Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ocak '19

 
Kategori
Felsefe
 

İlkeli Mücadelenin Fesefi Diyalektiği

 
Tüm canlı cansız varlıklar fizik ve biyolojik yapılarına göre, kendi toplulukları içerisinde doğal bir mücadele diyalektiğine sahiptir. Fizik, enerji, hareket ve savunma mekanizması güçlü olanlar, diğerlerini elimine ederek yaşarlar. Ancak insanın birbiriyle güce dayanan mücadelesi asla ve asla düşünülemez. Çünkü bitki ve hayvanlar düşünemeyen varlıklar. Başka türlü hareket etmeleri mümkün değil. İnsan ise düşünen varlık olduğu için, üst düşünce karakterine uygun hareket etmek zorundadır. Bu da doğru, gerçek demokratik felsefi teoriyle mümkündür. Üst düşünme yeteneğine uygun hareket etmeyenler, hayvanlar seviyesinde yaşar. Onun içindir ki, insan odaklı bir mücadelenin kendi doğallığı içerisinde başarıya ulaşması bilimsel, analitik, bilgi, kültür ve zekaya bağlıdır. Bunlardan birisinin eksikliği demek mücadelenin başarısızlığı demektir.
 
İnsan yaşamı boyunca siyaset başta olmak üzere her alanda birbirine zıt en az iki farklı kutupsal uçla karşılaşır. Bunlar olumlu olumsuz ya da doğru ve yanlış (Somut- Soyut) şekilde zıtların mücadelesinden ibarettir. Özellikle insanın duygu ve düşüncesine bağlı ortaya çıkan negatiflikler bilgi, kültür ve analitik zeka gerektirmez. Bu bakımdan insanların çoğu, olumsuzlukları ya anlayamazlar veya basit çıkarları gereği göz yumup bununla özdeşleşir. Bilgisiz ve kültürsüz kişiler, yalanla güç sahibi olanların arkasından çok rahatlıkla sürüklenirler. Efendisine daha çok yaranmak için kendisi gibi düşünmeyen insanlara düşmanlaşarak kanıtlar bunu. Mevcut anlayışın bilinçaltındaki gerçek psikoloji; bilgisizlik, zekasızlık, korku, maddi manevi çıkar ve kıskançlıktır. Olumsuzlukları fark eden kişilerse; toplumun çoğunluğundan daha analitik düşünüp zeka, eğitim, kültür, bilgi ve cesarete sahiptirler. 
 
İşte insanlar arasındaki ilişki sorunu da tam bu noktada başlıyor. Analitik düşünen insanlar aile, çevre ve toplum tarafından sevilmeyip dışlanarak yalnızlığa itilirler. Ancak bilgi ve zekasına güvenenler, yalnızlıktan korkmadan bildiği yolda mücadeleye devam eder. İnsan yaşamıyla ilgili  böyle bir gerçeklik olduğuna göre, ister bir ailede ister de toplumsal açıdan, mücadelenin doğru ve olumlu gerçekleşmesi, felsefi şu temellere dayanmak zorundadır. Bilindiği gibi felsefe; genel dünya görüşü ya da değerlendirme biçimidir. Bu düşünsel değerlendirme, insanlık tarihinden günümüze kadar “Materyalist ve Metafizik Felsefe” adıyla yaşamı şekillendirmiştir.
 
Metafizik Felsefe; alt düşünme biçimi olan içgüdüsel mantıkla, her şeyi tanrısallığa  bağlayıp en büyük değeri tanrıya verir. İnsanın üst düşünce yeteneğini tamamen yok sayar. İdealist düşüncenin bu mücadele şeklinde, insan yaşamına sağladığı olumluklar her zaman sınırlı ve geçicidir. Bu yüzden asıl somut değerlere dayanan materyalist felsefi teoriyle sürdürülen mücadelenin diyalektiğini kavramak gerekir.
 
Materyalist Felsefe; evren, dünya, canlı ve cansız varlıklar üzerinde ampirik, analist, somut gerçeklere dayanan düşünce biçimidir. Bu düşüncede tüm varlıkların birbirine bağlılığı, sürekli değişimi, zıtların mücadelesi ve zıtların birliği şeklinde dört temel ilkeye dayanır. Bir kişi, grup, toplum ve düşünce, mücadelesinde kalıcı pozitif başarı elde etmek istiyorsa, materyalist diyalektiğe göre hareket etmek zorundadır. Ancak diyalektik ilkelerin temel, tali, alt yapı ve üst yapı gibi onlarca başlığa sahip olduğu akıldan çıkarılmamalı. İnsan odaklı mücadeleyi şu örnekle somutlaştırılabiliriz.
 
Sosyolojinin tümevarım ilkesinden hareketle, kişinin kendi ailesinde gerçekleştirmek istediği devrimsel bir mücadeleyi ele alalım. Bu kişi ailenin herhangi bir ferdi olabilir. Aile veya toplumda doğru gitmeyen bir şeyleri değiştirmek istediğinde, öncelikle negatifilik yaratan konu veya konular bütün tarihselliğiyle incelenmeli. Ve insan yaşamı üzerinde derin etkileri olan din, namus, cinsiyet, ekonomik, siyaset, sınıf, çevre, askeri ve psikolojik tüm olumsuzluklar deşifre edilmelidir. Ortaya çıkan gerçeklerin en ufak bir ayrıntısı göz ardı edilmeden, çekincesiz bir şekilde aile ya da topluma görsel ve sözel şekilde usanmadan anlatılır.
 
Mücadeleye girişen kişi veya siyasi oluşum, karşısına aldığı çevrenin her türlü engeli çıkaracağını önceden hesap edip yalnızlaşmayı göze almak zorunda. Yalnızlaşmayı göze alamayanlar asla başarılı olamaz. Çünkü toplumun çoğunluğu bilgi ve kültürden yoksun olduğu için, gerçekleri kolayca kavrayıp kabul etmesi düşünülemez. Anamdır gücenir, babamdır kırılır, kardeşimdir benden uzaklaşır veya hepsi cephe alır; maddi manevi yalnızlaşırım gibi korku ya da çekinceler, başarısız olmaktır. Buna ilave olarak ileride farklı zorlukların çıkması yorgunluk, kararsızlık ve pişmanlığı getirir. Çünkü kişi yalnızlıkla ilgili doğru ve bilimsel  şekilde kendisini hazırlamamıştır. Yaşamsal temel mücadelelerde en ufak noktanın ciddiye alınmaması, kişi ya da siyasi yapıların yetersiz veya samimiyetsizliğini gösterir. Özellikle Türkiye solundaki mücadelenin başarısızlıkları şu noktalarda düğümlenmiştir.
 
1-İstisna bireylerin dışında, Türkiye toplumunun büyük bir çoğunluğunda yalnızlaşma korkusu çok derin psikolojik hastalık halini almıştır. Bu eğitimlisinden eğitimsizine kadar  herkeste  mevcuttur.
2- Adet, töre, gelenek ve alışılmış kuralların kırılmasının zorluğu düşünülerek, çevreyi kaybetmeme korkusuyla gerçeklerin üzeri kapatılıp, olumsuzlukların normalleştirilmesi.
3-Türkiye toplumu gerçek tarih bilgisinden yoksundur. Genellikle devletin vermiş olduğu yalan yanlış bilgiyle yetinirken, buna paralel siyasal mücadele verilmesi samimi kişi ve oluşumların yorulmasına neden oluyor.
4-Geniş bilimsel teori, devrimci ordu ve ekonomik alt yapı oluşturulmadan sürdürülen her mücadele başarısızlığa mahkumdur. Çünkü en ufak demokratik düşünceye tahammül göstermeyen diktatörlüklerde, demokratik barışçıl mücadeleden bahsetmek çaresizliktir. Gerçeklere tahammülsüz aile ve toplumlarda, demokratik ifadelerin hiçbir geçerliliği ve anlamı olmadığını, herkes kabul edip ona göre hareket edilmeli.
 
Örneğin Türklük, milliyetçilik, ırkçılık din, namus, cinsiyetçilik ve ahlak kavramı gibi konular yeniden ele alınıp incelenmeli. Adeta tarih yeniden yazılarak işe başlanması gerekiyor. Diğer bir önemli nokta ise ; Türkiye'de bireylerin neye göre cesaretli neye göre korktuklarının psikolojik analizi büyük önem taşıyor. Toplumunun çoğunluğunda ciddi bir korku (Fobi) hakimdir. Mevcut olan korku, sınıf çelişkisinden daha antagonizmatikdir. Korku; temel çelişki olarak ele alınmadan hiçbir mücadelenin başarı şansı bulunmuyor. Çünkü toplum öyle bir noktaya getirilmiş ki, insanda mevcut olan üst düşünceden habersiz, içgüdüsel alt düşünceyle yaşamakta. Ve bu oran en az %90'dır. Tüm sorunlar korku psikolojisinde düğümlendiği için, bu kör düğüm çözülmeden ilkeli felsefi teoriye bağlı mücadelelerin başarı şansı, ne yazık ki mümkün görünmüyor. 
 
 
Cemal  Zöngür
 
 
Toplam blog
: 56
: 1108
Kayıt tarihi
: 27.03.16
 
 

Eğitim: Yüksekokul, Meslek: Yönetim, İlgi Alanım: Tarih, Felsefe ve Sosyoloji üzerine araştırma. ..