Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '14

 
Kategori
Siyaset
 

İktidar neden ve nasıl kazanıyor?-2

İktidar neden ve nasıl kazanıyor?-2
 

Makalemizin bu bölümünde AK Parti iktidarını ayakta tutan entelektüel sessizlik ve entelektüel yoklukla ilgili olarak değerlendirmelerde bulunmak istiyorum.  Önce kısaca entelektüel tasnifimizi ortaya koymaya çalışalım. İtalyan Marksist düşünür A.Gramsci; entelektüelleri organik ve geleneksel olarak ikiye ayırır. Gramsci’nin entelektüel tasnifinde geleneksel entelektüel modern dönemler için söyleyecek olursak ideolojik olarak kendisinin programına ve dünya görüşüne bağlı bulunduğu partisi iktidarı kaybetmiş, ona yeniden iktidar yolları arayan muhalif entelektüeli ya da aydını temsil eder. Organik aydın ya da entelektüele gelince o, iktidara gelmiş, hâkim kişi, grup ya da partinin entelektüelidir. Görevi iktidar uygulamalarına meşruluk sağlamak, onay vermek ve bir kenarından tutunup maddi ve manevi olarak beslendiği egemenlik anlayışını her ne pahasına olursa olsun ayakta tutmaktır.

Üçüncü tip entelektüeller benim sentetik olarak adlandırdığım kişi, grup ya da STK’lardır. İktidara hâkim siyasi grupla ne şimdi ne de geçmişte hiçbir ideolojik bağlantısı olmamış, ama her ne hikmetse birden bire iktidarın doğru işler yaptığına inanarak onu desteklemeye karar vermiş (örneğin bundan sonra AKP'li olduğunu ) ve iktidar tarafından da ilginç bir şekilde ödüllendirilen okumuşlar takımıdır. Siz bu ilk örneğe kutsalı konjonktürel değerler olan aslında hiçbir şeye inanmayan fırsatçı, sadece gücün kurguladığı bir hayatı kutsayan profesyonel tip de diyebilirsiniz. Bunların yanında iktidarı milletin iktidarı yapacak, diğer bir entelektüel grup ya da aydın takımı ise otantik aydın ya da entelektüellerdir. Aslında her konjonktürde var olan, toplumsal değerlerin gelenekle bağını kuran ve onun bir medeniyet projesi çerçevesinde hayatı inşa etmesini tavsiye eden bu aydın tipi toplumların varlık, birlik, bağımsızlık kavgasının dini, siyasi, ekonomik, askeri, bilimsel, teknolojik, felsefi ve estetik alandaki bağımsız savunucularıdır. Şimdi bu kısa tasnif ve açıklamalardan sonra bunların konumuz açısından değerlendirmesini yapmaya çalışalım.

Siyasi Tarih okuyanlar bilirler ki tarihin bu kısmı uzun süre toplumlara hükmetmek isteyen iktidar sahipleriyle iktidarın toplumsal zamanı yönetme tarzına değer biçen kişi, araç ve organizasyonlar arasında cereyan eden kavgaların tarihidir. Başka bir ifadeyle Politik iktidarın yeniden inşasında iktidar uygulamalarını toplumun gözünde meşru hale getiren temel toplumsal kategori iktidar uygulamalarını ahlaki olarak sorgulayan ve ona bir değer biçen yukarıda tasnifini yaptığımız aydın kategorisinde yer alan otantik entelektüellerdir. Bu nedenledir ki iktidarlar bu onayın kabul tarzından memnun kalırken reddedilmesinden ise şiddetli bir şekilde ürker ve korkarlar. Bütün iktidar sahiplerinin iktidara geldiklerinde ilk yaptığı iş entelektüel zamanı yöneten otantik kişi, grup, araç ve organizasyonları kendi kontrolüne almak ve onlar üzerinde kayıtsız şartsız bir egemenlik kurmak istemeleri olmuştur.

Böylece iktidarlar gerçekten toplumun mutluluğu adına hakikat peşinde koşan onların yanlışlarına onay vermeyen, yaptıklarını meşru görmeyen entelektüelleri tarih boyunca hiç sevmediler. Onun için de iktidara geldikleri zaman yaptıkları ilk iş otantik aydın kategorisini içinde barındıran grup, organizasyon ve kişileri iktidar nimetleri üzerinden kendisine bağlamak suretiyle onlara makamlar bağışlamak ve onları dönüştürerek organik entelektüel haline getirmek olmuştur. Eğer bunu yapamaz iseler onları iktidar imkânları üzerinden itibarsızlaştırarak toplum önderi olmaktan dışlamak ya da fiziki olarak ortadan kaldırmak suretiyle tasfiye etmek yolunu seçmişlerdir. Antik Çağ Yunan felsefesinin büyük üstadı Sokrates bunun en güzel örneklerinden birisidir. Atina şehir devletine hâkim iktidar anlayışına onay vermeyen Sokrates baldıran zehiri içmek cezasına çarptırılmış ve fiziken ortadan kaldırılmıştır (1). Ondan tam olarak bin yüz küsur yıl sonra İslam dünyasına gelecek olursak kurduğu otantik entelektüel takımıyla Emevi ve Abbasi iktidarlarının en azılı düşmanı olarak ilan edilen Büyük imam Ebu Hanife tıpkı Sokrates gibi iktidara ram edilemeyince zehirlenerek ya da işkenceyle Bağdat’ta hayatına son verilmiştir. Tarih MS14 Haziran 767.(2)

Bu iç acıtıcı/karartıcı örnekleri niçin veriyorum. Tarih boyunca iktidara hâkim egemenleri korkutanlar hiçbir zaman iktidar muhalifi geleneksel ya da sentetik entelektüeller olmadı. Nedenine gelince bütün iktidarlar egemenliklerini kendileri tarafından alaşağı edilmiş muhalefet politikaları üzerinden inşa ederler. Bir düşünsenize çağın gerisinde kalmış, ilk çıktığı merkezlerde bile artık terk edilmeye başlanmış bir ideolojinin sahibi CHP gibi hala Türkiye gerçeklerini görmemek için direnen bir muhalifi ve onu yöneten kadrolar olmasaydı, AK parti kesintisiz on iki yıl bu ülkeyi bu kadar şaibeye rağmen idare edebilir miydi? Ya da hegemonik bir toplum olmanın temel şartlarından birisi olan eklemleyici özelliklere sahip bir kültüre ve bakış açısına sahip milliyetçiliği hala dinden arî seküler bir ideoloji gibi sunan MHP olmasaydı AK parti bugünkü iktidarını bu kadar rahat yönetebilir miydi? Sentetik aydınlara gelince onlar zaten Arapça cümle çözümlemelerinde sıkça ifade edildiği gibi irapta mahalli olmayan harflere benziyorlar. Onun için onlar hiçbir zaman ve yüzyılda iktidarlar için düşman kategorisinde tehlikeli bir aydın grubu olarak yer almadılar.

Bugün Türkiye’de iktidarın yaptığı her yanlışı İslam’ın emri gibi hak ve gerçek olarak sunan çoğunu yakinen tanıdığımız organik entelektüeller var mı? Var. Muhalefeti savunan onun bütün saçma sapan politikalarını iktidara karşı verilmiş fazilet mücadelesi olarak taraftarlarına sunan geleneksel entelektüeller var mı? Var. İktidara yaranmak için her türlü rezilliğe evet diyebilecek mevki ve makam aşığı sentetik aydınlar var mı? Var. Peki, bu milletin tarihi tecrübeyle sabit değerler sistemini bir medeniyet projesi bağlamında savunacak ahlaka sahip sözü her duyulduğunda halkın heyecanlanacağı, iktidar sahiplerinin ise ilham alacağı ya da titreyeceği milletin otantik entelektüelleri var mı? Yok. İşte bana göre Türkiye’nin iki asra yakın süredir en temel problemi budur. Onun içindir ki iki yüz yıldır toplum olarak oraya buraya sürekli savrulup duruyoruz. Bunu açıklamaya çalışalım.

Bulunduğu coğrafyada iddiası olan bir devlet ve iktidarın ilk yaptığı işlerden birisi "Otantik Entelektüellere" sahip, onları iktidar şiddeti karşısında koruyacak organizasyon ve kurumları inşa etmek olmuştur.. Böyle bir devlet yapılanmasında sistem sürekli tahakküm ya da baskı üreten bir aygıt ya da organizasyon olmaktan ziyade, doğrudan değil dolaylı olarak inşa ettiği kurumlar üzerinden bir ahlak ve kültürel tarzın üreticisi, inşa edicisi ve yayıcısı olarak görev yapar. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak iddiası olan bir toplum ve devlet olmak için ilk iş milletin otantik aydınını oluşturacak yüksek eğitim ve kültür kurumlarını inşa etmektir. Maalesef bugün iktidarın, muhalefetin, STK’ların, tarikatların, cemaatlerin, modern grupların herkesin kendisinden ilham aldığı, sözleri mutlak doğru gibi algılanan onları manevi olarak yöneten/yönlendiren otantik aydınları/entelektüelleri bulunuyor. Farklı bir deyişle her cemaatin, grubun, tarikatın, kendi içinde otantik kabul ettiği bir âlimi/aydını/entelektüeli mutlaka var. Ve bu gruplar var oluş nedenlerini onların düşünceleri üzerine inşa ediyorlar. Ancak bu âlim ve entelektüeller bir türlü milletin âlimi/entelektüeli olamıyorlar. Çünkü gerek grup taassubu gerekse bu aydınların kendi gruplarının dışında ki toplulukların varlığını kabul etmeye koydukları rezerv onları kısıtlı bir çevrenin âlimi yapmaya ancak yaramaktadır. Burası böyle. Peki ya Türk toplumunun genel çoğunluğunun iktidar karşısında menfaatlerini savunacak iktidarların yanlış yapmalarını engelleyecek insanların kendisine inandıkları toplumu birbirine bağlayan manevi/medeni harç olacak otoriteler/bilge adamlar var mı? Aslına bakarsanız son altmış yıla yakın bir zamandır bin bir emek ve zorlukla Türk toplumunda embriyon halinde de olsa bu entelektüel insan tipi yavaş yavaş oluşmaya başlamıştı. Ancak ne yazık ki bu entelektüel tipin hassasiyetle koruyucusu olması gereken, onu bürokrasi ve devlet şiddeti karşısında koruyacak sistemleri inşa etmesi gereken AK Parti iktidarı, bu aydın grubuna girecek insanları iktidara eklemleyerek organik aydın haline dönüştürdü.

Başka bir deyişle bugün Türkiye’de entelektüelleri halkın yanında yer almaya sevk edecek değerler üretecek araç ve organizasyonlar üzerinde sınırsız bir hâkimiyet kuran sermaye ve siyasetin belirlediği bürokratik/medyatik alanlarda maaşlı çalışanlar haline dönüştürdü. Bunun içindir ki medya üzerinden siyasete ve sermayeye eklenmiş bağımsız duruşlarını yitirmiş bilim erbabı iktidara karşı çıkanları/eleştirenleri hiçbir insaf ölçüsüne sığmayacak şekilde lanetliyor, din adamları ise iktidarın şaibeli işlerine fetva vermekle meşgul hale geldiler. Bu cümleyi tersinden okuyacak olursak entelektüel dediğimiz insan siyaset üzerinden sermaye ile eklemlenirse asla doğruyu söyleyemez. Onun için artık ülkenin çıkarları değil iç içe olduğu sermaye ve siyasetin iktidarda kalma politikaları önemli hale gelir. Ya da başka bir ifadeyle onun ülke çıkarlarıyla ilgili olarak bildiği gerçekler artık ona mevki ve makam kazandıran, para kazandıran ve bunu da kim çok verirse onun istediği bir Türkiye mimarisini Türkiye gerçeği diye sunan bir entelektüel tipe dönüşür. Onun görevi artık iktidar adına manipülatörlük yapmak ve kitleleri aldatmaktır.

Yani daha açık bir şekilde Marksizmin ürettiği bir terminolojiyle söyleyecek olursak bugün ülkemizde otantik entelektüeller maddi ve manevi ortamın zorlukları üzerinden maalesef iktidar tarafından maaşlı “proleterler” haline getirilmişlerdir. Özellikle bilim alanında YÖK iktidarın yan kuruluşu gibi çalışmakta iktidarın ideolojik duruşunun akademik dünyada temsilciliğini yapmaktadır. Dini alanda ise otantik bir duruşa sahip olması gereken DİB iktidar politikalarını Cuma hutbeleri üzerinden halka yansıtan parti organizasyonu haline dönüşmüş bu yüzden otantik öncülüğünü medyada konuşlanmış, postmodern din adamı ve akademisyenlere kaptırmıştır. Bu nedenlerledir ki son zamanlarda kurum olarak varlığı sürekli tartışılır hale gelmiştir.

Netice olarak söyleyecek olursak bugün tarihi rasyonalitesine uygun bir şekilde Türk toplumunu ve medeniyetini savunan bir otantik aydın grubumuz ve bu alanda rüştünü ispat etmiş bir organizasyonumuz maalesef yoktur. Tarih boyunca her iktidar otantik aydını/âlimi/entelektüeli kendi varlığı için tehdit olarak görmüş, onun için de onun var olabileceği maddi ve manevi iklimin gelişmesine asla müsaade etmemiştir. Bugün de Türkiye’de iktidar ve onun ekonomik politikalarına ulanmış sermayenin ilk işi bu tarihi iktidar tecrübesini hayata geçirmek olmuş, otantik aydın kitlesinin oluşabileceği maddi ve manevi hayatı siyasete eklemleyerek proleterleştirip etkisiz hale getirmiştir. Tersinden söyleyecek olursak son iki yüz yıla yakın bir süredir Türkiye’deki bütün iktidarlar varlıklarını bu aydın tipinin etkisiz kılınmasına borçlu görmüştür. Çünkü bu aydın tipinin etkisiz kılınması ya da olmayışı onları tartışılamaz, tenkit edilemez hale getirmiş, iktidarlarını ülke menfaatlerinin tek bilicisi/koruyucusu ve yapıcısı haline dönüştürmüştür. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak otantik aydın yokluğu iktidarlara ülke menfaatlerini kendi iktidarlarının çıkarları doğrultusunda manipüle yapabilme imkânı vermiştir. Maalesef bugün medya da köşe başlarını tutmuş aylık binlerce dolara patronlarının emrinde yazı yazan entelektüel geçinen okuryazar tipler, içinde yaşadıkları coğrafyanın (dini, siyasi, ekonomik, tarihi vb) rasyonalitesinden bihaber zavallılardır. Hâlbuki bütün beşeri sistemler gibi devlet de toplumsal yapıya ve üzerinde inşa olduğu coğrafyaya uygun bir yaşama biçiminin en rasyonel tarzına ulaşıncaya kadar gelişmeye devam eder. Bu tarza ulaşınca artık devletin oturmuş kurumları üzerinden büyüme süreci başlar. Bu sürecin bir medeniyet projesine dönüşmesinin yolu ise toplumun otantik aydınını koruyan kollayan onların maddi ve manevi olarak gelişmelerini sağlayan kurumsal yapılara kavuşturulmasıdır. Kendi içinde kendi varlığını ve birliğini sürdürecek toplumsal rasyonaliteye uygun, bağımsız kurumsal yapılara kavuşmuş, iktidar ilişkileriyle işi olmayan, sadece bir medeni anlayışın hayat bulması için hakikat peşinde koşan otantik aydınlara sahip hale gelememiş bir toplum ve iktidar tarih boyunca görülmüştür ki kendisini hâşâ tanrı gibi gören, acımasız diktatörlerden başka lider tipi üretememiştir. Şimdi Türkiye’de entelektüeller iki tercihle karşı karşıyadırlar. Rahmetli Cemil Meriç’in dediği gibi yakurulu düzenin yalanlarını bilimselleştiren -yani bir hakikat çarpıtıcısı- bir ideolog daha doğrusu bir çoban köpeği olacaklar ya da ezilenlerin yanında yer alarak her haksızlığa karşı gelip her yalanı/manipülasyonu ifşa etmek tercihiyle karşı karşıya kalacaklardır.(3)Şimdi geriye dönüp şöyle bir bakalım bu ülkenin iktidar uygulamalarını bin bir bahane bularak meşrulaştıran organik/sentetik entelektüellere mi? Yeniden iktidar olmak için siyasi rakiplerine her türlü karalamayı yapan geleneksel entelektüellere mi? Yoksa bu coğrafyanın bin yıldır hayata geçirmeyi üstlendiği medeniyet anlayışına uygun duruşa sahip otantik entelektüellere mi ihtiyacı var?... Eğer biz bu coğrafyada iddiası olan bir toplum olarak yaşayacaksak karşı bir otorite gibi algılanmadan milletin otantik aydınının oluşmasına katkıda bulunacak kurumsal inşaları yapmak için gayret sarf etmek bu ülkeyi yönetenlerin yerine getirmeleri gerek bir Farzı Ayndır.  Hiç kimse unutmasın Ünlü Amerikalı jeopolitikçi ve stratejist Nicholas Spykman’ın dediği gibi “Hükümetler gelir gider, bakanlar gelir gider, hatta diktatörler bile ölür, Ama dağlar oldukları yerde kalmaya devam ederler” (4). Konuyu irdelemeye devam edeceğiz….

-------------------------

(1) Bakınız: Platon, Sokrates’in Savunması, Çev. Erman Gören, Kabalcı YY, İstanbul -2006

(2) Hacı Raşit Paşa, Hz.İmam-ı Azam’ın Siyasi Terceme-i hali, Haz. Mevlüt Uyanık, İslami Araştırmalar Dergisi, C.15,Sayı1-2,2002,s.259-272,Ayrıca İmam-ı Azam ile ilgili olarak Bkz: İmam-ı Azam Ebu Hanife Özel Sayısı, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sayı 19,Nisan 2002

(3) Cemil Meriç, Mağaradakiler, iletişim Yay., İstanbul, 1997, s. 38 

(4) Yılmaz Tezkan, M.Murat Taşar,Dünden Bugüne Jeopolitik Dünya ve Türkiye, Ülke Yay, İst-2013,s.145

 
Toplam blog
: 30
: 3349
Kayıt tarihi
: 09.08.08
 
 

Çorum doğumluyum, üniversite mezunuyum... tarih, felsefe, sosyal psikoloji, soyoloji,  din. ve si..