Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Haziran '20

 
Kategori
Psikoloji
 

İlişkilerde Bağlanma-1-

“Sevenler en sonunda bir yerlerde buluşmazlar.

Onlar en başından beri birbirlerinin içindedir. “

Mevlana

 

Öyle bir döneme denk geldik ki, bilen bilmeyen, yaşayan yaşamayan bir sürü insan konu ilişkiler olduğunda bir anda “bilirkişi” edasına bürünebiliyor. Bunca insan “ ilişki söyleşileri” yaparken nasıl oluyor da bunca problemli ilişki vuku buluyor anlamak çok güç(!)

Bu yazının hazırlık aşamasında fazlaca farklı kaynaktan fazlaca bakış açılarına denk geldim ama ilişkilerde sağlıklı bağlanma süreci dediğimizde galiba önce en temelden başlamak gerekiyor ele almaya. Yani “ ilişki” kavramının ta kendisinden. Sahi, dillerimize pelesenk olmuş bu kavram ne anlama geliyor. Hele bir de sonuna “ bağlanma” kavramı eklendiği gibi, iyice derya deniz bir literatür ile karşı karşıya kalıyoruz. Oysa pratik yaşam bambaşka. Psikiyatristler, Psikologlar, Psikolojik Danışmanlar, Aile Terapistleri vs derken “ ilişkilerde bağlanma süreci ve problemleri” üzerine sayısız yazın çıkarmışlarken; pratik yaşamda karşılaştığımız problemlerin çözümlerine yönelik pek az kaynak ile karşılaşmış olmak ne ilginç bir ironidir.

            Bu sebeple yazıma başlarken, Mevlana’nın “ Sevenler en sonunda bir yerlerde buluşmazlar. Onlar en başından beri birbirlerinin içindedir.” Sözü ile başlamaya karar verdim.

Ne derin bir manası var öyle değil mi? Sevmek… İlişki kavramını düşündüğüm zaman neden bilmem sevmek kavramından çok da uzakta düşünemiyorum. Elbette her ilişki “sevgi” üzerine kurulmuyor bu da ayrı bir konu. Dedim ya, önce kavramın anlamını irdeleyerek işe başlayalım. “ İlişki: insanları birbirine bağlayan bağ, yakınlık, dostluk, sevgililik…” gibi açıklamalarla karşımıza çıkıyor. Peki, “bağlanma” ne demek diye araştırmaya koyulduğumuzda ne ile karşılaşıyoruz? Hemen anlatayım, Psikoloji bilimi bağlanma kavramından için diyor ki; “ bireyin başka bir kişiden yakınlık bekleme eğilimi ve bu kişi yanında olduğunda bireyin kendini güvende hissetmesi.”

            Sevgi ile yola çıkmıştık ama gördüğünüz gibi karşımıza şimdi bir de “güven” diye bir kavram çıkıverdi. Sanırım psikoloji ile ilgilenmenin en zor tarafı, tüm bu kavramlar arasında bir yerde insanın “anlam arayışı.” Bu durumda demek ki, ilişkilerde bağlanma üzerine bir şeyler anlatmaya yelteneceksek, şüphesiz güven kavramından yola çıkıp sevgi ile anlam kazanıp sağlıklı bir bağlanmaya doğru yolculuk edeceğiz. Bu da işin “felsefesi” tabi ki.

Şimdi size birkaç şeyden bahsetmek istiyorum…

Öğrendim ki, biz anlayana kadar yaşam bize ders vermeye ve nedense aynı yerlerden sorular sormaya devam ediyor. Gerçekten de en etkili öğretmen, yaşamın ta kendisi. Yani diğer adıyla, tecrübe dediğimiz şey. Bazen sürekli aynı şeyleri yaşayıp duruyormuşuz gibi hissediyoruz, hani dedim ya karakterler değişiyor, mekânlar değişiyor, zaman değişiyor ama öykü aynı öykü.

Geçenlerde sosyal medyada bir “yaşam koçunun” sayfasında şöyle bir yazıya denk geldim; “ sen öğrenene kadar ders devam eder. Hep aynı şey neden benim başıma geliyor diye düşünüyorsan, bakış açını sorgula.” Genelde kişisel gelişimcilerin benzer şeyler söylediklerine şahit oluyorum, kusura bakmasınlar ama dersin devam etme sebebi bunu öğrenmemiş olmamız değil. En çok da buna itiraz ediyorum. Söyler misiniz, ne yapacağımıza dair yardımcı olan birileri var mı? Keşke mesele farkında olmak ile neticelenebilecek kadar basit olsaydı. Üniversite yıllarımda, Antalya’da okurken bir gün Psikoloji dersinde hocamız kendi çalışmalarından bahsetmeye başlamıştı, “bağlanma süreci” öyle ilgi çekici bir konuydu ki, araştırmacı ruhum beni bir anda bu konunun derinliklerine inmeye itti. Hatta kendimi birden bağlanma konusunu araştıran bir öğrenci olarak buldum desem yeridir. Günler süren araştırmalarım bir tür diyalektik gibi ucu bucağı olmayan yeni kapılara ulaştırıyordu beni. Kendimde keşfetmem gereken önemli şeyler olduğunun farkındaydım. Laf lafı açıyor ama gelmişken bahsedeyim, ülkemizin psikoloji bilimi ile tanışıklığı öyle çok eskiye falan dayanmıyor. Hatta gerçek bir bilim alanı saygınlığını kazanmaya bile yeni yeni başladı desek yeridir. Tabi bunda tv dizilerinin, sosyal medyanın ve duayen hocalarımızın katkıları büyük. Neyse, konumuz bağlanma.

Yani ilişkiler.

Hayatınız boyunca kuracağınız tüm bağların yani hayatınıza alacağınız herkesle yaşayacağınız ilişkilerin en önemli yapı taşının, hayatınızın ilk ilişkisini nasıl yaşadığınız ile ilgili olduğunu biliyor muydunuz?

Peki, ilk ilişkinizi hatırlıyor musunuz?

Durun, durun heyecanlanmayın. Ben hatırlatayım.

Bu yaşamda ilk ilişkinizi “ anneniz” ile kurdunuz. Anne.

Anneniz, sizinle kurduğu bu ilişkinin sizin hayatınızın en temel noktası olduğunu, olacağını bilse kendini ona göre geliştirir miydi, bilinmez ama yaşamın o ilk 1-1,5 yılı bütün hayatınızı etkiliyor.

 Büyüyünce nasıl bir insan olacağımız, karakterimiz, mizacımız, duygusallığımız, arkadaş seçimlerimiz, eş seçimlerimiz, meslek seçimlerimiz ve hatta hayata karşı sergilediğimiz tavır ve tutumlar ve aklımıza gelecek çoğu şeyin temelini yaşamımızın ilk yıllarında annelerimiz atıyor. Elbette ki öyle kutsallar ki, fedakârlıkları, sevgileri, güvenleri öyle önemli ki. Bir de babalarımız var tabi ki onları da anmadan geçemeyiz. Ben de şuna inananlardanımdır mesela, eğer sağlıklı güçlü, ilgili, bilgili ve donanımlı bir babaya sahipseniz başaramayacağınız çok az şey vardır. Aslında anne ya da baba diye ayırmak yerine ebeveyn de diyebiliriz. Elbette hayat hepimize adil davranmıyor. Kimimiz daha doğarken kaybediyoruz annemizi, kimimiz babasının adını bile hiç duymadan büyüyor. Kimi şefkat dolu bir evde büyürken kimi sanki elli kat yabancının yanındaymış gibi sevgi açı büyüyebiliyor. Maalesef hayat doğrusal değil. Herkes aynı hayatta ama maalesef herkes aynı hayatı yaşamıyor.

Yine de öyle bile olsa, ilk bağımızı kurduğumuz her kim ise çok önemli. Onunla güvenli bir ilişki kurabilmiş olmak, fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarımızın ebeveyn veya bakıcımız tarafından sağlıklı şekilde karşılanması, henüz daha mini minnacık bir bebeyken bile bir birey olarak değerlendirilmek oldukça önemli.

Çünkü o bebek bir gün büyüyor. Büyüyecek. O bebekten bir gün seçimler yapmasını bekleyeceğiz. O bebek bir gün ev geçindirecek. Meslek sahibi olacak. Gelişecek. Geliştirecek kendini. O bebekten “insan” olmasını isteyeceğiz.

İşte hepimiz o bebeğin ta kendisiyiz. Ve bugün ki durduğumuz bu noktaya dün ile geldik. İlk dünümüz ise, annemizin kucağına alındığımız o ilk gün…

İşte hikâye burada başlıyor sevgili yol arkadaşım.

Sil baştan döngüsünü kırmanın ilk büyük adımı, yaşamdaki kurduğumuz ilk ilişkinin farkına varmak. Yani bu anne olabilir, baba olabilir, sütanne olabilir, dede veya nene olabilir ya da tüm bunların yerine geçebilecek bir bakıcı olabilir. Hepimizin hikâyesinde buraya konumlandıracağı birisi muhakkak vardır.

Hayatımı, karakterimi, seçimlerimi şekillendiren en önemli şeyin annemle kurduğum bağ olduğunu anlamam üniversite yıllarıma dayanıyor. Ne zaman ki Freud amca hayatıma dâhil olmaya başladı ben de bazı şeyleri daha iyi sorgulamaya ve anlamaya başladım. Başka kuramcılar tanıdıkça O’ndan soğuduğum zamanlar olsa da dönüp dolaşıp haklı bulduğum yegâne isim şüphesiz Sigmund Freud olmuştur. O’nun Psikoseksüel Gelişim Kuramı ve Psikanalitik Kuramı hayatımın girintilerini çıkıntılarını anlamam konusunda bana çok büyük ışık tuttu.

Davranışlarımı, duygularımı sorguladığım zamanlarda çoğu defa geçmişimden izler buldukça da haklılığını kendi içimde kendime ispat etmiş oldum diyebilirim.

Mesela eğer çalışan bir anneye sahipseniz, annenize en çok ihtiyacınız olan zamanlarda karşınızda maalesef bir bakıcı bulacaksınız. Ve bu bakıcı sizin fizyolojik ihtiyaçlarınızı karşılamaya yetse bile çoğu zaman psikolojik ihtiyaçlarınızı karşılayamayacak.

Örneğin; “güvenli bir liman” ihtiyacı. Hepimizin içinde yaşamın ta o ilk yıllarından itibaren süregelen bir güven ihtiyacı olduğunu biliyor muydunuz? Güvenli bağlanma kavramı da buradan geliyor. Henüz bebekliğinizin ilk aylarında, ağladığınızda annenizi yanınızda bulmanız kokusu, sütü veya dokunuşu ile size orada olduğunu hissettirmesi demek yetişkin olduğunuzda güven problemini çözmüş birisi olmanıza kadar götürecektir.

            Bir çalışan anne çocuğu olarak büyüdüğüm için, yanı başındaki bir insanı özlemenin nasıl bir duygu olduğunu maalesef çokça deneyimledim. İlgisine sevgisine muhtaç olduğun bir insanın günün büyük bir bölümünü başka bir yerde geçiriyor olması maalesef çocukların öyle kolay anlayabileceği bir şey olmuyor. Gerçi zamane annelerinin çocuklarıyla çoğu şeyi daha rahat paylaştıklarını görebiliyorsunuzdur.

Yine de seni sen yapan, bizi biz yapan temel değerlerimiz ilk burada başlıyor işte…

Tam da bu noktada aklıma yıllar önce okuduğum, “pulsuz dilekçe” isimli bir metinden bir anekdot geliyor, küçük bir çocuğun ağzından yazılmış bu mektupta şöyle söylüyor yazar anne ve babasına, “seçme şansım olmadı ama seçme şansım olsaydı da yine sizi seçerdim” herhalde yaşamın bu hassas kalplerinin anne ve babasını değiştirmeye istekli olacak çok az insan vardır. Kim bilir neler deneyimlemiş olmak gerekir bunun için. Ki bu da ayrı bir kitap konusu olabilecek bir detaydır. Hani demiştik ya hayat herkese adil davranmıyor diye, o hesap işte. Kimisi anne- baba kokusuna aç büyürken, kimisi öyle bir canlıya anne-baba demek zorunda kalmıştır ki her gün yaşamaktan nefret eder hale gelmiştir. Konumuz bu değil. Konumuz kurduğumuz o ilk ilişkinin yaşam boyu bizimle beraber büyüyüp gelişmesi. Adeta yanı başımızdan hiç ayrılmayacak bir iz olarak kalması heybelerimizde.

Öyle ki tüm kötü alışkanlıklarımızın da temeli yine oraya ait. Ne büyük sorumluluk şu ebeveyn olmak dedikleri. Emeklemekten yürümeye, düşmekten kalkmaya, kanayan dizlerimize kondurulan öpücüklerden, aşk acısı ile kendini kaybetmeye varan yolculuklarımız…

Hayatın kendisi de bu yoldan ibaret değil mi zaten?

Yazı dizimizin ilkini yine Mevlana ile bitirelim ne dersiniz? 

“Yaşadığın dünyaya bak; yüce tanrı, hangi eserini sevginin kucağında büyütmemiş? Neden okşamak ve kucaklamakla gidilecek yere, tekme ve tokatla erişmeyi tercih edesin?” ..

 

Devamı gelecek …

 

 

 
Toplam blog
: 31
: 523
Kayıt tarihi
: 19.04.12
 
 

Psikoloji - Felsefe - Özel Eğitim - Rehberlik  " Tüm çocuklar gülsün diye, gökyüzünü Mavi'ye boya..