- Kategori
- Anılar
İlk aşk
...
Bir varmış bir yokmuş, aşk ile büyülenmiş zamanlarda Güneş ve Ben yan yana yaşadık, kimselere bilmese de. Her şeyi ama her şeyi paylaştık; mutlukları, acıları, sevinçleri, gözyaşlarını, yolları, yolculukları, oyunları, kitapları ve hayata dair ne varsa…
Aynı sokak da aynı oyunlar oynayarak büyüdük. Evlerimiz yan yana idi. Güneş gibi kocaman mavi gözleri, uzun sarı saçları vardı. O uzun saçları tutmayı çekiştirmeyi çok severdim. Her ne kadar babam kızsa da ben annemin araya girmesi ile saçlarımı uzatırdım. Onun ki kadar olmasa da benim de uzun sarı saçlarım vardı. Annem ikimizin saçlarını sevgiyle tarardı. Tararken sorardı “Güneş sen oğlumla evlenecek misin” diye. O da oynadığımız evcilik oyunlarını anlatır ve biz evlendik derdi. İlkokul’la başlayana kadar saçlarım uzundu. O uzun saçlarımı annem uzun yıllar sakladı, sanırım o uzun saçlar evimizin bir yerlerinde halen duruyor.
İlkokula aynı okulda, aynı sınıfta ve aynı sırada başladık. İkimiz de okulu, öğretmenlerimizi ve okumayı/kitapları çok sevdik. Her ne kadar, öğretmenlerimiz, ailelerimiz ve mahallemizdeki insanlar yaramazlıklarımızdan şikayetçi olsalar da bizi çok severlerdi. Okul’da, evde, sokak da, her yerde hep yan yana gezerdik.
Babamın bana aldığı küçük bir sazla birlikte, müziği özellikle türküleri birlikte keşfetmeye başladık. Çok sıcak, ılık bir bahar meltemi gibi çok güzel bir sesi vardı. “Dostum Dostum” türküsünü binlerce defa birlikte söyledik.
Bin cefalar etsen almam üstüme
Gayet şirin geldi dillerin dostum
Varıp yad ellere meyil verirsen
Kış ola bağlana yolların dostum
Dostum dostum dostum gelsene canım
İlahi onmaya yardan ayıran
Bahçede bülbüller ötüyor uyan
Kula gölge ise Allah'a ayan
Senden ayrılalı gülmedim dostum
Dostum dostum dostum gelsene canım
Pir Sultan Abdal'ım gülüm dermişler
Bu şirin canıma nasıl kıymışlar
İster isen dünya malı vermişler
Sensiz dünya malı neylerim dostum
Dostum dostum dostum gelsene canım
Lise ile birlikte dünyayı ve çevremizi keşfetmeye başladık. Bulduğumuz her fırsatta yolluculuklar çıktık. Özellikle trenleri çok sevdik. İkimizde çok okuyorduk, bazen sabahlara kadar bir kitabı, bir o okuyordu bir ben okuyordum. Okuduklarımız tartışıyorduk, dünya üzerine, insan üzerine yorumlar yapıyorduk. Nazım Hikmet’in kitapları elimizden düşmüyordu. Nazımla birlikte şiiri de çok sevmiştik. Ahmet Arif, Pablo Neruda, Adnan Yücel, Nevzat Çelik, Özdemir Asaf, Orhan Veli, Can Yücel, Ahmet Telli, Yılmaz Odabaş, Şükrü Erbaş, Louis Aragon, Ömer Hayyam sevdiğimiz şairler oldular. Vedat Türkali, Mehmet Eroğlu, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Samed Behrengi, Jose Mauro de Vasconcelos sevdiğimiz yazarlar oldular. Jose Mauro de Vasconcelos’un “Şeker Portakalı” ve Samed Behrengi’in “Küçük Kara Balık” adlı kitapları baş ucu kitaplarımız oldu.
Liseyle birlikte üniversiteyi nerde nasıl ve hangi bölümü okuyacağımızı da konuşmaya başlamıştık. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın hikayeleri ikimizi o kadar çok etkilemişti ki ikimiz de İstanbul Üniversitesi’nde okumak istiyorduk. İstanbul Üniversitesi’nin o büyük kapısından girip Siyasal Bilgiler de okumak istiyorduk. Ama nerden bilirdik dışarıda başka oyunların oynandığını ve benim düşünü birlikte kurduğumuz okula tek başıma gideceğimi.
6 Mart 1996, dışarıda buz gibi bir hava, iki gündür durmadan kar yağıyor ve rüzgarın uğultusu pencereye vuruyordu. Ben hasta yatıyorum. O sabah Güneşim erkenden bize geldi, ben de okula gitmeyeceğim, sana bakacağım dedi. Ben de gitmesini istemiyordum. Ama hem onun hem de benim annemin ısrarıyla okula gitti. Gönlüm razı olmamıştı ama elden de bir şey gelmiyordu. Öğleden sonra saat iki de evdeki gürültüye karışmış gözyaşlarıyla uyandım, ayağa kalktım ama sanki içimden bir şeyler kayıp gitmişti. Kulaklarımı kabarttım ne olduğunu anlamaya çalıştım. Güneşim okuldan çıkmış eve gelirken, hızla giden bir araç aniden kaldırıma fırlamış ve Güneşimi benden alıp götürmüş. Duyduklarıma inanamamıştım, mıh gibi olduğum yere çakılmıştım. Hayır bu gerçek olamaz olamaz. Ama gerçekti hem de, hep canımı yakacak olan bir gerçekti.
Güneşim, sevgilim, aşkım, arkadaşım, dostum, sırdaşım, yoldaşım yoktu artık. Hayat yolunu tek başıma yürümem gerekiyordu. O yokken, kitaplar ve yollar yoldaşım oldu ve yürüdüm başım dik sevdası saklımda.
Aşk isyanı
Öyle bir gülümse ki yüreğin gözüksün
Yeter sende yüreğim yandığın acının ateşine
Firar etsin sevdaların acının tutsaklığına
İsyan etsin yüreğin arsız zamanlara
Yürü yüreğim yürü sevdaya ihanet diz boyu
Son kuşları da vurdular gökyüzümüzde
Uç yüreğim uç inat olsun uç
Payımız acı düştü yürü yüreğim yürü
Dil ol da söyle yüreğim sevda türkülerini bağlamamın küskün tellerine
Bak umutlar sığmıyor göğüs kafesime
Yürü yüreğim yürü sevdanın gurbet yollarına
Sar beni yüreğim sar biriktirdiğin ateşinle acınla
Kulak ver yüreğim çağlardan sızıp gelen çığlığıma
Ay ışığı yakar beni upuzun gecelerde
Ömrüm rüzgar gibi geçer yıllar vura vura
Sevdam saklımda
Uzak ve teslim alınmış bir kent değilsin yüreğim
Gelincik çiçeklerinin sevdaya açtığı bir dağsın
Okyanus diplerinden kopup gelen bir sevdalı dalgasın
Sevdam düşlerimde gizli
Yeter yüreğim yeter gözünde büyüttüğün yaşlar
Tuzu yaralarına merhem bil
Topla ömrümün dağınık sayfalarını
Yürü yalan değildir aşk yalan değildir sevda
Yürü yüreğim yürü tutuştur doğan günü
At acının biriken ağırlıklarını
Toprağın bağrında bahar tomurcuğa durmuş
Kızıl bir gül ol aç
Sevgili İnnocent mimlemiş beni ilk aşkını yaz diye... yazdım...