Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Şubat '16

 
Kategori
Tarih
 

İlk Türklerin atası Oğuz Kağan Destanlarından biri

İlk Türklerin atası Oğuz Kağan Destanlarından biri
 

OĞUZ KAĞAN DESTANI


Destanlar ne güzeldir.

Olmazları olur gibi anlatırlar ya bayılırım o temaşaya. Sizi düşünmeye hatta hayal kurmaya gözlerinizin önünde canlandırmaya davet eder.

O zamanlara istesiniz de istemeseniz de gidersiniz. Gitmelisiniz de başka türlü anlayamazsınız ki zaten. Gittiniz diyelim. İşte hikâye burada başlar. O âlemdeyseniz, kendinizi orada farz etmeniz için gözlerinizi kapatmalı derin bir nefes almalı hayallerinizin peşinde hafif adımlarla yürüyüşe çıkmalısınız. Bunu canı gönülden isterseniz inanınki orada olursunuz. Elbette orada olmak tabiri hayal bünyesi içinde oluşur.

Hayalleriniz sizi ayakta tutan, yaşatan umut ettiren olduktan sonra aldırmayın yürüyün, bilmezlerin olduğu yerde yürüyün, bize gelene kadar asırların ilave yâda eksiklikler yaptığı o güzelim destanların içine girin…

Bu gün de Oğuz Kağan Destanı'nın İslâmiyet öncesine gidelim bakalım o zamanlar da ne oluyormuş, kim ne yapar, ne eder, nasıl yaşar? Masallar nasıldır, neler anlatırlar, hayatı tümüyle nasıl yaşarlar.

İşte oradasınız. Buyurun gezelim. Ya görelim, ya da dinleyelim.

Rivayet budur ya,

Ay Kağan’ın yüzü gök gibiymiş, ağzı ateş, gözler ela, saçları ve kaşları karaymış. Derler ki, perilerden daha güzel bir oğlu olmuş.

Bu çocuk annesinden ilk sütü emdikten sonra konuşmuş.

Çiğ et istemiş, ardından çorba ve bitmedi birde üstüne şarap istemiş.

Olacak iş mi demeyin sakın, unutmayın rivayete göre dedim peşinen ve ilave de ettim efsanelerdeyiz ve hayal ediyoruz. O dönemlere gidiyoruz. Gidebildiğimiz, hayal edebildiğimiz kadarıyla. Asırlar öncesinden bu güne birebir gelebilir miydi gelemez elbette. Neyse biz devam edelim. İyi gidiyorduk.

Aradan kırk gün geçmiş, çocuk büyümüş.

Bundan sonrası daha bir değişik! Hayaller karışmasın sakın, ne yapalım göreceklerimiz, duyacaklarımız bunlar. Başkasını söyleyemez yâda yazamayız. Elimize ulaşılanlar da bunlar olduğuna göre devam edeceğiz. Tarifimiz devam ediyor.

Büyüyen çocuğun, ayakları öküz ayağı gibiymiş. Beli kurt beli, omuzları samur omzu, göğsü ayı göğsü gibiymiş. Şimdi gözünüzün önünde canlandırabiliyor musunuz tüm benzetileri? Daha bitmedi. Vücudu da baştan aşağı tüylüymüş.

Onun ismi neymiş derseniz? Oğuz’muş derim.

Tarifi bitirdik, şimdi de gündelik yaşamına geçiyoruz. Ne yaparmış biliyor musunuz? At sürüleri güdermiş bütün gün de avlanırmış.

Onun yakınlarındaki ormanda çok büyük bir gergedan varmış.

Öyle sakin kendi halinde diye düşünürseniz yanılırsınız. Bu bir çeşit canavarmış. At sürülerine saldırır hatta onları parçalar yermiş. Sadece atları mı arada insanları da afiyetle midesine indirirmiş.

Oğuz bakmış ki bu gergedandan kurtulmaktan başka çare yok, kargısını, okunu, kalkanını ve kılıcını almış ormana gitmiş. Önce bir geyik avlamış, söğüt dalı ile onu ağaca bağlamış. Sonrada gitmiş. Tan ağarırken yine gelmiş. Bakmış ki geyik yok. Anlamış gergedan geyiği almış. Bu defa bir ayı avlamış. Ayıyı altın kuşağı ile ağaca bağlamış yine gitmiş. Tan ağarırken yine gelmiş, ayı da yok. İşe o zaman planının işe yaradığına emin olmuş. Ağacın altında beklemeye başlamış. Gergedan gelmiş. Tabi hazırlıklı olan Oğuz gergedanı öldürmüş, kılıcı ile başını kesmiş.

Bu büyük zaferden sonra başka mutlu bir zafer olmuş Oğuz’un hayatında.

Bir gün Oğuz kağan Tanrıya yalvarıyormuş. Karanlıkmış, işte tam o sırada güneşten daha parlak bir ışık gökten aşağı inmiş. Işığın içinde alnında kutup yıldızı gibi parlak bir ben bulunan çok güzel bir kız duruyormuş. Öyle böyle bir kız değilmiş. Düşünün bu kız güldüğünde gök tanrı gülüyor ağladığında gök tanrı ağlıyormuş. Oğuz kıza âşık olmuş ama ne aşk! Onunla evlenmiş.

Bu dünya güzeli kız üç oğlan çocuk doğurmuş.

Çocuklara konulan isimlere bakınız lütfen. Gün, Ay ve Yıldız.

Oğuz bir gün yine ormana ava gitmiş. Gölün ortasında bir ağaç görmüş. Bakın şimdi olacaklara. Bu ağacın kovuğunda da çok güzel bir kız varmış. Gözü gökten daha gökmüş, saçları ırmak gibiymiş, dişleri inci gibiymiş. Oğuz bu kıza da hemen âşık olmuş. Onunla da evlenmiş. Zaman geçmiş ondan da üç oğlu olmuş. İsimler yine çok güzel.

Gök, Dağ ve Deniz…

Oğuz kağan büyük bir şenlik vermiş. Yani toy. Kırk masa yaptırmış, kırk da sıra… Çeşitli yemekler, şaraplar, tatlılar, kımızlar… Yenilmiş, içilmiş. Toyun sonunda oğuz kağan oradakilere dönmüş şunları söylemiş.


Ben sizlere kağan oldum
Alalım yay ile kalkan
Nişan olsun bize buyan
Bozkurt olsun bize uran
Av yerinde yürüsün kulan
Daha deniz, daha müren
Güneş bayrak gök kurıkan

 

Toy bitmiş, şenlik sona ermiş.

Oğuz Kağan bundan sonra Dünyanın dört bir yanına elçilerle mektup göndermiş. Mektupta diyormuş ki,

”Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olmam gerekir. Sizden itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini kabul eder ve onu dost edinirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim. Onu düşman sayarım. Onunla savaşır ve yok ettiririm”.

Bundan sonra olaylar birbirini takip etmiş.

Sağ yanda bulunan Altun Kağan, Oğuz Kağan’a pek çok altın gümüş ve değerli taşlar hediye etmiş dolayısı ile ona itaat ederek dostluk kurmuş.

Sol yanında ise askerleri ve şehirleri çok olan Urum Kağan varmış.

Urum Kağan Oğuz Kağanı dinlemezmiş. Yine öyle yapmış. İsteklerini kabul etmemiş. Bunun üzerine Oğuz Kağan gazaba gelmiş.  

Bayrağını açmış, askerleriyle birlikte Urum Kağana doğru yola çıkmış. Kırk gün sonra Buz Dağın eteklerine gelmişler. Oğuz Kağan çadırını kurdurmuş. Uykuya dalmış. Tan ağarınca Oğuz Kağan’ın çadırına güneş gibi bir ışık girmiş. Bu defa ışıktan gök tüylü, gök yeleli büyük bir erkek kurt çıkmış.

Dile gelmiş,

“Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; Ey Oğuz ben senin önünde yürüyeceğim” demiş.

Oğuz Kağan hemen kalkmış, çadırını da toplatmış. Ordusu ile birlikte kurdu izlemeye başlamış. Kurt, İtil Müren Denizi yakınındaki Kara dağın eteğinde durmuş.

Bundan sonra Urum Hanın ordusu ile Oğuz Kağanın ordusu arasında büyük savaş olmuş.

Oğuz Kağan savaşı kazanmış.

Urum Hanın hanlığını ve halkını almış.

Oğuz Kağan ve askerleriyle yine kurdu izleyerek İtil Irmağına gelmişler. Oğuz Kağan’ın beylerinden Uluğ Ordu Bey, İtil ırmağını geçmek için ağaçlardan sal yapmış. Karşıya geçmişler. Oğuz Kağan’ın bu çok hoşuna gitmiş. Uluğ Ordu Beye Kıpçak adını vermiş.

Ardından gök tüylü gök yeleli kurdu izleyerek yeniden yola devam etmişler. Burada Oğuz Kağan’ın canını sıkacak bir olay olmuş. Çok sevdiği alaca atı Buz Dağına kaçmış. Kağan üzgün. O ne kağanın beylerinden biri Oğuz Kağan çok üzüldü diye harekete geçmiş ve Buz Dağına gitmiş. Gitmiş gitmesine de bir gün geçmiş gelen yok iki geçmiş hatta üç derken dört en sonunda dokuzuncu günde, bey alaca atla birlikte dönmüş. At ve bey karlar içindeymişler. Oğuz Kağan o kadar çok sevinmiş ve bu korkusuz beye demiş ki,

“Sen buradaki beylere baş ol. Senin adın ebediyen Karluk olsun.”

Sonrasında yine yollara revan olmuşlar. Bir süre gitmişler derken kurt durmuş. Durdukları yere Çürçet yurdu denilirmiş. Oğuz Kağan Çürçetlerin kağanının da kendine boyun eğmesini istemiş ama kağan kabul etmemiş. Eeee haliyle savaş başlamış. Netice Oğuz Kağan bu savaştan da galip çıkmış. Halkını kendine bağlamış.

Bir süre orada kalınmış ama yolcu yolunda gerek denilerek tekrar yollara çıkılmış. Yine kurt önde yol gösterici görevinde Oğuz Kağan ve ordu ardında… Bu erkek kurt önde onlar arkada giderken sade bir yürüyüş hiçbir zaman olmamış.

Geçtikleri yerler, Hint, Tangut, Suriye, güneyde Barkan gibi yerlermiş. Oralarla da savaşmışlar ve kazanmış. Savaşlar birbirini takip etmiş. Birçok savaş kazanılmış. Topraklarını genişletmiş, Çok fazla ganimetle atlarla sonunda evine dönmüş.
Yine birçok yerde yazılanları okudum, aklımda kalanları, duyduklarımı, sizlerle paylaştım. Dedim ya destanlar bize bizleri anlatır.

Oğuz Kağan adına yazılmış dört ayrı destan var, fırsat buldukça onları da yazmak isterim.

 

Başka destanlarda buluşmak dileğiyle…

 

 

Nazan Şara Şatana

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....