Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mart '13

 
Kategori
Deneme
 

İlan

İlan
 

Büke Akıncı o gün, evde dizüstü bilgisayarının başında otururken bir “klik” sesi ile oturduğu yerden kalkıp mavi köşkün yanındaki tiyatro salonundaki oyuna gitmek istemişti. Evet o kadar bilinçsizdi. Tüm gününün yorgunluğunun ardından süet dolgu topuk ayakkabılarını, oduncu gömleğini ve siyah kadife pantolonunu giydi ve üşenmeden mavi köşke yürüdü. Ama kapılar yüzüne kapandı. Şanslı gününde değildi. Siz o kadar bilinçsiz misiniz?

Merdivenlere oturmayı bile teklif etmişti. Ama nafile. Kötü canlı müzik yapan bir yerde oturup Bomonti içmeye karar verdi ve oturdu. Aklından geçen, bir aydır ne tiyatro ne de sinema gibi bir kültür-sanat içerikli dört duvar arası tıkılı kalmaya maruz bırakmamasıydı bedenini. Sadece İlhan Erşahin’s İstanbul Sessions ve Elif Çağlar’ı dinlemeye gitmişti kalabalık salonlara. Kahramanımızın modern zamanlardaki akşam etkinlikleri bunlardan ibaretti. Sosyal mesaj kaygısı içeren metinler geçiyordu o sırada aklından. Ali Parlak geçiyordu aklından, trenler geçiyordu, otobüsler, vapurlar… Doğru ya Ali Parlak da kimdi? O “aylak kadın” ya da “aylak insan” değil miydi? Bir başkası neden umurundaydı bu kadar? Hayata “sürtünmeye” başlamıştı. Sol ayağındaki ayakkabının topuğu yere sürtünüyordu, gömleği tenine sürtünüyordu, yüzük parmağına. Otururken bir kedi bacaklarına sürtünmüştü. Sarı-beyaz bir kedi. Çocukluğundan tanıdık gelen bir karakter. Kedi, çizmeli kediyi, çizmeli kedi de Ali P.’nin gülümsemesini anımsatmıştı. Ali P. Aslında sadece bir mezar taşıydı şu zamanda. Solucanların kafatasında “fink” attığı, kokuşmuş bir cesetten başkası değildi. Bir zamanlar o da et ve kemikti. Kan ve candı. Yürürdü, konuşurdu. Müzik dinlerdi, fikirleri vardı. Aşk diye bir duyguya inanmazdı, ukalanın önde gideniydi. Avukat olmak istiyordu. Can sıkıcı yetişkinler dünyasında can sıkıcı bir iş işte. Oysa Büke Akıncı’nın daha insanca hayalleri olmuştu her zaman. Hayvanlar ve doğayla ilişki kurmak, resim yapmak, fotoğraf çekmek, insanları ve gökyüzünü tanımak gibi. Büke Akıncı üniversite yıllarında yazar olma hevesiyle dönüp durmuştu da bir dönem. Saçlarını maviye boyatmak istemişti ama doğal olan her zaman daha iyiydi yapamadı bu yüzden. Rüyalarda yaşadı bu hayalini. Rüyalarında sık sık yüzerdi mesela. Gerçek hayatta pek yüzemezdi. Hali yoktu. Dünya, üzerinde öyle bir ağırlık yapıyordu ki çoğu şeyi yapmaya hali kalmıyordu. Balıklar yüzsündü işte, denizanaları da yetmez mi?

Ali Parlak’ın “parlak” zekasından nefret ederdi. Onun burjuva heveslerine s...k isterdi. Nasıl bu kadar “bilinçsiz” olabiliyordu Ali Parlak? Hani zekiydi? Hukuk dediğin kelimenin türevleri neydi? Hak, tahakküm, adalet…

Adalet yoktu 21. yüzyılda. Dünya bir lunapark ve kanalizasyon gibiydi. Her türlü oyuncak da vardı, her türden insanın dışkıları da oyuncakların altında. Bir yüzyulı özetlemek bu kadar kolaydı Büke Akıncı’ya göre. Aylaktı çünkü. 923 sayfalık, uzun soluklu bir roman yazmaya ihtiyacı yoktu. Konuyu uzatmayı sevmezdi tırnaklarını uzatmayı sevmediği gibi. Hatta o talihsiz gün tırnağını çok derinden kestiği için çirkin bir yara bandı ile dolaşmak zorunda kalmıştı. Çirkinliğe tahammülü yoktu. Kendisini de beğenmezdi Ali Parlak gibi. Özellikle burnunu ve saçlarını. Ama diğer insanlar onu beğenirlerdi, özellikle teninin solukluğunu ve saçlarını. Hassas bir insandı. 21. yüzyılda olması gereken en son özellikti bu. İnsanların kabalığı yüzünden sık sık kırılır ama neşeli görünmeye çalışırdı. Büke Akıncı da normal bir kadındı nihayetinde. Bir olay bekliyordu. Olaylar olguların hazırlayıcısı olduğu için. Hareketli bir hayata gereksinim duyuyordu.

Her şeyden habersiz kalktı oturduğu masadan. Eve gitti. Kitap okudu. Yattı. Hiçbir şey olmamış gibi. Asıl olanlar bilinçaltındaydı. Rüyalarında. Alice’in harikalar diyarı olmasa da bilinçaltıi “talihsiz serüvenler dizisi” denilebilecek kadar hareketliydi. Yatağının altında kirli bir havuz vardı. Dört kişi belirdi havuzda. Birisi kesinlikle Ali P. İdi. Birisi Büke Akıncı. Diğer ikisi ise figüran. Tecavüz. Havuzda yaşadığı, insan hayatı için belki de “en kötü” saldırılardan biriydi hayallerine tecavüz edilmesi. Nefesi kesildi. Yavaş yavaş dibe gömüldü. Boğuldu. Hayata gözlerini yumdu. Havuzun diplerine daldı. Daldı. Gün ışığını göremeyeceği bir okyanustaki adadan su yüzüne çıktı önce. Sonra karetta karettalar gibi kıyıya vurdu. Harikalar diyarını bulmuştu. Gördüklerine inanamıyordu. Tüm kötü anlardan uyanıp ölümsüzlüğe kavuşmuştu. Uyanamadı. Uyanmak istemedi. O adada rüyalarında yaşadı. Yaşadığı kırk yıllık acı dolu mavi gezegen deneyimini de hiç mi hiç hatırlamadı. Yüzdü, battı, çıktı, daldı. Kayboldu. Bir daha da bulunamadı.

Büke Akıncı. KAYIP ARANIYOR!

 
Toplam blog
: 8
: 428
Kayıt tarihi
: 03.08.12
 
 

Yazan insanımız Ege Üniversitesinde Türk Dili ve Edebiyatı okumakta, karşılaştırmalı edebiyata me..