Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Kasım '12

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

İletişim bir sanattır

İletişim bir sanattır
 

Bütün anlaşmazlıkların ve sorunların temel nedeni olan, haklılık-haksızlık olgusunu da vurguladığım “Allah söyletir” başlıklı yazım vesilesiyle bir yorumcum, hayatın içinden bir örnek vererek aşağıdaki sorunun yanıtını danıştı bana…

Soru şu:
“Mesela biri çıksa dese ki: “sende hissettiğim nefret gerçek”. O böyle derken karşısındaki de kendinden nefret edildiğini düşünür. Diğeri ise iyi niyetinden midir bilemem, “sadece duygudan bahsetmiştim” der… ama artık nereye çekersen… bi cümleyi kurmanın bir sürü yolu varken onun bunu seçmesi ister istemez düşündürür seni..! Bu haksızlıksa, karşısındakine bunları düşündürenin hiç mi suçu yok?”

İşte tam da bu yüzden zaten, iletişim bir sanattır denir… İnsanlar arasında iletişim, gerçekten çok zor bir olgudur. Doğru iletişim kurabilmek, insanın üzerinde eni-konu düşünmesini gerektiren bir gerçekliktedir. İnsanlar kurdukları cümleleri çok dikkatle, özenle ve yanlış anlamalara da, haksızlıklara da neden olmayacak, durup dururken bir de ilâve böyle bir soruna daha yol açmayacak şekilde kurmalıdırlar. Hele de herhangi bir sorun, bir durum üzerinde ve yine hele de direkt birbirleriyle ilgili, kendi ilişkileri ve kendilerinin yaptıkları birşeyler çerçevesinde bir durumu veya sorunu konuşmaktalarsa, daha da dikkatli ve özenli olmak durumundadırlar.

Özellikle kendileriyle ilgili hususlarda kesinlikle “sen” dilini değil “ben” dilini kullanmanın ve kendi o anki düşüncesini karşısındakine mal etmeden, karşısındakine her hangi bir olumsuzluk yöneltmeden, yüklemeden, yani bir yargı - bir suçlama, bir değersizleştirme, hafifseme veya küçümseme gibi değil de, bu fikri ya da düşüncesini veya tesbitini “bir soru cümlesi” halinde kurmasının veya onunla bunu dertleşircesine, paylaşırcasına ifade etmesinin müthiş yararları vardır.

Ama ne var ki insanların yine çoğu kendini pek de doğru ifade edememektedirler de… bu da yine bir gerçektir ne yazık ki.

Onun için önce bu gerçeği bilmekte, bunun önemini de bilmekte, bu ilk etapta şu söylediklerimi hiç akıldan çıkarmamakta her insan için mutlak bir fayda vardır. Herkes için, her iki taraf için de… Hatta, konuşmanın veya meselenin tümüyle dışında olsalar dahi, herhangi bir iletişime/konuşmaya varsa eğer o anda tanık olanlar, o anda o mecliste bulunanlar için bile.

Şunu  da belirtmeliyim ki, yorumcum da bu konuyu bana danışırken, soruyu çok karışık sormuş. Tam anlaşılır ve doğru bir şekilde sorulmamış. Hatta daha iyi anlaşılsın diye ben minik birkaç düzeltmeyle aktardım buraya. Defalarca okumuş olmama rağmen, halâ daha da asıl o en sonda sorulanı doğru mu anladım, çok az da olsa tereddüdüm var; halâ karışık geliyor ki senelerdir sürekli bu tür soru ve sorunlar üzerinde çalışmalarım, çözümlemelerim sayesinde bende gelişen artık otomatik olarak, değil şablonu, ötesini bile anında gören, anlayan bana bile.

Zira o en sondaki cümlesinden, pekala, “sende hissettiğim nefret gerçek” diyene böyle düşündürtenin hiç mi suçu yok şeklinde de anlaşılabilir bu soru. Ama bence, asıl diğer türlü sorulmuş olmalı. Dilerim yanılmıyorumdur.

Onun için doğru anladıysam eğer, en sondaki o “asıl” soru’nun cevabını hemen vereyim: Hiç suçu olmaz mı, vardır tabii, sorumludur öyle bir cümle kurmaktan.

Çünkü herşeyden evvel, direkt karşısındakine bir olumsuzluk yüklemekte, “nefret” gibi olumsuz-sevimsiz-hoşlanılmayan ve makbul olmayan  bir duyguyu ona mal etmekte, onda öyle bir duygununun var olduğuna dair, üstelik de “kesin” bir yargı, bir “hüküm” içermektedir. Yani bir suçlama, sanki bir değersizleştirme gibi bir anlam dahi yüklüdür. Ve cümle, asıl ifade ettiği o durumun doğru olup olmadığından önce, yani atfedilen o nefret duygusunun gerçekten var olup  olmadığından, öyle olup olmadığından “önce”, cümlenin kendi yapısı itibariyle, az önce bahsettiğim o niteliklerinden, o nedenlerden dolayı zaten yanlıştır, yanlış bir cümledir.

Yanlıştır çünkü, iletişimi de direkt bambaşka bir yöne saptırır.

İnsan psikolojisi ve egosu gereği, kendisine böyle bir cümle kurulan her insan, herkes, istisnasız bir şekilde böyle bir cümle karşısında daha ilk anda ve direkt, en azından irrite olur. Yine en azından bir soru işareti ve olumsuz bir etki yaratır karşı tarafta.

Aradaki iletişimin-ilişkinin durumuna, süresine-yakınlığa, güvene göre de, bu cümleye muhatap olandan da karşı bir tepki gelecektir haliyle. En hafifinden, ola ki bir itiraz, hatta büyük ihtimal onun da karşısındakine bir suçlaması, yargısı, olumsuzluğu, karşı bir saldırısı girmiş olacaktır devreye. Neredeyse kaçınılmazdır bu. Savunmaya geçecektir otomatikman.

Böylece de iletişim, daha o anda zaten kopmuş ve durum direkt kişiselleşmiş, kasıt yoksa eğer hiç farkında bile olunmadan kişiselleştirilmiş olacaktır. Kasıt varsa çoğu kez kötü niyet de var demektir ki,  o zaten direkt ve başlı başına yanlıştır. Ama her ikisinin de hiç böyle bir niyeti-kastı olmadığı hallerde dahi, mesele, kişilikler-benlikler üzerine sanki yöneltilmiş bir saldırı gibi olacak, öyle ki  her ikisinin tümüyle dışında belki bambaşka bir konu, bir durum hattâ sakince konuşuluyor olsa bile, o asıl mesele-konu unutulup o anda tümüyle devre dışı kalmış olacak ve o andan itibaren iş artık direkt kişilik çatışmasına dönüşmüş olacaktır.

Halbuki o cümle, “Sende bir şeylere karşı/ya da filancaya.. (hatta bana da diyebilir) sanki bir nefret varmış, böyle bir duygun varmış gibi hissediyorum, ne dersin, olabilir mi böyle bir şey?” veya “ben mi yanlış düşünüyorum/doğru mu düşünüyorum?” şeklinde mesela kurulsa, ya da  “benden nefret ettiğini hissediyorum, böyle düşünüyorum, eğer öyleyse söyleyebilirsin, böyle mi?” dese…  büyük ihtimal karşı taraftan da cevap yine itiraz şeklinde bir “yooo” olarak gelecektir ama, hiç olmazsa durum bir kişilik çatışmasına dönüşmemiş, bir soru-cevap şeklinde meselenin daha net ve  birbirlerini kırmadan incitmeden konuşulmasına, konuşmanın da yine o konuda sürdürülmesine, böylece meselenin özüne inilebilmesine de olanak tanınmış olacaktır.

Gerçekten bir diğerine karşı iyi niyetli olan insanlar zaten bunu gözeterek konuşurlar. Ama taraflardan birinin ard niyet, kötü niyet, kuşku, güvensizlik gibi kişiliksel de olabilir bir yanlışı-olumsuzluğu-sorunu var ise, karşısındakini hedef alarak, onu saldırı hedefi yaparak konuşur ve o öyle konuştuğu anda, öyle konuştuğu için de, diğeri iyi niyetli olsa dahi, o da artık onu  hedef alarak konuşacaktır, çünkü kendisi hedef alınmıştır, saldırılmıştır, hedef alan da diğeri olduğuna göre, haliyle o da otomatikman kendisine saldıranı hedef alacaktır.

Ancak, tabii o cümlenin öncesinde ne denmiştir, ne olmuştur da neye binaen o cümle öyle de kurulmuştur, o da önemlidir tabii… Vurgusu, tonlaması, mimikler, beden dili… bunlar da önemlidir.

Fakat soruda böyle bir detay verilmedği için, ben de “direkt olarak böyle dendiği” varsayımıyla irdeliyorum bunu doğal olarak.

O cümleyi takiben, buna muhatap olanın duygusunu/düşüncesini belirten kısma geçersek de eğer… Mesela bana böyle bir cümle kurulmuş olsa ben, orda belirtildiği gibi benden nefret edildiğini değil de, karşımdakinin niye böyle dediğini, niye böyle söylediğini, onun niye böyle hissettiğini, niye böyle düşündüğünü düşünürdüm hemen,  ilk an itibariyle. Ve bunu da sorardım o kişiye neden böyle dedin diye.

Ki nitekim, örnekte de sorulmuştur ki demek, “sadece duygudan bahsetmiştim” diye  de cevap gelmiştir.

Tabii ki böyle bir cevap da, karşı taraf için  pek tatminkâr olmamıştır.

Çünkü  bu örneğe binaen, şöyle bir durum da  söz konusu olabilir… eğer kişiye atfedilen o “nefret” duygusu, buna muhtap olan kişi tarafndan, gerçekten onda bu duygu var ise, bu durum daha başka değerlendirilir, ama öyle bir duygusu gerçekte olmadığı halde böyle denmişse çok daha başka değerlendirilecektir ve o koşulda durum ayrıca biir “haksızlık” da içermiş olacaktır  kuşkusuz. Yani kişi haksızlığa da uğramış durumda olacaktır.
 
Nitekim, örnekte de “bu haksızlıksa” dendiği için, öyle olduğunu da düşünürsek, o zaman o “ilk” cümleyi kuran kişi bundan dolayı, asıl ve daha büyük ve önemli bir haksızlığı zaten yapmış, haksızlık etmiş de olur ki, o zaman, sadece o ilk cümlesini o şekilde yanlış kurmuş olması nedeniyle değil, ona ilaveten, ayrıca o asıl haksızlıktan dolayı da iki katı suçlu, sorumlu ve haksız olmuş, iki misli, iki ayrı yanlış yapmış olur.

Prensip şudur daima: Bir yanlış var mıdır, yok mudur?

Kötü  niyet, ard niyet her zaman bir yanlıştır,

kasıt –kasten canı yansın, acısın, kötü hissetsin, ürksün, sinsin vs diye- çoğu durumda bir yanlıştır,

gerçekte var olmayan, olmamış, öyle olmayan “herşey”, yine her zaman  yanlıştır, ve

haksızlık kesinkes ve daima en öncül, en önemli, en ağır ve kötü yanlıştır.


Buna göre, her ne niyetle, her ne etkiyle olursa olsun, bir yerde/bir kişide/bir söylemde/ bir hareket ya da davranışta herhangi bir şekilde bir “yanlış” var ise, her yanlışından her insan mutlak şekilde sorumludur, suçludur, haksızdır, onu telâfi etmek durumundadır. Telâfi etmez ise de eğer ve/veya zaten o kişide olmayan negatif bir şey ona atfedilmiş ise keza yine, bu her iki durum da direkt tam anlamıyla, başlıbaşına haksızlığa girmiş olur ki, hatta duruma göre, yapılan haksızlığın türüne , niteliğine göre iftiraya, hakarete dahi girebilir ve tüm bunların hepsi ayrıca zaten “KUL HAKKINA” da girer, yanlış yapılanın/haksızlık edilenin rızası dahilinde telâfi de edilmedikçe.

Böyle… Dilerim tatminkâr bir cevap olabilmiştir.

Sağlıklı, doğru ve her zaman sorunsuz iletişimler kurmamız, kurabilmemiz dileğiyle ki… ben de, herkes de dahil:)))

Zordur hakikaten çok zordur, hele haksızlığa uğradığınızda hepten:)

Sevgiyle kalın…




Filiz Alev
08.11.”12

 

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..