Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ocak '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

İlk aşk...

İlk aşk...
 

Tam yirmisekiz yıl sonra ; Ben …. diyordu , telefondaki erkek sesi. İnternetten buldum seni. Sen O’ sun değil mi? Ne olur, O olduğunu söyle bana…

Kadın ayağa kalkıp , işyerinin yan cephesindeki ıssız parka bakan pencerenin önüne yöneldi. Odadaki kalabalığa aldırış etmeden konuşmaya başladı.

İlk aşkı, ilk sevdiği, hayatı öğrendiği, ilk giden, bir türlü çözemediği, hep hayal ettiği, yıllardır sadece düşlerinde buluştuğu aşkı , telefonun öbür ucundaydı işte.

Lisedeki sınıfın penceresinden seyredip de dalıp gittiği köy yolunu düşündü. Karadenizi ayıran dağlara kıvrıla kıvrıla giden köy yolunu.

Öğrenci olaylarının yoğun olduğu dönemlerdi. Üniversiteler belirsiz bir tarihe kadar kapatılmış, üniversiteliler memleketlerine dönmüşlerdi. Okul çıkışlarında rastlar olmuştu ona sık sık. O lacivert gözlü, uzun kıvırcık saçlı, muntazam burunlu, uzun boylu ve tel çerçeveli gözlüklü, parkalı, zıplaya zıplaya yürüyen üniversiteli delikanlıya.

Mevsim bahar, aylardan nisan ve zamanlardan aşktı…

Hiç unutmadığı bir tarihte tanıştılar.

Tanışmaları buluşmalar; buluşmaları mektuplaşmalar kovaladı.

O zamanlar ne cep telefonu, ne internet , ne arkadaşlık siteleri vardı. Sadece toz pembe kağıtlara yazılan çiçeklerle süslü, ucu yanık sayfalar dolusu mektuplar...

Annesinden köşe bucak gizlediği günlüklerini ilk o zaman tutmaya başladı. İlk aşkının günlüğü. Hangi kuytu köşeye gizlerse gizlesin, annesi usta bir dedektif edasıyla mutlaka bulup çıkarır okur, o da fark ederdi. Bir gün “ anne yeter artık, ayıp değil mi yaptığın şey “ diye yazsa da günlüğüne, annesi hiç utanmadı. O da kendi kendine bir yazı dili icat etti, büyük bir keyifle ; annesi pek keyiflenmese de bu işe…

Annesinin çaresizlik içinde evde dört dönüşünü hatırladı hüzünlü bir sevinçle , o günkü gibi.

Ve sınıfın penceresinden görünen , Karadenizi ayıran dağlara kıvrıla kıvrıla giden köy yolunu.

Tanışalı bir ay olmuştu henüz. Mevsimlerden hala bahardı. Renklerse hep içine lacivert kaçmış…

Sınıfın penceresinden dalıp dalıp içinde kaybolduğu , kıvrıla kıvrıla dağların arasında yiten köy yolunun bomboş kalmasına daha fazla dayanamayıp...Okulu kırdı bir gün.

Elinden tuttuğu gibi kaçırdı sevdiceğini o köy yoluna, üstünde önlüğü ile hemde.

Yıllardır uzaktan seyredip, üstüne hayaller kurduğu o toprak ve tozlu yoldaydılar işte. Hem de birlikte. Hem de elele…Ve bu kez hala tüm kışkırtıcı cazibesini koruyan yol uzaklarda değil , hemen önünde , ayaklarının altında seriliydi.

Nerdeyse köye varmak üzereydiler. Kuşlardan, kuzulardan, çiçeklerden, böceklerden başka in cin yoktu ortalıkta. Tam o sırada bir araba sesi duydular arkalarında. Önlüklü kız , birden gerilip tedirginleşti. Bakamadı bile geriye dönüp...

Araba tam arkalarında durdu, kapısı açıldı. Onlar yürümeye devam ediyorlardı.

Bir kadın sesi duydu, ismini öfkeli ve buyurgun tonda çağıran…

Çaresiz sevdiceğini o köy yolunda tek başına bırakıp arabaya bindi.

Yolun başındaki şantiyede, keyifli ve namus bekçiliği zaferini kazanmış edalı erkek yüzleri gördü, kendisine pis pis sırıtan.

Annesi de kendi keşfi olan yazı ile tuttuğu ve artık okuyamadığı günlüğünün intikamını almış gibiydi sanki...

Ama onların hiçbirinin, sınıfın penceresinden seyrettiği Karadenizi ayıran dağların içine kıvrıla kıvrıla gidip de kaybolan o köy yolunda, bundan böyle ele yürüyecek iki sevgilinin hayaline dair anıları yoktu !

Annesinin öfkeli yüz ifadesi ve aynı tondaki söylenmelerine rağmen, dudaklarını kemirerek gizlice gülümsedi...

Birkaç dakika içinde , yüreğine özlemle dolan tüm anıları kovaladı.

Ve

Hayır, yanılıyorsunuz…

Ben O olmak, böylesine güzel bir aşk hikayesinin unutulmayan, yıllar sonra sevgiyle hatırlanan kahramanı olmak isterdim ama…

Ben O değilim ne yazık ki, dedi.

Ve telefonu kapadı...

 
Toplam blog
: 171
: 2319
Kayıt tarihi
: 15.02.07
 
 

Düşünen, üreten, kendine, insana, çağına sorumlu, tavırlı, taraflı , çağdaş ve yüzü aydınlığa dön..