Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Şubat '14

 
Kategori
Siyaset
 

İktidar ve meşruluk

İktidar ve meşruluk
 

iktidarın meşruiyeti


Yönetenler ve yönetilenler ayrımının gerçekleştiği ve devletin ortaya çıktığı bütün siyasi topluluklarda, yönetenlerin yönetme gücünün kaynağı, bu yönetme gücünün bir hak olup olmadığı, yönetimlere neden itaat edildiği, yönetimin geçerliliğini, meşruluğun konusunu oluşturmaktadır.

Yalın bir biçimde kısa sözlük tanımlarına baktığımızda ise iktidar; “Bir işi yapabilme gücü, erk, kudret, bir işi başarabilme yetkisi ve yeteneği”, “Herhangi bir topluluk içinde, tabiî, maddî ve manevî etkenler sonucu bazı kişi, grup veya kurumların emir verme ve verilen emirleri yaptırma gücü” olarak tanımlanmaktadır. Bertrand Russel, iktidarı, hayvanlarda da var olan ancak insanlarda çok daha tehlikeli boyutlar taşıyan bir güdü olarak tanımlar. Russel “İnsanoğlunun sınır tanımayan isteklerinin en belli başlıları, iktidar ve şan kazanma istekleridir”der. İktidarın tek kaynağı, tek kökeni, o iktidarın uygulandığı topluluğun norm ve değerler sistemince saptanan meşruluk şemasına uygun olması ve bu şema konusunda da o toplulukta bir görüş birliğinin bulunmasıdır.

Siyasal iktidarın niteliklerini şöyle bir bakarsak; Siyasal iktidar, kapsam bakımından diğer sosyal iktidar türlerine oranla en kuşatıcı olanıdır. Ancak siyasal iktidar ülke sınırları içinde yaşayan bütün insanlar ve topluluklar üzerinde bağlayıcı kararlar almak ve bu kararları yürütmek yetkisine sahiptir.

Siyasal iktidar, toplumdaki diğer iktidar türleri arasında konum bakımından üstünlük taşır. Toplumdaki iktidar türleri arasında eşitlik değil, hiyerarşi vardır. Bu hiyerarşinin en tepesinde de siyasal iktidar bulunur. Ancak siyasal iktidarları sınırlayan yasaların varlığını da unutmamak gerekir.

Siyasal iktidarın en önemli karakteristiği, onun maddî kuvvet ve zor kullanma gücüne sahip oluşunda görülür. Siyasal iktidar, fizik zorlama gücünün tekelini elinde bulundurur. Diğer sosyal iktidar türleri kendi içlerinde kurallara uymayı sağlamak için farklı zorlama yöntemleri kullanabilirler ancak hiçbir zaman meşru zor kullanma hakları yoktur.

Siyasal iktidarın aldığı kararlara ve verdiği emirlere uymanın sağlanmasında her ne kadar zor kullanma yöntemi olsa da genellikle yönetilenler çoğu zaman zorun kullanımına meydan vermeksizin kararlara uyar, emirlere itaat ederler. Buradaki faktörler rıza ve itaattir. Rıza faktörü, yönetilenin, kendisini yöneteni benimsemesi, onun yönetme konumunu kendi benliğinde içselleştirmesine dayalıdır. Bu rızaya bağlı olarak itaatte uyma davranışı ile kendini gösterir. Kararlara ve emirlere uyma bilinçli bir sürecin sonucu olabileceği gibi, bilinçsiz ve mekanik de olabilmektedir.

İktidarın meşruluğu, onun, topluluk üyeleri ya da hiç değilse bunların çoğunluğu tarafından, bir iktidar olarak tanınmış olmasıdır. Bir iktidar, eğer meşruluğu konusunda bir görüş birliği varsa meşrudur. Meşru olmayan bir iktidar, iktidar olmaktan çıkar; güçten başka bir şey değildir artık ve o da ancak kendisine boyun eğilmesini sağlayabildiği sürece vardır.

Bütün siyasal topluluklarda, devlet denilen bütün kapsayıcı kuruluşlarda mutlaka bir siyasal iktidar ve bu iktidarı kullanan, yani karar alma, emir verme ve bu karar ve emirleri gerektiğinde zor kullanarak yürütme gücüne sahip bir kişi veya bazı kişiler daima var olmuştur. Peki siyasal iktidarı kullananlar başkalarına emretme onları bu emirlere zorlama yetkisini nereden alırlar? İktidarlarının kaynağı ve dayanağı nedir? Toplumda yaşayan insanlar onların karar ve emirlerine neden itaat ederler?

Bu konuda meşruluk teorilerini irdelemek gerekir:

Teokratik Teoriler; Siyasal iktidarın meşruluk temeli önceleri gökyüzünde, Tanrıda ve kutsal kaynaklarda aranmıştır. Yöneticiler, yönetim güçlerini Tanrıdan veya onun kutsal iradesinden alırlar. Eski Mısır uygarlığında firavunların Tanrı olduğuna inanılması, Japonyada, İmparatorun kutsal bir kişiliğe sahip olması, Osmanlı Padişahlarının şeyhülislam ve Halife olması, Avrupada, geçmişte Kralların yönetme güçlerinin kaynağının ilahi, kutsal olduğuna inanılması bu görüşün uygulama örnekleridir. Tarihin en eski ilkel toplumlarından günümüze kadar bu anlayış çeşitli biçimlere bürünerek varlığını korumuştur. Örnek olması açısından Türkiye’de bir siyasal hareketin sloganı olan “Hakimiyet Allahındır” çıkartmalarına bir çok araç ve işyerinde rastladığımızı hatırlarsak, söz konusu yaklaşımın bu gün de varlığını sürdürüyor olduğunu görürüz.

Toplum Sözleşmesi Teorileri;

Hugo Grotius’e göre, insanlar tarihi süreçte, devletin bulunmadığı bir doğa durumunda yaşamışlardır. İnsanlar, bir otoritenin bulunmadığı güvensizlik ortamından kurtulup barış içinde yaşamak için bir toplum sözleşmesi yapmışlardır. Grotiuse göre toplum sözleşmesi tarihi bir gerçektir. Toplum durumunda geçmekte olan insanlar, devlet şeklini belirleyerek, kendi kendilerini yönetme güç ve iktidar yöneticilerine yani devlete devrederler. Halk sahip olduğu siyasi iktidarı yöneticilere devrettikten sonra, yönetim şeklini ve yöneticilerini değiştiremez. Yönetim şekli ve yöneticiler ne kadara kötü olurlarsa olsunlar, yönetilenler, yöneticilere itaat etmek zorundadırlar.

Thomas Hobbes, insanların devletin olmadığı bir doğa durumunda, hür ve eşit olarak yaşamış olduklarını varsaymaktadır. İnsanlar bir toplum sözleşmesi ile, kendi kendilerini yönetmekle ilgili bütün hak, yetki ve özgürlüklerini, diğer insanlarında aynı hak, yetki ve özgürlüklerinden vazgeçmeleri koşulu ile yöneticilere yani devlete devrederler. Hobbesin teorisinde devlet, vatandaşlara can güvenliğini sağlamak koşulu ile, sınırsız bir iktidara sahip olmaktadır. Dolayısı ile, Hobbes, totaliter devlete meşruluk kazandırmaya çalışmıştır.

John Lock, insanlar tarihi süreçte, devletin bulunmadığı bir doğa durumunda sahip oldukları yaşam, özgürlük ve mülkiyetlerini güvence altına alabilmek için, devlete bırakılan iktidar, sadece ceza kanunlarını çıkarmak, kanunları uygulamak, mülkiyeti korumak ve bunları halkın genel iyiliği için yapmaktadır. Egemen gerçek sahibi halktır. Locke, siyasi iktidarın çıkardığı yasalar için yönetilenlerin rızasını almak zorunda olduğunu söyleyerek, iktidar gücünü yönetilenlere yani halka dayandırmaktadır. Parlementer rejime meşruluk kazandırmaya çalışmıştır.

Jean-Jacques Rousseau Toplum sözleşmesi veya sosyal sözleşme; bireylerin karşılıklıuzlaşma, bazı kurallara uymak üzerinde anlaşma ve birbirlerini şiddet, sahtekârlık veya dikkatsizlikten korumak için birleştirdiğini varsaymıştır. İnsanlar arasındaki kullanımı, insanların birdevlete ya daotoriteyebağımsızlıklarının bir kısmından hukukun üstünlüğü anlayışı ile vazgeçmeleridir.

Rousseau'ya göre özgürlük ancak insanlar yasamada doğrudan yönetime sahip olduklarında var olabilir. Vatandaşlar, en azından bazı durumlarda, kendilerini yöneten temel kuralları seçebilmeli ve bunları ihtiyaç duyduklarında değiştirebilmeli, birvatandaşbireyciolmayı ve kendi çıkarlarını toplumsal çıkarların önüne koymayı tercih edebilmelidir. Ama toplumsal bir yapının parçası olarak, bir vatandaş bireyciliği bir yana koyarak toplumsal bir irade yaratmaya çalışacaktır. Bu nedenlehukukbütün olarak neyin toplum için faydalı olduğuna karar vermeli ve bireyler buna razı olmalı ya da zorla razı edilmelidir. Siyasi iktidarın güce dayanmadığını, eğer gücün hakkı yarattığı kabul edilirse, daha güçlü olanın siyasi iktidarı ele almak istemesi ihtimalinin daima olacağını, o halde siyasi iktidarın, yönetilenler tarafından yapılan toplum sözleşmesinden geldiğini kabul etmek zorunda olduğunu söylemektedir. Siyasi iktidarın meşru olabilmesi için yönetilenlerin onayına dayanmak durumundadır. Yönetilenlerin onayına, rızasına dayanmayan, yani güce dayanan siyasi iktidarlar ise meşru değildir. Siyasi iktidar yönetilenlerin onayına dayanmalarının yanında kanunların da yönetilenlerin onaylarına, rızalarına dayanmaları gerekir.

Toplum sözleşmesi ile insanlar iradelerini birleştirmiş ve bütün hak ve yetkileriyle topluma devretmişlerdir. Kişilerin devrettikleri iradeleri ile ortaya yeni bir irade çıkmaktadır. Bu genel iradedir. Genel irade, kişilerin iradelerinin toplamı değildir. Genel irade, kişilerin iradelerinin üstünde, kendine özgü bir varlığı olan, ortak iradedir. Siyasi iktidar işte bu iradeye aittir.

Ülkemizde, iktidarın meşruiyeti yönetilenlere mi, güce mi, yasalara mı yoksa kişilerin iradelerinin toplamı olmayan, kişilerin iradelerinin üstünde, kendine özgü bir varlığı olan ortak iradeye mi dayanmaktadır? Esas soru budur.

Nizamettin BİBER

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..