Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '06

 
Kategori
Felsefe
 

İlişkiler

İlişkiler
 

Şöyle bir baktım da; ama eğri ama doğru, kimine göre yanlış, diğerine göre kısmen hatalıda olsa bir çok yargı, bir çok tespit, bir çok fikir sahibiyiz... Ama neredeyse tamamı bir diğeri hakkında. "Bence" diyerek başlasakta, yargılamamaya çalışsakta, hatta uğruna ayrılıklar yaşasakta galiba henüz çok azımız "HERKEZİN KENDİ DOĞRUSU" olduğunu kabul edip hayatını böyle yaşayabilecek halde...

Küçüklüğümden beri, bana dayatılarak söylenenlere karşı içimde bastırılamaz bir isyan, tepki verme, karşı koyma, menfaatlerime uygun bile olsa söylenen emir kipiyle söylendiyse; bir direnme oluşmuştur.

Küçük bir kız çocuğuyken bundan dolayı canım çok yansada, "hep acımadı ki" der, için için ağlarken güçlü durmak ve göz pınarlarımda biriken yaşları karşı taraftakini mutlu etmemek adına " bak ben sana demiştim işte" dedirtmemek uğruna, saklardım...

Bir süreden beri ise, hala kendi doğrularım, kendi gerçeklerime, kendi doğru olduğunu düşündüklerime sahip çıkıyor ve bunun çerçevesinde yaşamaya gayret ediyorum.

Değişen ise, şu oldu: Önceleri olduğu gibi sadece usluptan dolayı, direnip karşı tarafı anlamak için kendime bir şans dahi tanımadığım durumlarda, tamamen bu uslubu, onun şahsi tutumu olarak alıp, kişiselleştirmeden bundan arınmış bir biçimde dinleyip anlatılanları algılamaya, anlamaya çabalıyorum...

Ve övünmek gibi olmasın ama, yaşadığım yakın zamanda bu konuya hazırlık dersi olduğunu artık adım gibi bildiğim deneyimler sayesinde, şimdi artık bunu hatta fazlasını da gayet iyi başarabiliyorum...

Kim ne derse desin, benim hakkımda beni istediği gibi eleştirsin, dilerse yargılayıp katagorize dahi etsin:) Onu büyük bir sukunetle, saygıyla, anlama gayretiyle, objektifliğimi koruyarak, şahsi almadan dinlemeyi nihayet hayatıma geçirebildim.
Şükürler olsun...

Tüm bunları yaparken de asla "sen anlat, anlat heyecanlı oluyor" tarzında tek kaşım yukarıda bir tavrım sergilememk adına bedendilimde de sesiz ve yansız kalmaya gayret ediyorum.

Çünkü her sözden, acı tatlı , küçükten geldi büyükten duydum demeksizin her sözden alınacaklar olduğunu fark ettim. Çünkü "söyleyene değil söyletene bak" derler ya, işte meselenin burada olduğuna inanıyorum.

Biz seçtik, duymamız gerekti istedik talep edincede birileri vesile oldu. Usluba, şekle şemale değil, içeriğe bakmak gerekiyor dostlarım...

Ben herkezin kendi doğrusu ve gerçeği olduğuna canı gönülden inanıyorum. Biz karşı tarafın bakış açısı, seçimleri, ihtiyaçları konusunda ahkam kesme hakkına sahip değiliz, olamayız da.

Yapabileceğimiz yegane şey: ister farkındalığı diğerine göre bir nebze olsun fazla ola deyin, ister daha önce yola koyulan, yada bu alanda daha verimli çalışan o an ki realitede ve sadece bu alanda ondan ileride (üstün değil) olduğundan diğerinin talepleri doğrultusunda ve en önemlisi talep edenin algılayışı nispetinde ona önerilerde bulunur, yoluna bir nebze ışık tutar. Mevlananın tabiriyle de: karşı taraf testisi kadar alır...

Talep var da, hala idrak yoksa; demek zaman var diyerek geride durmayı, dayatmamayı, bilmekte hocanın, öğretmenin, ilerde olanın farkındalığı yüksek olanın, yada bazen geride durmayı, sabrı bilenin işi değil midir?.

Bu da zaten, o ileride olan kişinin dersidir.

Ben hoca öğrenci ilişkisi gibi almıyorum aslında bu fark edişleri. Her farkındalık konusunda ayrı ayı; her bir taraf öğretmen, her bir taraf öğrenci oluyor.

Eğer dikkatle fark etmeye bakarak irdelerseniz tüm karşılaştığımız olaylarda (bize musibet, şer, kötü, acı deneyimletiliyor sandıklarımızda bilhassa) öğrenmemize vesilen olan da, en az bizim kadar ders alır.
Öğrenir... ancak, kavranacak olanlar, onun alacağı ile senin ki, bir olmaz o başka. Olsa herbirimiz aynı deneyimleri yaşamayı seçerek gelmiş olmalıydık ki, bu da imkaansız ve bize bunları yaşatacak kim olacaktı? Değil mi?

İnanın bunları değil bambaşka şeyleri yazmak niyetiyle başlamıştım konuya ve şimdi buralara geldik. Demek ki ortak alan (aynı zaman da ortaya karışık alanı da) evrenden ihtiyacı olanı bir vesile bulup, beni alet edip gerekeni çekti...

Biz yeter ki, ihtiyaç duyalım, umulmadık bir yerde umulmadık bir elden umulmadık şekilde gerekeni kapımızda bulacağımıza inanırım ben.
Fakat iş ki, ihtiyacımı olduğunu düşündüklerimizi seçerken ve belirlerken duygularımızla değil de; aklımız ve hislerimizle talep edelim bunları...

Tabi bu da benim realitemde, bu boyutta, şimdilik fark edebildiklerim, anlayabildiğimi düşündüklerim...
Kısacası benim gerçeklerim...

Biri vardı bir zamanlar; onunla aynı şekilde düşünmem için beni uzun boylu zorladı bir çok konuda. O, kimsenin "kendi gerçeği", "kendi doğrusu" olabileceğine inanmazdı. Daha doğrusu bunu bilir, anlar ama savunmazdı...
Halen de öyle, ama ben bunun da; onun doğrusu olduğunu zaten kabul etmiştim çoktan...

Ama direten taraf, için karşısındakinin onun görüşlerine saygı duyması, bunları kabul etmesiyle yetinmez. Bunla tatmin olmaz. Tabiri caizsse "bu onu asla kesmez" O diğerine kandi doğrularını dayatmayı, onları kendine benzetmeyi talep eder. Diğerini değiştirmeyi, kendi kalıplarına sokmayı zorlar.

Bu daha kolaydır çünkü: bir diğerini olduğu gibi sevmekten, olduğu gibi her neyse o haliyle kabul edip, koşulsuz bir sevgiyi, farklı olmanın keyfini, böylelikle çeşitliliği deneyimleyebileceği bağımsız, özgür bir sevgiyi seçmekten daha kolaydır ona göre...

Daha kolaydır, değiştirerek, kendi kalıplarına uydurmaya çalışarak, tehtitler savurarak ve bu yapılanların adına "ne yaptıysam sevgi içindi" diyerek sevmek...

O halde karşı dakinin bu haline rağmen; bu renkliliği seçerek, değiştirme çabasına girişmeden, farklılıklatan keyif alarak. Sadece sürten yerlerinin biraz olsun törpülendiğinde, güleryüzle olduğu haliyle karşındakini yargılamadan sevenin sevgisi, yaptıkları onlar ne içindi ?
Bu denli esneklik, hoş görü teslimiyeti her haliyle kabulleniş "sevgiden değil miydi?"

Ben çevreme şöyle bir baktığımda neyi fark ettim biliyor musunuz: Birbirimizi akışta, huzur içinde, olduğu gibi, herhaliyle sevebildiğimiz ilişkilerin nedenli az olduğunu..

Sahiplenip boğmadığımız, acı verip acı yaşamaktan, kaprislerden, saçma sapan oyunlardan, yersiz paranoyalardan uzak sevgilerin ne kadar zor bulunduğunu...

Sevildiğimizi bilmenin verdiği o dayanılmaz, o üstün huzur, o sanki bu dünyaya ait olmayan denge ve dinginlik duygusunun yaşandığı ilişkilerin neredeyse bulunmadığını...

Ve bunların varlığının o ilişkiye ve kişilere verdiği özgüvene aslında ne kadar ihtiyaç duyulduğunu...

Bu güvenin etkilerini, yansımalarını kişilerin benliklerinde de taşıdığını görebileceğimiz; macro farkındalık seviyesinde yaşanacak türden: keyifli, geliştiren, özgür, sağlıklı zihin ve sağlıklı ruhların karşılıklı yaşayabileceği türden birlikteliklerin tadını fazlasıyla özlediğimi fark ettim...

Sağlam kafa sağlam vücutta bulunduğu gibi, sağlam bir beraberlikte ancak tarafların dengede bir Hal ve denklik içinde bulunduğunda kurulabilir inancındayım. Paylaşmak istedim...

Sağlıklı günler, sağlıklı beraberlikler dilerim...

Sevgi ve ışıkla
Ayna

15.09.06

 
Toplam blog
: 268
: 1969
Kayıt tarihi
: 15.09.06
 
 

Var olan her oluş ve bozuluş hakkında gözlem, tahlil ve sonuca varma sürecindeki yolculuğumu, siz..