İklimler; yaşam hırsızları, an hırsızları, hayal hırsızlarının pek sevemeyeceği cinsten bir film.

Tarkosky'inin eksik bıraktığı yerden, Akdeniz esintileriyle almış öyküyü yönetmen. Bildik konu; insan içi.

"Bildik, bilmedik demeyin, bu akşam sinemamızda oynamaz bu film."

Filmden:

Yaşamın bir bölümünü pasta dilimi kesip tabakta size bir ikindi çayıyla sunmayı isteseydi yönetmen, Serap soyunurdu filmde. Ağlatmak'sa' derdi, müzik sırpaşır dururdu. Üzmek'se' umutsuzca eğer istediği, Kaşta'ki ev sahibinin kendisi yapardı konuğuna kahveyi, kadını aşağılayarak "git kahve yap konuklara" sıradanlığı olmazdı örneğin.

Bildik kitapçıda, sıradan; "kurtar beni çok yanlızım, lütfen yalvarıyorum sana, şu kafede birer kahve aralığından elimi tut..." çığlıkları.

"Okunan onca yazı, kelam, öğrenilen hayatlar, romanlar, yalanlar, yazılar tutmadı elimi; ver elini, sıcak istiyorum..." yankısı çığlığın, koldaki "yanlızlar garından" alınmış saat... Şekspirin çirkin bir adam olduğunu öğrendikten sonra bunalıma giren kadının çaresizliği, "şımarık kahkahaların esirgendiği yanlız hayatların" elleri; tüm şehirden daha soğuk, "ne olur, birer kahve içelim", "zamanım yok, bildiğimsin, bıktım tekarlardan, aynılıktan, yeter"...

"Kaş'taydık yazın Nazan'la, ayrıldık çoktan. Fındık mı dedin, acaba yatakta? Kadınlar, ucu sivri atakkabılarınızı hiç sevmedim."

Halbuki son moda, "göze hitap" için üretilmişti. Erkeklerin gözlerine sokmak için, belki tekmesi böğürlerine, inadına sivri uçlu ayakkabı haykırışı, fındık öncesi; "ben seviyorum ayakkabımı" dediğinde kadın, annesinin yanına sığındı çocuğu olmayan adam.

Bir deneme daha, henüz erken, yeniden, Serap siyah içinde hazır, ilkinde uzun uzun gülmelerdeyken "aslında ben senin anaç yuvanım; çocuk gibisin, eskiden kalma "çocuğum", istediklerin, hem o uzaklardayken, bende..."

Ağrı, sıcak kahvelerinde simit çay, ıssız kalabalık tepelerinde beyaz kar örtünün üzerinden yakalanan anların ayak izlerini ağır ağır gösterdi. Kar sokağında aynı menteşenin sesi; "bir zamanlar batıda", şimdi o sokakta...Kırküçteydi, ölüme "de get!" diyen yürekler, onlar yapmıştı o menteşeyi; bekleyiversindi ölüm, ne olucak; biraz da sen bekle ölüm.

Bulun kendinize peşinden gideceğiniz bir aşk. Çıkarsın sizi karanlığın izlerinden, bulun, bir yolun dışında, milyonlarcasının içinden seçin, peşinden gidin, sizden öncekiler gibi, sizden öce yazılmış çizilmişlerdeki gibi, kendiniz olamadan, olduğunuz kendisi size hayretler içinde gülerken...

Lütfen beni kategorize etmeyiniz. Ben "yaşam yalakasıyım". "Sevdiğim şeylere karşı da yalakayım, ne yapabilirim, buyum" demek bile bir sınıfsa eğer, ben koca bir "şeyim".

Evet bir "şey".

..hepsi bu...

Şimdi mutluyum ve keyifli; ne güzel, başarmış olmak, anlatabilmek belkide; küçük bir bıyık izi kaleydeskopta.

Ohh, ne güzel... azgın yağmurlar ve soğuk hava, üşüyen tenim, kendim...

İklimler filminde gördüklerimdi bunlar.

Benim gördüklerim, gösterilen değil bunlar.

Köle:

"köle birgün gidecektir. Köle olmaya bir ömür fazladır".

Kırbacı elinde siyah çizmeli kadın , bir parmaklarına, bir kırbacına, bir de aynaya baktı: Yüzüne.

Yüzü onunla konuşmak istemedi.

Tüm gücüyle kırbacını salladı aynanın içine,

ince bir iz; sır döküldü aynadan,

zamandan,

an'dan...

"En pahalı ayna" dedi öykü; "geleceği gösterendir. Çünkü öldüğünü de görürsün ve dayanamazsın."

"yalan" diye atıldı akdenizli,

"yalan,

en pahalı ayna geçmişi gösterendir. Çocukluğumu görürsem ve bakarsam şimdilere, asıl o zaman, o an zor gelir; dayanamam nasıl alıştım tüm bu kirlenmişliklere..."

Not: Son paragrafım sevgili ayna'ya...

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..